22 Tem 2011

‘Hakikat acı verir ama susmak öldürür’

Dünyanın değişik ülkelerinde farklı komisyon deneyimleri olmasına rağmen, en fazla öne çıkan Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’dur. Bu komisyon, ‘Hakikat acı verir ama susmak öldürür’ sloganı ile, ülkede ortak bir geleceği mümkün kılmak için geçmişle hesaplaşmanın yürütücüsü oldu.

Güney Afrika’da Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu deneyimi - 1




Son haftalarda Kürdistan ve Türkiye metropollerinde yapılan kitlesel eylemlere ait haber ve görüntüleri takip etmişseniz, taşınan döviz ve pankartlar üzerindeki şu yazı sizin de dikkatinizi çekmiştir mutlaka: ‘Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu kurulsun!’. Aslında 2006 yılından beri Kürt ulusal hareketi temsilcileri tarafından sık sık dile getirilen bu talep, giderek daha fazla destek bulmaktadır. Dünyanın değişik ülkelerinde farklı komisyon deneyimleri olmasına rağmen, bunların arasında en fazla öne çıkan, örnek alınacak bir model olarak nitelendirilen, Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’dur (Truth and Reconciliation Commission - TRC). Bu komisyon, ‘Hakikat acı verir ama susmak öldürür’ sloganı ile, toplumun kutuplaştığı Güney Afrika’da ortak bir geleceği mümkün kılmak için geçmişle hesaplaşma sürecinin yürütücüsü oldu. Geçmişle hesaplaşmadan toplumsal barışın mümkün olmadığını vurguladı.

Peki ya bugün, Apartheid’in resmi sonundan 17 yıl sonra, Güney Afrika’da geçmişle ne düzeyde hesaplaşıldı? Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu nasıl bir rol oynadı? Hangi hatalar yapıldı ve Kürtler ne gibi dersler çıkarmalı? Bütün bunları yerinde, Güney Afrika’da izledik, o süreci yaşayan insanlara sorduk ve çarpıcı yanıtlar aldık.

Geçmişle hesaplaşma komisyondan önce başladı

1910 yılından itibaren adım adım inşa edilen ve 1948 yılıyla birlikte yasal bir çerçeveye oturtulan Apartheid rejimi, Afrika Ulusal Kongresi (ANC) öncülüğündeki mücadele sonucu 1980’li yıllarda çatlak vermeye başlar. Direniş ve uluslararası düzeydeki protestolar karşısında Apartheid politikasını daha fazla sürdüremez noktasına gelen hükümet, 1980’li yılların ortasında - 1962’den beri tutuklu bulunan - ANC lideri Nelson Mandela ile görüşmeye başlar. Hükümet, silahlı direnişin sona erdirilmesi karşılığında Mandela’yı serbest bırakmayı teklif eder ancak Mandela bunu kabul etmez. Görüşmelerin müzakerelere dönüşmesi ise zorlu ve zaman zaman tıkanan bir sürecin sonucudur.

11 Şubat 1990’da serbest bırakılan Mandela aynı gün 120 bin kişiye seslendiği - ANC’nin kalesi niteliğindeki - Soweto’da barışma politikasını şu sözlerle başlatır: „Apartheid’i bırakan bütün insanları ırkçı olmayan, birleşik ve demokratik bir Güney Afrika’yı birlikte inşa etmeye davet ediyorum.“ Mandela, bu sözlerinden tam 4 yıl sonra ülkenin ilk özgür seçimlerinde Cumhurbaşkanı seçildi. Bahsettiği inşa sürecinin en temel ayağını oluşturan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun kuruluşuna kadar ise 2 yıla yakın bir süre daha geçti. Ancak Güney Afrika’da geçmişle hesaplaşmanın ön adımları, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’ndan önce atıldı. Hatta öyle ki, geçiş süreci olarak isimlendirilen 1990-1994 yılları arasında bu komisyonun zeminini oluşturacak inceleme komisyonları kuruldu - üstelik hem hükümet, hem de ANC tarafından. Bu ise, Kürdistan’da işlenen suçların ancak çatışmaların kalıcı olarak sona erdiği bir dönemde incelenebileceği yöndeki argümana karşı bir argümandır.

Bahsi çok geçmeyen ancak Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’na giden yolda önemli bir rol oynayan bu inceleme komisyonları Apartheid’in sonunu işaretleyen geçiş sürecinde, yani 1990-1994 yılları arasında hem ANC hem de Güney Afrika hükümeti tarafından, hak ihlallerini araştırmak üzere kuruldu. ANC üzerindeki 30 yıllık yasağın kalktığı ve liderleri Nelson Mandela’nın 27 tutukluluğuna son verildiği (Mandela, serbest bırakıldıktan sadece 2 sene önce, 1988’de ABD hükümeti tarafından ‘terörist’ olarak izlenme listesine alınmıştı) 1990 senesinde Güney Afrika hükümeti yargıç Louis Harms’ı, güvenlik güçlerine bağlı ölüm komandolarının işlemiş olduğu cinayetlerle ilgili araştırma başlatmakla görevlendirildi. Hükümet bir yıl sonra da, yargıç Richard Goldstone başkanlığında, aleni şiddet ve sindirme olaylarını araştırmak için ikinci bir inceleme komisyonu (Commission of Inquiry regarding Public Violence and Intimidation) kurdu. 1994’e kadar çalışmalarını sürdüren komisyon, istihbarat tarafından işlenen bir takım suçu aydınlığa kavuşturabildi. ANC de paralel olarak, 1992’de kendi kamplarında işlenen suçların incelenmesi içib ayrı bir komisyon oluşturdu. Buna ek olarak, 1993’te esir kamplarında ANC militanlarınca işlenen suçları açığa çıkarmakla görevlendirilen ikinci bir komisyon kuruldu.

CCB’nin varlığı doğrulandı ama sorumlular korundu

Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’ndan önce kurulan inceleme komisyonlarına daha detaylı bir bakış atmakta fayda vardır. 1960 yılında yaşanan ve 69 kişinin ölümüyle sonuçlanan Sharpeville Katliamı, öğrencilerin Soweto İsyanı (1976) ve direnişin öncülerinden Steve Biko’nun 1977’deki gözaltındaki ölümü ile ilgili de zamanında Apartheid hükümeti tarafından inceleme komisyonları kurulmuştu. Ancak bu komisyonlara güven duyulduğu söylenemez, zira bu komisyonlar sorumluları koruyan bir mekanizmanın ötesine gitmedi.

1980’li yıllarda Güney Afrika’da faili meçhul cinayetler hızla çoğaldı. Bu durum, Türkiye’deki JİTEM’e benzer örgütlü bir ölüm komandonun varlığı yöndeki spekülasyonları güçlendiriyordu. Söz konusu yapının bir spekülasyon değil, gerçek olduğu ise 1989’da, cinayetten mahkum bir tutuklunun itirafı ile belgelenir. Bu kişi, eski ‘meslektaşlarının’ kendisine sahip çıkmadığının yaratmış olduğu hayal kırıklığı ile, emniyete bağlı gizli bir ölüm komandosunun üyesi olduğunu açıklar.

Olay medyada ve kamuoyunda geniş yankı bulur ve hükümet bu durum karşısında zararı asgariye düşürmek için bir soruşturma başlatır. Fakat soruşturmanın kapalı yürütülüyor olması, olayın göstermeliğin dışına geçmeyeceği kaygılarını besler ve geliştirilen kamuoyu baskısı karşısında dönemin Cumhurbaşkanı De Klerk resmi bir inceleme talimatını vermek zorunda kalır. Yukarıda adı geçen yargıç Louis Harms Cumhurbaşkanı tarafından „sözde işlenen belirli cinayetleri“ soruşturmakla görevlendirilir.

Fakat ‘ulusal güvenliği’ tehdit eden hususlarda jandarma istihbarat üyelerine tanınan susma hakkı, soruşturulan faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılmasını engeller. Harms başkanlığındaki komisyon 200 sayfalık raporunda Sivil İşbirliği Ofisi (Civil Cooperation Bureau - CCB) isimli oluşumun varlığını teyit etse de, işlenen suçların sorumluluğunu örgütün kendisine değil de, bireylere yükledi. Sadece 8 dosya savcılığa yönlendirilirken, hiçbir dava mahkumiyet ile sonuçlanmadı. Yani sözde doğrudan devlet tarafından işlenen cinayetlerin açığa çıkarılması amacıyla kurulan komisyon failleri yargılamak yerine korudu.

Goldstone Komisyonu fark yarattı

Yaşanan ağır hak ihlallerini gerçekten açığa çıkarmak için çaba sarf eden ilk resmi inceleme komisyonu, Goldstone Komisyonu oldu. Geçmişte işlenen suçlardan ziyade, o günlere odaklanan komisyonun önemli bir özelliği, müzakere sürecinde artan şiddete bir reaksiyon olarak kurulmuş olmasıydı. Zira o dönemde, ANC karşıtı Inkatha Özgürlük Partisi (IFP - ağırlıkta Zululardan oluşan bu parti antikomünist olup, birçok noktada devletle birlikte ANC’ye karşı çalıştı) ile ANC arasındaki çelişkiler şiddetlendi. Bu çelişkilerin bilinçli olarak müzakere sürecinde ANC’yi zayıflatmak amacıyla güvenlik güçlerince karıştırıldığı yöndeki kuşkular Ağustos 1991’de haftalık Weekly Mail gazetesinde yayımlanan bir dosya ile belgelenmiş oldu. Güvenlik güçlerinin, ANC’ye karşı düzenlenen ve ölümlerle sonuçlanan bir IFP gösterisinin masraflarını karşıladığı, yine o dönemde bilinçli olarak ANC’lilerin yoğun yaşadığı mahallelerde bombalı saldırılar düzenlediği ortaya çıkarıldı.

Hiçbir yerde müzakere süreçleri sorunsuz ilerleyememiştir ve her zaman bu süreçleri sabote etmek isteyen güçler ortaya çıkmıştır. Bu sabotaj çabaları genelde ise yoğunlaştırılan bir şiddetle ve yaratılmak istenen çelişkilerle yürütülür. Güney Afrika’da da öyle. Ancak barışı konuşabilmek için şiddetin durdurulması gerekiyor. Bu amaçla 14 Eylül 1991’de bütün partilerin davet edildiği bir barış konferansı gerçekleştirildi. Bu konferansta ‘Ulusal Barış Sözleşmesi’ çıkarıldı. Richard Goldstone başkanlığında kurulacak inceleme komisyonunun görevleri bu sözleşmede tanımlandı.

Yetki alanı 17 Temmuz 1991’den sonra yaşanan hak ihlalleri ile sınırlı olan Goldstone Komisyonu, aynı zamanda şiddetin nedenlerini de incelemekle görevliydi. Önceki komisyonlarla kıyaslandığında, yetkileri oldukça geniş idi; şahitlik yapabilecek insanları ceza tehdidi ile ifadeye çağırabiliyordu. Öyle ki, jandarma istihbaratının gizli bürosunu bulup baskın düzenleyebildi.

Özellikle devletin içindeki gizli yapılarla ilgili kapsamlı raporlar hazırlayan komisyon beklentilerin tümünü karşılayamayıp, buzdağının ancak tepesine dokunabildi. İncelediği hak ihlallerinin sadece çok ufak bir kısmı mahkemelerde davalara dönüşebildi. Ancak buna rağmen Goldstone Komisyonu hem tabuların yıkılması konusunda çok önemli çalışmalar yürütmüş olup, daha sonra kurulacak olan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu için bir zemin döşemiş oldu.

ANC de kendi zemininde işlenen suçları soruşturdu

1980’li yıllarda da kendi içinde işlenen suçları araştırmak amacıyla iki inceleme komisyonu kuran ANC, iç ve dış baskı nedeniyle 1992’de kapsamlı bir komisyon kurdu. ANC’nin yürüttüğü iç tartışmalar sonucu kurulan komisyonun başında avukat Thembile Louis Skweyiya yer alıyordu. Komisyonun görevi, ANC kamplarında işlenen suçları araştırmaktı. Ancak komisyonda yer alan 3 kişiden 2’sinin ANC üyesi olması nedeniyle komisyona temkinli yaklaşıldı. Bunun üzerine ANC’nin çağrısı üzerine Uluslararası Af örgütünden bir temsilci, ifadelerin alındığı oturumlara katıldı. 16 eski ANC esiri komisyona ifade verirken, ANC’lilerin uyguladığı işkence yöntemleriyle ilgili 74 sayfalık bir rapor hazırlandı.

Komisyonun görevi eski esirlerin şikayetlerini incelemekle sınırlı tutulduğundan infazlarla ANC denetiminde yaşanan ‘kayıp’lar açığa çıkarılmadı. Yine sorumluların isimleri açıklanmayıp, gizli bir dosya olarak sadece Nelson Mandela’ya verildi. ANC kamplarındaki kötü muamele ve işkence olaylarından sorumlu kişilerin kurulacak hükümette önemli bir göreve getirilmemesi yönde tavsiyede bulunan komisyon, daha kapsamlı incelemeler için bağımsız bir yapının oluşturulmasını önerdi. Rapor açıklandıktan sonra Nelson Mandela ANC yönetimi adına kamplarında işlenen suçların sorumluluğunu üstlendi.

Ardından kurulan ikinci komisyonun başında işadamı Samuel M. Motsuenyane yer aldı. Bu ikinci komisyonun hiçbir üyesi ANC’ye bağlı değildi. İlk komisyondan farklı olarak bu kez hazırlanan raporda sorumluların isimleri de açıklandı. Bunların arasında, şu anki Cumhurbaşkanı Jacob Zuma da yer alıyordu. ANC rapora yanıt olarak yaptığı kapsamlı yazılı açıklamada komisyonun tespitlerini kabul ederken, kamplarındaki kötü muamele ve işkencenin sistematik bir politika olarak yürütüldüğünü ise kabul etmedi: „Son yıllarda ulusal kurtuluş mücadelelerinde yaşanan hak ihlalleri ile ilgili yapılan araştırmalarda, örneğin Şili’de ve El Salvador’da, kurtuluş güçlerinin işlediği ihlallerin, gayrimeşru ve otoriter rejimlerin işlediği hak ihlallerinin toplamının sadece çok ufak bir oranını oluşturduğu görüldü. Güney Afrika’daki durumun bundan farklı değil.“ ANC’nin de suç işlediği bir gerçek iken, bunlar devlet tarafından antipropaganda aracı olarak çok yoğun kullanıldı.

ANC tarafından oluşturulan bu ikinci komisyon da beklentileri büyük oranda tatmin etmediyse de, önemli bir adımı teşkil ediyor. Zira ondan önce hiçbir ulusal kurtuluş mücadelesi o düzeyde kendi içinde yaşanan hak ihlalleri araştırmamıştı. Ve bir de şu açıdan çok önemliydi: ANC, hükümetin bu süreçten siyasi rant sağlama girişimlerine karşı, stratejik açıdan da çok yerinde bir talepte bulundu: Yaşanan bütün insan hak ihlalleri inceleyecek bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun kurulması!

7 Mart 2011'de Yeni Özgür Politika'da yayınlandı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder