Güney Afrikalı hukukçuların, Kürt sorununa ilişkin hazırladıkları son raporda, çözüm için topun AKP Hükümeti ve Erdoğan’da olduğu vurgulanıyor. Raporda, Erdoğan’dan “dönülmeyecek kararı verme cesaretini göstermesi” isteniyor.
Güney Afrika merkezli Uluslararası İnsan Hakları Avukatları Heyeti, Türkiye’deki Kürt sorunu ile ilgili üçüncü raporunu yayınladı. Çözüm sürecine girilmesi için 7 tavsiyede bulunan raporda, adım atması gereken tarafın Türk hükümeti olduğu ifade ediliyor. Raporda, Kürt haülk Önderi Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılacağı garanti edilmeden gerilla güçlerinin silah bırakmasının sağlanılamayacağına vurgu yapılıyor.
Rapor, heyetin üyesi olan Güney Afrika Yüksek Mahkeme Yargıcı Essa Moosa’nın, 18 Nisan-6 Mayıs 2011 tarihleri arasında Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da yaptığı görüşmeler ve edindiği izlenimler doğrultusunda Cape Town Yargıcı ve Güney Afrika Ulusal Demokratik Hukukçular Birliği Başkanı Dr. Joey Moses tarafından kaleme alındı. Nelson Mandela ve Desmond Tutu’nun avukatlığını yapmış olan Essa Moosa, Türkiye’deki Kürt sorununun çözümü yönde herhangi bir ilerlemenin olup olmadığını incelemek üzere gittiği Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da, ‘KCK Davası’nı izlemişti, çok sayıda aktivist, politikacı, belediye başkanı, yerel yönetim temsilcisi, hukukçu, gazeteci, akademisyen ve sivil toplum örgütü temsilcisi ile görüşmüştü.
Erdoğan Botha mı, de Klerk mi olacak?
22 sayfalık raporda Kürt sorununun çözümü için topun Türk Başbakanı Tayyip Erdoğan’da olduğu ifade ediliyor. Zira ‘Başbakan Erdoğan dönülmeyecek bir kararı verecek mi?’ başlığını taşıyan bölümde, Apartheid rejiminin son Devlet Başkanı Frederik Willem de Klerk örnek veriliyor. Bu nokta enteresan, zira Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatlarıyla yapmış olduğu son görüşmesinde „Mandela’nın rolünü oynaması için de Klerk de önemli şeyler yapmıştı. Türkiye’de de Klerk rolünü oynayacak kimse yok. Bırakın de Klerk’i, Erdoğan şu anda Çiller rolüne soyunmuş“ sözleriyle, çözüm konusunda ilerleme sağlanabilmesi için Erdoğan’ın oynaması gereken rolü vurgulamıştı.
Erdoğan’ın başbakan olarak sorunu ciddiyet ve aciliyetle ele alma yükümlülüğüne sahip olduğuna vurgu yapan raporda, „dönülmeyecek kararı verme cesaretini göstermek zorunda“ deniliyor. Ayak direrse, de Klerk’ten önceki Devlet Başkanı, ‘büyük timsah’ lakaplı P.W. Botha ile aynı kaderi paylaşacağına dikkat çeken raporda, devamla şu benzetme yapılıyor: „1985’te P.W. Botha’ya, Güney Afrika’da geri dönülemez kararı verme imkanı verilmişti. Dünya, onun demokratik reformlar ilan etmesini beklerken, o inat etti ve Günay Afrika tarihine adını yazdırma şansını böylece kaybetti. Ardından gelen de Klerk ise bu şansı değerlendirdi.
Adım atma sırası hükümette
De Klerk, 2 Şubat 1990’da parlamentoda yaptığı çok esaslı konuşmasında, Mandela da dahil siyasal tutsakların serbest bırakılacağını, örgütler üzerinde yasak kararlarının kaldırılacağını, sürgündekilerin dönebileceğini, OHAL’e son verileceği ve hükümeti ile özgürlük hareketleri arasında siyasi diyalog için alan açılacağını açıklamıştı. Dönülmeyecek kararı verme cesaretini gösterdi ve Mandela ile birlikte Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Belki Erdoğan da, Güney Afrika tarihinden ders çıkarıp adını ülkesinin tarihine yazdırabilir.“
Bu hususlar gözden kaçmamalı!
Unutulmaması gereken bir husus, izlenimleri ile raporun zeminini oluşturan Yargıç Essa Moosa’nın kimliği. 1960’lı yıllarda kurduğu avukatlık bürosu ile Apartheid’e karşı hukuk mücadelesini başlatan Moosa, tutukluluk yıllarında avukatlık ettiği Mandela’nın devletle müzakerelerine bizzat şahit olarak, orada da epey zigzaglı ilerleyen süreci bilen ve benzerlikleri görebilen bir isim. Bu nedenle, raporda yer alan tavsiyeleri ayrı bir önem taşıyor. Yine gözden kaçırılmaması gereken bir ayrıntı, ‘İleriye giden yol’ başlığını taşıyan bölümdeki tavsiyelerin Erdoğan’a ve onun şahsında hükümete yönelik olduğu. Buradan, sürecin ilerleyebilmesi için görevin tamamen hükümet tarafına düştüğü sonucu çıkıyor. Bu sonuç, Abdullah Öcalan’ın son görüşmesinde söylediği „Benim yapacaklarım bitti“ uyarısı ile örtüşüyor.
Müzakere için Öcalan serbest bırakılmalı
Güney Afrika’da, müzakere sürecinde güvenlik güçleri çevresinden sorunun çözümünü engellemeye dönük ciddi çabaları sonucu, sadece 1989-1994 yılları arasında 8 bin insan hayatını kaybetmişti. Dr. Joey Moses tarafından kaleme alınan raporda, Türkiye/Kürdistan açısından da bu tehlikeye dikkat çekiliyor. Zira, özellikle son 2 ayda yaşanan gelişmeler (vekillerin serbest bırakılmaması, Hatip Dicle’nin vekilliğinin düşürülmesi, halka yönelik ölümle de sonuçlanan saldırılar, askeri operasyonlar vs.) bu tehlikenin ne denli reel olduğunu gösteriyor. Raporda, şu vurgu yapılıyor: „Sağ kanatta, özellikle güvenlik güçleri arasında Kürt sorununun çözümünü sabote etmek isteyen unsurlar bulunabilir. Halkın siyasi iradesi, yetkisi olmadan hareket eden böylesi unsurlarca bozulmaması için, bunların nötralize edilmesi şart.
Raporun son bölümünde ise Abdullah Öcalan’ın konumu ve tutukluluk koşulları ele alınıyor. Öcalan’ın tutuklu bulunduğu müddetçe ve serbest bırakılacağı garanti edilmeden gerilla güçlerinin silah bırakmasını sağlayamayacağına vurgu yapan rapor, aynı durumun Güney Afrika’da da yaşandığına dikkat çekiyor: „O dönem yasaklı olan ANC’nin silahlı mücadele yürüttüğü ve Mandela’nın tutuklu olduğu bir süreçte Apartheid rejimi ve ANC arasında görüşmeler başladı. Düşmanlık, ANC üzerindeki yasak kaldırıldıktan, Mandela serbest bırakıldıktan ve barış komiteleri kurulduktan sonra bir kenara bırakıldı. Barış komitelerinden biri, Mandela öncülüğünde Apartheid karşıtı güçleri temsil ederken, bir komite de de Klerk öncülüğünde Apartheid güçlerini temsil etti. Bu barış komitelerinin işlevi, taraflar arası düşmanlığı sona erdirmek, özgürlük hareketlerinin silahlı güçlerini Güney Afrika Savunma Gücü’ne entegre etmek ve yeni demokratik bir dağılım için müzakere etmekti.“
Sonuç olarak Kürt sorununun çözümü için koşulların hiçbir zaman bu denli olgunlaşmadığı belirtilen raporda, seçmenin meclise sorunu siyasi yollarda çözme yetkisini verdiği ifade ediliyor. Bunun için de, topun Erdoğan’da olduğu vurgulanıyor.
Tavsiyeler şöyle:
- Erdoğan öncelikle devlet yetkilileri tarafından Kürt lideri Abdullah Öcalan ile yürütülen görüşmelerin siyasi sorumluluğunu üzerine almalı. Heyetin kime karşı sorumlu olup rapor verdiği belli değil. Müzakere süreci siyasi bir mesele olduğundan, siyasi baş nihayetinde sorumludur.
- Türk Meclisi, bütün seçilmişlerin dokunulmazlığını güvence altına alıp, Hatip Dicle’den özür dilemeli. Türkiye böylece mecliste ifadesini bulan halkın iradesi üzerinden siyasi çıkmazı siyasi bir şekilde çözmüş olur.
- Meclis, Kürt sorununun çözümü için meclise tavsiyelerde bulunmakla görevli çok partili bir parlamenter komiteyi kurmalı. Müzakereler için gerekli olan iklimin yaratılması göz önünde bulundurulmalı. Aynı şekilde örgütler üzerinde yasakların iptal edilmesi, siyasi tutsakların serbest bırakılması, siyasi davaların durdurulması, sürgündekilerin dönüşü, yeni ve demokratik bir anayasanın hazırlanması gibi adımlarla, müzakereler önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor.
- Meclis, yeni sivil ve demokratik anayasanın demokratik bir yönetim sistemine denk düşmesini güvence altına almalı. Anayasa, kültür, dil ve inanç farklılıklarını korumalı, anadilde eğitim hakkını içermeli, bütün sivil toplum organlarını koruma altına almalı. Anayasa sürecine bütün azınlık partilerinin katılımı sağlanmalı.
- Anayasa kuvvetler ayrılığı güvence altına almalı. Bütün yönetim aşamaları şeffaf olmalı. Efektif bir idare için yetkiler ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde devredilmeli. Kürt halkına belli ölçüde özerklik tanıyan Lozan Antlaşması ile 1921 Anayasası dikkate alınmalı.
- Erdoğan, kurulması tavsiye edilen çok partili parlamenter komitenin ordu, polis ve diğer güvenlik birimleri gibi PKK ve KNK temsilcileriyle görüşmesini güvence altına almalı. Böylece, bütün tarafları bağlayan ve bütün aktörlerin içinde yer alacağı geniş kapsamlı bir uzlaşma sağlanabilir.
- Erdoğan, bu sürecin bütün yurttaşlar için açık ve şeffaf ilerlemesini sağlamalı. Bu şekilde toplum psikolojik olarak sorunun çözümüne hazır hale de getirilir.
MERAL ÇİÇEK/Yeni Özgür Politika - 5 Ağustos 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder