MERAL ÇİÇEK
Her edebi eser, anlattığı hikayenin yanısıra, ait olduğu çağın anlatıcısıdır da aynı zamanda - kimi daha az, kimi daha fazla. Dili ile, biçimi ile, içeriği ile söz konusu dönemin yaşam tarzını, koşullarını, toplumsal ilişkileri vs. bir şekilde yansıtır. Günümüzdeki mega ve meta şehirlerinin (örneğin New York, Londra, İstanbul, Paris, Moskova, Tokyo) 19'uncu ve 20'inci yüzyıldaki ifadesi olan büyük şehirlerin edebiyattaki ifadesi sorulduğunda, ilk akla gelen 'roman'lardan biri de, Rainer Maria Rilke'nin 'Malte Laurids Brigge'nin Notları'dır. Bunun nedeni, hem Malte'nin büyükşehir yaşamının edebi ifadesinin ilk örneklerinden olması kadar, Rilke'nin büyükşehir yaşamına yaklaşımının niteliğidir. Çünkü onun için büyükşehir tecridin, labirentte koybolmanın, yabancılaşmanın, yönsüzlüğün mekanıdır.
***
"11 Eylül, rue Toullier.
Demek buraya yaşanacak yer diye geliyorlar; bana kalsa, ölünecek bir yerdir burası. Sokağa çıktım. Gördüğüm şey: hastahaneler. Sallanan ve yıkılan bir adam gördüm. Halk etrafını sardı, sonrasını görmek azabından kurtuldum. Gebe bir kadın gördüm. Yüksek, sıcak bir duvar boyunca kendini ağır ağır sürüklüyor ve zaman zaman duvara dokunuyordu; sanki henüz durup durmadığından emin olmak istiyordu. Evet, duvar henüz duruyordu. Duvarın arkası ne acaba? Elimdeki planda aradım: Maison d'Accouchement. İyi. Kadını doğurtacaklar - ellerinden gelir. Daha sonra, rue Saint-Jacques, kubbeli büyük bir bina. Plana göre: Valde-grâce, Hôpital militaire. Bilmesem de olurdu, ama zararı yok. Sokağın her tarafı kokmaya başladı. Şu kadarını seçebildim: iyodoform, kızartılmış patates yağı ve korku kokuyordu. Yazın bütün şehirler kokar. Sonra garip bir şekilde kör kör bakan bir bina gördüm, planda yoktu, ama kapısının üstünde oldukça okunaklı bir yazı: Asyle de nuit. Kapının yanında fiyatlar. Listeyi okudum. Pahalı değildi.
Ne mi vardı başka? Çocuk arabası içinde bir çocuk tıkız ve bakır çalığı, alnında belli bir yara. Yara iyileşiyordu herhalde ve acı vermiyordu. Çocuk uyuyordu, açıktı ağzı; iyodoform, kızartılmış patates, korku teneffüs ediyordu. Eh, ne yapalım. Esas mesele, yaşamaktı. Buydu esas mesele.
Pencere açık uyumaktan bir vazgeçebilsem. Tramvaylar odamın içinden tangır tungur geçiyor. Otomobiller, üzerimden akıyor. Bir kapı, tırak, kapanıyor. Bir yerde bir cam şangırtısı duyuluyor; büyük parçaların kahkahasını, küçük kırıkların kikirdeyişlerini işitiyorum. Sonra beri yanda evin içinde, birdenbire boğuk, kapalı bir gürültü. Birisi, merdivenleri çıkmaktadır. Yaklaşıyor, yaklaşıyor, boyuna yaklaşıyor. İşte burada, duruyor uzun zaman, gidiyor. Sonra yine cadde. Bir kız, cıyak cıyak, bağırıyor: Ah tais-toi, je ne veux plus. Tramvay, büyük bit telaşla yaklaşıyor, sonra geçiyor, her şeyi aşıp geçiyor. Adamlar, hızlı hızlı yürümekte, birbirlerini geride bırakmaktadırlar. Bir köpek havlıyor. Ah, ne ferahlık: bir köpek havlıyor. Hatta sabaha karşı bir horoz ötüyor ve bu, hudutsuz bir hazdır. Sonra ansızın uyuyorum..."
***
Rainer Maria Rilke'nin (1875-1926) tek 'roman'ı Malte Laurids Brigge'nin Notları'nın ilkinde anlattığı şehir 'Ville de Lumière' (Işığın Şehri) Paris'tir. Ancak Rilke'nin, o dönemin büyükşehirlerin başında gelen Paris'te yaşadıkları ve Malte'de edebiyat yoluyla anlattıkları, aydın bir şehirden ziyade karanlık ve karmaşık bir atmosferi anımsatıyor.
Rilke'nin çocukluğu ve gençliği Prag, St. Pölten ve Linz'de geçer. Yükseköğrenimini Münih'te görür. 20'li yaşlarında birçok yeri gezer; Berlin, Moskova, Petersburg gibi şehirleri görür. Dolayısıyla özellikle 19'uncu yüzyılda giderek büyüyen kent gerçeğinden uzak değildir. Ama hiçbir şehir Paris kadar derin bir etki bırakmaz genç şairde.
Paris'e ilk 1902 yılında gider. Bir süre Rue Toullier caddesinde yaşar. Atölyesinde ziyaret ettiği heykeltıraş Auguste Rodin hakkında bir monografi yazmak için 1903'te döner. Birinci Dünya Savaşı'na kadar sürekli Almanya, Fransa ve İtalya arasında gidip gelen, ayrıca Belçika, İskandinavya ve Mısır'a da giden Rilke için, Rodin'in özel sekreteri olarak çalıştığı 1906 yılından 1910 yılına kadar çalışmalarının merkezi Paris'tir.
O dönem Avrupa'daki sanat çevrelerinin de merkezi olan Paris, 19'uncu yüzyıldaki sanayileşme ile büyükşehire dönüşür. Özellikle kırsal alandan yoğun bir şekilde göç alan şehrin nüfusu 1846'da bir milyon iken, bu rakam 30 yıl kadar kısa bir süre içinde ikiye katlanır. 1921'de 3 milyon ile nüfus doruğuna ulaşır. Bugün ise başkentin nüfusu 2 milyon civarındadır.
Sanayileşme, bu bağlamda üretim ilişkilerinin değişmesi ve yoğun göçle birlikte şehirde işsizlik, yoksulluk, suç gibi olguların başgösterdiği anlaşılırdır. Ancak yazarın bu şehirde yaşadığı yabancılaşma, doğrudan büyükşehir yaşamının niteliği ile alakalıdır. Eşine yazdığı 31 Ağustos 1902 tarihli mektubunda şöyle der: "Acele ve kovalama yaşam güdüsünü oluşturuyor. Hemen, tümüyle, bir saat içinde yaşama sahip olma güdüsü. Paris bunlarla o kadar dolu ki ve bundan dolayı ölüme de bu kadar yakındır. Yabancı, çok yabancı bir şehirdir."
Rilke, bu şehirde yaşadığı yabancılaşmayı 'roman'ına aktarır. Roman burada tırnak içine alınıyor, çünkü Malte klasik anlamda, bildiğimiz bir roman değildir. Romanın başfigürü Malte Laurids Brigge'nin kaleminden aktarılan toplam 71 nottan oluşan eser, gerçekçi romanın anlatım biçimlerini aşarak, Almanca edebiyatı içinde geleneksel okuma beklentilerini bir kenara bırakan ilk edebi çalışmadır. Hiçbir şekilde çizgisel olmayan 'roman'da, 19'uncu yüzyılın sonu, 20'inci yüzyılın başında Paris'e gelen 28 yaşındaki Danimarkalı yazar Malte Laurids Brigge, çağrışımsal günlük yazmaları yoluyla hem büyükşehirde yaşadığı deneyimleri, hem Danimarka'da geçen çocukluğunu, hem de tarihsel olayları anlatıyor. Ve Paris hayatını konu alan ilk 26 notta özellikle kimlik çözülüşü ile anlam yitimi arasındaki modern insanının yaşam duygusunu yansıtıyor. Bunu yaparken, biçim ile içerik buluşuyor. Malte'nin yaşadığı varoluşsal sıkıntılar, toplumsal açıdan tecrit edilişi ve yönsüzlüğü 'roman'ın akışında da ifadesini buluyor. Malte büyükşehrin, çocukluğunun ve tarihin labirentlerinde yönünü ararken, okur da kitabın çok dallı anlatım örgüsünde yönünü kaybedebiliyor.
***
"O avlulardan geçerek dışarı nasıl çıktığımı hatırlayamıyorum. Akşamdı ve ücra yerlerde yol, iz kaybettim; nihayetsiz duvarlı bulvarlar istikametince yürüdüm ve sonu gelmedi mi, herhangi bir meydana çıkıncaya kadar, aksi istikamette ilerledim. Bir caddede yürümeye başladım ve hiç görmediğim başka caddeler çıktı karşıma ve derken tekrar, başka caddeler. Bazen sert, şangırtılı çan sesleriyle ve pırıl pırıl, yaklaşıp uzaklaşıyordu tramvaylar. Ama levhalarında bilmediğim isimler vardı. Hangi şehirdeydim, bu şehrin bir yerinde oturacak bir odam var mıydı, artık yürümemek için ne yapmalıydım, bilmiyordum."
***
Malte Laurids Brigge'nin Notları'nda Paris bir büyükşehir olarak yabancı, korkutucu olanla karşılaşmanın mekanıdır. Çocukluktaki aheng, güven ve korumanın kontrastı olarak (ki, aslında çocukluğunda da dıştalanan biri olduğunu fark edecektir) şehirde yitiklik, yönsüzlük, yalnızlık duygusu hakim. Buraya gelen Malte, bütün sosyal bağlarını kaybeder. Sürekli olarak maddi sıkıntılar, hastalıklar ve ölümle karşı karşıya kalır. Toplumsal açıdan tecrit altındadır. Tektir. Yalnızdır. Kimsesizdir. Şehirdedir.
Peki büyükşehiri bu kadar yıkıcı bir gerçek olarak algılayan, hisseden Rilke neden sürekli olarak buraya döner? Neden bu yıkıcılığı, yönsüzlüğü, yalnızlığı yeniden yeniden yaşamayı göze alır? İşte, bu noktada Rilke'nin yaşam (ve ölüm) felsefesi devreye girer. Ona göre her yaşamla birlikte ölüm de doğar. Ölüm yaşamın içindedir. Ve "ölünecek bir yer" olan şehir hazinliği ile, sefilliği ile, yalnızlaşan bireyi ile, anonimliği ile sanatçı için yenilenmenin imkanlarını da elinde tutuyor. Yazarın (ister Malte, ister Rilke) Paris'te yaşadığı sosyal düşüşü, toplumsal tecridi, gerçek sanatçı olma yönünde birer durağı oluşturuyor. Yabancılaşma, kendini bulmanın yoluna dönüşür. Ve Malte'nin yaşadıkları, aslında yıkımla yeni başlangıç arasında bir bocalanmadır. Dolayısıyla Malte Laurids Brigge'nin Notları, Rilke açısından da sanatsal açıdan bir kendini kurtarma denemesi olarak görülebilir. Zira 6 yıllık bir süre içinde yazdığı bu eseri tamamladıktan sonra, yayıncısı Anton Kippenberg'e 2 Ocak 1909'da yazdığı mektubunda şöyle der: "Bundan sonra hayatın bütün sınırsız görevleri ile devam etmek veya her gün yeniden başlamak mükemmel olandır."
***
"Dışta birçok şey değişti. Ne gibi, bilmiyorum. Ama içte ve senin önünde, ey tanrım, senin önünde içte, en seyirci: konudan mahrum değil miyiz biz? Rolümüzü bilmediğimizi anlıyoruz, bir ayna arıyoruz, yüzümüzdeki boyaları silip sahte olanı çıkarmak ve hakiki olmak istiyoruz. Ama yine de bir maske parçası yapışık kalmıştır bir yerimizde, unutmuşuz. Kaşlarımızda bir mübalağa izi durmakta; ağzımızın köşesinde bir kıvrım olduğunu fark etmiyoruz. Ve bu halde dolaşıyoruz ortada; bir maskara ve bir yarım halinde: ne hakiki bir insan, ne de bir oyuncu olarak."
* 24 Temmuz 2010'da PolitikART'ta yayınlandı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder