1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması, aynı zamanda Osmanlı’nın Avrupa’dan
çekilme sürecinin başlangıcını işaretler. İlk dönemde Alman Kaiser,
İmparatorluğa karşı mücadelede daha etkin iken, 18. Yüzyılın ikinci
yarısında Avrupa’daki iç dengelerin değişmesiyle birlikte Rus Çarı
Osmanlı’ya karşı temel güce yükseldi. Artık temel tehdit Prusya’dan
değil, Çarlık Rusya’dan geliyordu.
İmparatorluk, 1877-78’deki
Rus-Osmanlı savaşında yenilince II. Abdülhamid zayıf ordusunu yeniden
inşa etme ihtiyacını duydu. Fakat bunun için dış desteğine ihtiyacı
vardı. Bu iş için en uygun güç, Fransa’ya karşı askeri zaferi elde eden
Alman İmparatorluğu idi. Zira II. Mahmud da Almanlara bu konuda güvenip,
Prusya’nın en ünlü subayı olan Helmuth von Moltke’yi danışman olarak
görevlendirmişti ve 1836-1839 yılları arasında ordusunu ona emanet
etmişti. Hatta 1838’de 1. Han Mahmud İsyanı’nın bastırılmasında von
Moltke bizzat katılmıştı.
II. Abdülhamid 1882 yılında askeri
danışman kurmayını yenilemek için kendisine başvurduğunda, artık Alman
İmparatorluğunun genelkurmay başkanı olan von Moltke elbette yardımcı
oldu. Bu iş için en uygun ismin, Alman silah endüstrisinin temel
unsurlarından olan Krupp şirketinin ekonomik çıkarlarını temsil etmekle
de görevli General Otto Kähler olduğuna karar verdi. Almanların
Türkiye’deki askeri misyonu da silah ticareti de işte böyle başladı.
‘Made
in Germany’ silahlara Türkiye’de duyulan sevginin böyle bir uzun
geçmişi var. Bu silahları üretenler de satanlar da bunu biliyor elbette.
Bilmedikleri bir şey vardı sadece, o da Türk ordusu içinde Alman
silahlarına duyulan sınırsız sempatinin Alman askerler için de geçerli
olmadığı.
Hatırlanırsa geçtiğimiz 13 Aralık’ta Alman Parlamentosu,
NATO’nun üyesi olan Türkiye’nin ‘Suriye’den gelecek olası saldırılara
karşı’ başlattığı “Aktif Çember Operasyonu” kapsamında Patriot
füzelerinin gönderilmesine karar vermişti. Bir ay sonra 300 Alman
askeri, Maraş’a konuşlandırıldı. Konuyla ilgili Alman basını ve
kamoyunda yürütülen ateşli tartışma da böylece sona ermişti. Geçen
günlere kadar.
Ama bu kez tartışılan, füzeler değil de onları
kullanacak personel. Zira konuşulanlara bakılırsa Maraş‘taki Alman
askerlerinin durumu hiç de iyi değilmiş...
Alman Parlamentosu’nun
silahlı kuvvetler raportörü Hellmut Königshaus, geçen ay Maraş‘taki
askerleri ziyaret etti. Güzel haberlerden ziyade bol miktarda şikayet
ile döndü. Cuma günü meclise sunulan raporda, Türk hükümetinin ‘ricası‘
üzerine ‘davet edilen’ Alman askerlerinin ‘ünlü Türk
misafirperverliğinden’ mahrum bırakıldığı belirtiliyor.
Öncelikle
bir sürü yasaktan söz ediliyor. Türklerle konuşmak yasak. Maraş şehir
merkezinin dışına çıkmak yasak. Orduya ait araçlarla hareket etmek
yasak. Alman bayraklar ve simgeler yasak (orası her şeye rağmen sonuçta
Türk kışlası ya...). Kışla dışında silah taşımak yasak. Mektuplar,
verilmiyor. Bir kadın asker, Türk subayı tarafından fiziki şiddete maruz
kalmış. Bir Alman sağlıkçı, Türk meslektaşını odasında ziyaret
ettiğinde binadan atılmış.
İşte Türk ordu gerçeği.
Bunca
zamandır desteğini esirgemeyen Almanlar, bu gerçeği bilmiyorlar mıydı?
Biliyorlardı elbette ama bu muamele kendilerine yapılmadığı müddetçe
bunu çok da sorun olarak görmüyorlardı. Mesele biraz da bu.
Bu arada
Alman askerler kışladaki hijyen koşulları, oda duvarlarındaki küf ve
alaturka tuvaletlerdeki pislikten ötürü otellere sığınmış.
Oysa yardıma gelmişlerdi.
Bu
eziyetleri hak ediyorlar mı? Bence değil. Fakat derinine sorgulamaları
gereken bir şey var. O da Türk askerlerinin bu yaklaşımlarından ziyade,
onları oraya gönderen Alman siyasilerin hesapları.
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nivis&id=3471
silah taşıma ruhsatı nasıl alınır hakkında bilgiler için tıklayın: silah taşıma ruhsatı nasıl alınır
YanıtlaSil