Mary Burton |
Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun 18 üyesinin tümü sıradışı bir biyografiye sahip iken, en dikkat çekici simalarından biri kuşkusuz Mary Burton’dur. Onun adı aslında Maria’dır ve Güney Afrikalı değil, Arjantinlidir. 1940 Buenos Aires doğumlu Burton, 21 yaşındayken darbelerle çalkalanmaya başlayan ülkesini terk edip bir başka darbenin yaşandığı Güney Afrika’da Apartheid rejiminin işlediği insanlık suçuna şahit olur. Çok geçmeden, 1955 yılında ağırlıkta orta sınıfına mensup beyaz kadınların kurmuş olduğu Black Sash (Siyah Kuşak) – Kadınların Anayasayı Savunma Ligi’ne katılır. Apartheid’e karşı barışçıl eylemlerle mücadele veren bu kadın örgütüne 1986-1990 yılları arasında başkanlık eden Burton, 30 yıldan fazla bir süre boyu kesintisiz bir şekilde farklı farklı platformlarda Apartheid’e karşı mücadele eder. Bu kimliğiyle Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’na seçilir. Mary Burton ile komisyonun başarılarını, eksikliklerini ve çıkarılabilecek dersleri konuştuk.
Sayın Burton, Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun üyesiydiniz. Komisyon kurulmadan önceki tartışma sürecinden bahseder misiniz?
Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu aslında birkaç farklı süreçten ortaya çıktı. Bir tarafta 1990 ile 1993 yılları arasında tarafların yürütmüş olduğu müzakerelerin son aşamalarında sağlanan af antlaşmasının sonucu olarak kuruldu. 1994’teki ilk gerçek demokratik ulusal seçimlerin zeminini yaratan, CODESA görüşmeleri olarak bilinen bu müzakereler oldu. Bu müzakereler o yıllarda birkaç kez tıkanıp bozuldu. Affın kabul edilmemesi durumunda, seçimlerin barışçıl bir şekilde sonuçlanmasına engel oluşturacak bir sağ kanat güçlenmesinin yaşanabileceği yönde çok da reel bir korku vardı. Diğer yanda, sivil toplum içinde örgütler arasında geçmişte yaşanmış insan hak ihlallerine nasıl yaklaşılması gerektiği yönde yoğun tartışmalar yürütülüyordu. Yine, özellikle Latin Amerika’daki değişik mekanizmaların ele alındığı konferanslar düzenlendi. Bu iki süreç, 1994’te Mandela başkanlığındaki yeni hükümet kurulduğunda birleşti. Bu yeni süreçteki ilk adalet bakanımızın kendini insan haklarına adamış bir insan olması büyük bir şanstı. Kendisi, Ulusal Birliğin Desteklenmesi ve Uzlaşma Yasası 1995’te meclisten geçinceye kadar yasa tasarı sürecini yönetti.
Diğer ülkelerdeki benzer komisyonları kıyasladığınızda, Güney Afrika’daki uzlaşma anlayışında bir fark görebiliyor musunuz? Güney Afrika kültürünün veya dini değerlerin bu konuda rol oynadığını söyleyebilir miyiz?
Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu laik bir komisyon olmasına rağmen, bence dini değerlerin hem yöntem ve hareket tarzında hem de uzlaşma, barışma arayışında bir araç olarak bu kadar geniş bir kesim tarafından kabul görülmesinde belli bir rol oynamış olduğu söylenebilir. Güney Afrika kültürünü oluşturan çok sayıda inanç var ve bunların tümü bu inançlara sahip insanlar için önem arz ediyor. Ama sonuçta uzlaşma sorunu farklı boyutları da içeriyor. Örneğin barışa duyulan özlem, barış arzusu. Yine mahkemeler yoluyla adalet ve cezalandırma arayışının her zaman tatmin, hoşnutluk, memnuniyet duygusunu getirmediği, defterlerin bazen kapatılamadığı gerçeğinin kabul edilmesi gerekiyor. Bazen suçlu olduğunu düşündüğümüz kişileri mahkum etmek için yeterli düzeyde delil bulunamaz, tanıklık yapacak yeterince insan olmaz. Yine her suçun, her hak ihlalinin cezalandırılması mümkün değil. Bütün bu hususların da dikkate alınması gerekiyor.
Geriye baktığınızda, ne gibi hata veya eksiklik görebiliyorsunuz? Ve komisyonun temel başarısı sizce neydi?
Komisyonun temel başarısı, yaşanan binlerce insan hak ihlalinin kamuoyu önünde teşhir edilmesi, açığa çıkarılmasıydı. Toplumun o gerçekle yüzleştirilmesiydi. Geçmişin inkar edilmesinin veya sorumluluktan kaçılmasının önüne geçilmesiydi. Tabii aydınlığa kavuşturulmayan çok şey kaldı ve birçok insan, kendi hikayeleri anlatılmadığı için veya adaletin peşine düşmeleri mümkün olmadığı veya hayatları Apartheid yıllarına göre çok da değişmediği için tatmin olmadılar, hoşnut değiller.
Hayal kırıklıklardan biri de, hükümetin, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun kendilerine sunmuş olduğu tavsiyeleri mecliste tartışmayı uzun bir süre erteletmiş olmasından kaynağını alıyordu. Yine komisyonun tavsiyelerine net ve tutarlı bir şekilde uymaması, tavsiye edilenin epey altında kalan tazminat paketleri tasdik etmesi hayak kırıklığına neden oluyordu. Başka bir hayal kırıklığı da insan hakları ihlal ettikleri sanılan ama af dileme imkanından yararlanmak için başvurmayan insanların çok az bir kısmının cezalandırılmış olmasından kaynağını alıyor.
Güney Afrika’daki barışma sürecinin sonlandığını düşünüyor musunuz? Kapalı bir süreçten bahsedebilir miyiz?
Uzlaşmanın, barışmanın gerek Güney Afrika’da gerekse de dünyanın başka yerlerinde uzun ve yavaş ilerleyen bir süreç olduğunu düşünüyorum. Bir hakikat komisyonu ile neye ulaşılabilir? Sorunun bütün taraflarında yer alan vatandaşların birbirini daha iyi anlayabilmesine destek sunarak, yapılan kötülükleri itiraf ederek ve bunların bedelini ödemenin, bunları bir şekilde telafi etmenin veya tazmin etmenin yollarını arayarak böylesi bir sürecin zemini oluşturulabilir. Güney Afrika’da uzlaşmayı, barışmayı hala zorlaştıran nokta, devam eden büyük sosyoekonomik eşitsizliktir. Bu eşitsizliği aşmadan kapanmış bir süreçten söz etmemiz çok zor.
Peki şu an bir Hakikatleri Araştırma ve Adalet Komisyonu’nun kurulmasını talep eden Kürtlere hangi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Her ne kadar bir ülkenin modelini farklı bir ülkeye nakletmek mümkün değilse de, çıkardığımız bazı derslerin olduğunu düşünüyorum. Bir hakikat komisyonu, toplumun bütün kesimlerinin önceden dahil edildiği ve bu sürecin taşıdığı hedefi tam anladığı, algılayabildiği zaman yararlı olabilir. Yeterli derecede geniş bir kesim sürece katılmak için önceden buna hazırlanmalı.
Sürecin kendisi fazlasıyla uzun sürmemeli. Çünkü acılıdır ve geçmişin hatırlatıcısıdır. Çatışmalı süreç sona erdikten sonra, mümkün olduğu kadar erken başlatılmalı. Ve geriye yarım kalmış işler bırakmamaya özen gösterilmeli. Kurulacak komisyondan gelecek tavsiyelere veya komisyon çalışmalarını takip edecek davalara nasıl yaklaşılacağı konusunda belli bir anlaşmanın olması gerekir. Hatta mümkünse bir zaman sınırının belirlenmesi faydalı olabilir. Komisyonu oluşturan insanlar bir tarafın partizanı olmamalı, toplumda böyle bir kanı olmamalı. Komisyon üyelerini belirlerken izlenilen süreç açık ve şeffaf olmalı.
Son olarak size şunu sormak istiyorum: Komisyon üyesi olarak, Güney Afrika’nın yarasını oluşturan yüzlerce kişisel öykü dinlediniz. Bu süreç sizi değiştirdi mi?
Yaşadığımız bu deneyimin komisyonda yer alan herkesi şu veya bu düzeyde değiştirdiğinden eminim. Ben şahsen komisyona girmeden önce işlenen bütün o suçlar hakkında fikir sahibi olduğumu düşünüyordum. Fakat işlenmiş olan suçların çıplak hacmi zaman zaman kahredici oluyordu, anlatılanları kaldıramaz oluyordum. Ama o süreçte üzerimde en fazla etki bırakan, o kadar çok insanın göstermiş olduğu cesaret ve sabrıydı, gösterdikleri tahammül, dayanıklılık. Ve gerçeğin ortaya çıkarılıp anlatılmasının güvence altına alınması, olup bitenlerin mümkün olduğunda eksiksik kayda geçirilmesi için göstermiş oldukları sorumluluk duygusu. Bu insanların ülkeye muhteşem bir hizmette bulunduğuna ve bunun için onurlandırılmayı hak ettiklerine inanıyorum.
Bir barışma hikayesi
Apartheid rejimine karşı silahlı mücadelede komutanlık etmiş olan Faried Ferhelst, bu mücadenin izini yüzünde taşıyor. Her sabah aynaya baktığında, sağ yanağındaki uzun yara izini gördükçe, o yılları hatırlıyor. Söyleşiyi gerçekleştirmek için belirlediğimiz yere bir ‘beyaz’ ile geliyor. Adı Chris Bosman. Ataları Hollandalı. „Beynimizi yıkadılar“ diyen Bosman ile Ferhelst, bugün Cape Town’un townshiplerinde çalışıp, burada kalkınmayı amaçlayan projeler geliştiriyorlar. Sohbet esnasında Bosman, „Bundan bir yıl önce o townshiplere giremezdim bile. Ama bugün, onlardan biriyim. Apartheid’in yarattığı sistematik yoksulluğa karşı genç kuşağa bir perspektif vermek için birlikte çalışıyoruz“ vurgusunu yapıyor. Faried Ferhelst ile Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nu konuşuyoruz. Anlattıkça, komisyona karşı içinde çok tepki biriktirdiği anlaşılıyor. Komisyonun kazanımlarını yadsımıyor; tersine, önemsiyor. „Kürtler, bizim yaptığımız yanlışlara düşmesin. Olumsuz yönlerini anlatmamım sebebi bu, ki ders çıkarılabilsin“ diyor. Faried Ferhelst 40’lı yaşlardadır. Genç sayılabilecek bir yaşta, 20’lerinde Afrika Ulusal Kongresi saflarında silahlı bir birliğe komutanlık etmiş. Son kuşak komutanlardandır. Güney Afrika’nın geçmişi ile hesaplaşma süreci başladığında hem kendisi Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’na gidip ifade vermiş, hem de savaşçılarına komisyona gitmelerini söylemiş. Burada bir parantez açmak gerekir. Komisyon, hakikatlerin açığa çıkarılması için kurulmuştu. Güney Afrika’da insanlık suçu işlenmişti. Sayısız işkence, yargısız infaz, faili meçhul cinayet... Bunları işleyen de Apartheid rejimi, yani devlet değil miydi? Dolayısıyla ifadeye gitmesi gerekenler de işkenceciler, polisler, paramiliter güçler, askerler değil miydi? „Ülke değişmeye başladığı dönemde çok fazla söylenti ortalıkta dolaşıyordu. Bunlardan biri de, aktif mücadeleye katılmış olanların da cezalandırılacağı yöndeydi. Biz açıkçası cezalandırılmaktan korktuğumuz için komisyona gittik, bildiklerimizi anlattık.“ Güney Afrika’daki geçmişle hesaplaşma sürecinden bahsedildiğinde, genelde iki kesime odaklanılır. Apartheid rejiminin insanlık dışı uygulamalarını temsil eden siyasiler, polisler, güvenlik güçleri ile işkence gören, öldürülen siviller, onların yakınları. Ama bir de Apartheid’e karşı silahlı direniş içinde yer alan on binler vardı. Onların statüsü ne? Mağdurlar mı, suçlu mu? Evet, onların tarafında da suç işleyenler oldu. Ama bütün bunlar ülkenin özgürlüğü için değil miydi? Ferhelst’in anlattıklarından, Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun, daha doğrusu ANC hükümetinin geçiş sürecinde ve sonrasında ihmal ettiklerini okumak mümkün - özellikle silahlı direnişte yer alanlar açısından. „Kendi hikayemi anlatmak için komisyona gittim. Ve ayrıca cezalandırılmayacağımdan emin olmak için. Yaptıklarımdan utanmıyorum“ diyor ve devam ediyor: „Bize bir kağıt parçası verildi. O kağıt, iyilerden olduğumuzu belgeliyordu. Ama bu süreç daha fazla mağdur yarattı. Çünkü o süreçten sonra birçok insan öyle ortada bırakıldı.“ Ferhelst konuşmamız boyunca Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nu reddetmediğini, tersine önemsediğini vurguluyor. „Ama başka ülkelerin bizim deneyimimizden ders çıkarması gerekiyor“ diyor ve yaşadığı hayal kırıklığı somutlaştırıyor: „Şunu gözönünde bulundurmanız gerekiyor; bizim savaşçılarımızın çoğu eğitimsizdi. Dolayısıyla birçok insan bu sürecin onları bir şekilde güçlendireceğini, bir perspektif sunacağını bekliyordu. Tek tek bireylere de bakmak zorundayız. Bu ülkenin sokaklarında binlerce eski yoldaş var. Bu insanlar benimle birlikte savaştı ama kriminal suçlu oldular. Suç işlemeyi tercih ettiklerinden değil, umutsuzluktan. Militanlar gerçek anlamda topluma yeniden entegre edilmedi. Bu eksiklikleri görmek gerekiyor.“ Faried Ferhelst, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun model olarak iyi olduğunu, fakat uygulamada ciddi eksiklikler barındırdığını düşünüyor. „Hala bilmediğimiz çok şey var“ diyor. Komisyonun ciddi kazanımlar yarattığının da altını çizen Ferhelst, Kürtlerin daha avantajlı bir noktada durduğunu, hem hareket hem de halk düzeyinde daha derinlikli bir yaklaşım gördüğünü belirtiyor. Ve birden Öcalan’a dönüyor: „O bilinç bir kere oraya gelmişse, olaylar o zaman değişmeye başlayacaktır. Onlar Öcalan’ı daha fazla tutamayacaklardır.“ Son olarak Faried Ferhelst’e, geçmişle hesaplaşma ihtiyacının hala olup olmadığını soruyorum. „Evet. İnsanlar o ihtiyacı hala hissediyor“ diyor.
9 Mart 2011'de Yeni Özgür Politika'da yayınlandı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder