SlutWalk adıyla Kanada'dan dünyanın dört bir yanına yayılan 'kaltak yürüyüşleri'nin ortak sloganı: Bedenimiz bizimdir, dokunmayın!
Bazen bir cümle, hatta sadece bir kelime bile dev bir dalganın yükselmesine neden olabilir. Dünyayı saran SlutWalk (kaltak yürüyüşü) de öyle. Artık uluslararası bir fenomen haline dönüşen bu yürüyüşleri tetikleyen, bir polisin sözleri olmuştu. Hatırlanırsa, Kanadalı polis Michael Sanguinetti, Ocak ayında Toronto Üniversitesi'nde hukuk öğrencilerine verdiği 'suç önleme' konulu seminerde şöyle bir cümle kullanmıştı: "Bana bunu söylememem tavsiye edildi ama yine de söylüyorum: Kadınlar tacizden kaçınmak için kaltak gibi giyinmemeli."
(Burada, 'kaltak gibi giyinme' ifadesinin başlı başına problemli olduğunu belirtelim.)
Dört bir yanda yürüyüşler
Sanguietti'nin bu cümlesi, yaşadığımız iletişim çağında Twitter ve Facebook gibi sosyal paylaşım ağları ile bloglar üzeri hızla yayıldı. Kadınlar, tepkilerini sanal alemde dile getirmekle kalmayıp, Sanguinetti'nin tek cümleyle özetlediği zihniyete karşı eylem çağrısında bulundu. Slogan; "Hepimiz kaltağız!" Sosyal ağlar üzeri eylemi tertipleyen Kanada'daki kadınlar 100 kişinin gelmesini beklerken, 3 Nisan'da Toronto sokaklarına 3 bin kadın çıkıp, "Bedenim benimdir" dedi. Çok geçmeden SlutWalk eylemi giderek yayıldı; önce Kanada ve ABD'de, ardından dünyanın dört bir yanında kadınlar çıplak göbeklerine 'kaltak' yazarak, hakim toplumsal algının 'açık giyinmek' dediği şeyin cinsel taciz ve tecavüze davetiye olmadığını haykırdı.
Sıra Almanya'da
SlutWalk geçtiğimiz ay Avrupa'ya da ulaştı, eşzamanlı olarak Amsterdam, Kopenhag, Stockholm, Newcastle, Cardiff ve Glasgow'da yürüyüşler yapıldı. Ardından İngiltere'nin başkenti Londra'daki yürüyüş, 5 bin katılımcı ile yeni bir düzeye ulaştı. Ama mesele sadece nicelik değil. Örneğin, 16 Temmuz'da Güney Kore'nin başkenti Seul'de sadece 70 kadının katıldığı eylem, bütün ülkede geniş yankı yaptı. Güney Afrika, Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Arjantin, Honduras ve Hindistan gibi ülkelerden sonra, şimdi ise sıra Almanya'da. 13 Ağustos'ta tek bir merkezde değil, Bad Oldesloe, Berlin, Bielefeld, Bremen, Frankfurt, Freiburg, Hamburg, Hannover, Leipzig, Münih, Münster, Passau, Ruhr Bölgesi ve Stuttgart'ta yürüyüşler yapılacak.
'SlutWalk' evrenselleşiyor
Şimdiye dek yapılan yürüyüşlerin büyük bir kısmında, 'Nasıl giyinsem de, nereye gitsem de, evet evet demek, hayır hayır demek' yazılı pankartlar taşındı. İngilizce'de 'date rape' diye tabir edilen sevgili/eş tecavüzüne karşı geliştirilmiş bu slogan, feminizmin ikinci dalgasında; daha doğrusu 1970'li yıllarda kullanılmaya başladı ve dünyanın dört bir yanındaki kadın aktivistler tarafından sahiplenildi.
Feminizm -bilindiği gibi- farklı akımlara sahiptir. Tek bir feminizmden söz edilemez. Ama bunun ötesinde, ulusal ve uluslararası kadın hareketleri -en geç 1995 yılında Pekin'de yapılan 4'üncü BM Dünya Kadınlar Konferansı ile birlikte- evrensel veya uluslarüstü bir kadın hareketinden söz edilip edilemeyeceği çokça tartışıldı, hala tartışılıyor. Kuzey-güney eğimi, iktidar ilişkileri, 'beyaz feminizm', geleneksel yaklaşımlar vb. hususlar, o günden bu yana hala dünya kadınlarının birliği önünde engel olarak görülen noktalar. Bu konuyu burada tartışmak, yazının sınırlarını aşar. Fakat şu husus kanımca dikkat çekici: Dünyanın dört bir yanındaki kadınlar, kendi yerellerinde bir eylemi evrensel bir boyuta taşıyor. Londra ile Sao Paulo, Aotearoa ile Cape Town'daki kadınlar, Kanada'daki polisin dile getirdiği, ancak bütün kadınların düşmanı olan ataerkil-cinsiyetçi zihniyete ortak tepki gösteriyor.
'Cinsiyetçilik, toplumsal bir hastalık'
Peki hemen hemen her haftasonu yapılan bu yürüyüşlere katılan kadınların talepleri ne? Taşınan dövizler ipucu veriyor. Güney Koreli bir kadın, Seul'daki yürüyüşte dekoltesinin üzerine "Dokunma!" yazarken, aynı eylemde Uluslararası Af Örgütü'nün 'Kadınlara yönelik şiddeti durdurun' kampanyasının afişi taşındı. Sydney'de 'Mağdurların suçlanmasına son verin' yazılı kırmızı pankart açıldı, Glasgow'da 'Bu tecavüze davetiye değil' yazılı döviz taşındı. Kadınların rengarenk kıyafetlerle ve yaratıcı dövizlerle katıldığı yürüyüşlerin birinde, 'Cinsiyetçilik toplumsal bir hastalıktır' yazılı sarı döviz taşındı. Yine başka bir eylemde çekilen fotoğrafa yansıyan dövizlere yazılı olanlar, dikkat çekiciydi: 'HİÇBİR ŞEY cinsel tacize davet etmez', 'Mağduru değil, sistemi suçla', 'Kahrolsun tecavüz kültürü', 'Erkekler de, çocuklar da tecavüze uğruyor. Onlar da mı memelerini gösterdi?', 'Kıyafetlerimizi denetlemeyi bırakın, sokakları denetleyin', 'Hiçbir mağdur suçlanamaz'.
Tecavüze davetiye çıkarmak mı?
Cinsel taciz ve tecavüze uğrayan hiçbir kadın suçlu olamaz. Hiçbir tecavüzcünün suçu 'ama kadının o saatte sokakta ne işi vardı?' veya 'böyle giyinirse olacağı odur' denilerek hafifletilemez. Kadın bedenini ve ruhunu işgal etme hakkını kendinde gören zihniyet, bu şekilde kendi failliğini ortadan kaldırmaya çalışıyor, zira mağduru suçlu ilan ediyor. Fakat cinsel taciz veya tecavüz mağduru kadın açısından bundan daha ağır olan, hemcinslerinden de aynı yaklaşımı görmektir. Ve toplumsal cinsiyetçiliğin bu ifadesi, kadınlar tarafından da paylaşılıp yeniden üretiliyor. Dolayısıyla kadın kırımlarına neden olan bu zihniyetle etkili mücadele için öncelikle kadınlar bu algıyı terk etmeli. Bir erkeğin aklı, kadın bedeninin 'tabulaştırılan' bölgelerini gördüğünde cinselliğe gidiyorsa ve güdülerini kadına dokunarak, hatta ona tecavüz ederek tatmin etme hakkını kendinde görüyorsa, bu o erkeğin gericiliğidir, savunulacak veya hafifletilecek hiçbir yönü olmayan iğrençliğidir. Suçlu tutulması ve alenen teşhir edilmesi gereken, kadın bedenini böyle nesneleştiren zihniyettir, kadın değil. Ki, kadın da sözlü veya fiziki tacize, tecavüze uğramadan gece yarısında da sokağa çıkabilmeli. Bedenimiz bizimdir, cinsel fantezilerin projeksiyon alanı değildir.
MERAL ÇİÇEK
26 Temmuz 2011'de Yeni Özgür Politika'da yayınlandı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder