22 Tem 2011

Hapishanenin doğuşu ve İmralı Sistemi

Fransız filozof Michel Foucault (1926-1984), ‘Hapishanenin Doğuşu’ adlı eserini “meslek hayatının zirvesi” olarak nitelendirmişti. 1975 yılında yayınlanan bu eserinde, sanıldığının aksine cezaevlerinin tarihçesi anlatılmıyor. Foucault, bu çalışmasında iktidar olgusunu, iktidarın kullandığı teknikleri ve etkilerini inceliyor. Modern toplumu 'disiplin/kontrol toplumu' olarak isimlendiren düşünür, sözkonusu toplumu cezaevi, okul, kışla ve işletme örnekleri ile açımlıyor. Zira Foucault’a göre modern toplumun kendisi bir cezaevi. Şöyle der: “İktidarı kullananların görmezden gelinemez meydana çıkışı ile kendini gösteren iktidarın yerine, iktidarının objelerini gizliden gizliye sinsi bir şekilde nesneleştiren bir iktidar geçiyor. Gösterişli egemenlik sembolleri geliştirmek yerine boyunduruk altına alınan özneler hakkında bir bilgi birikimini şekillendiriyorlar.“ Modern toplumda uygulanan iktidar tekniklerini inceleyen Foucault, Panopticum metaforunu kullanır. Bu metafor ile görülmeden gözetim altında tutma olgusu dile getirilir. Bu kavramı hapishane özgülünde ele alacak olursak; özellikle ilkçağ Avrupası’ndaki cezaevleri ile ilgili gelişmelere bakmak gerekir. Zira bildiğimiz hapishane, modern dönemin bir aygıtıdır. Yeniçağın başına kadar batı Avrupa’da kiliselere bağlı hücreler, çalışma kampları ve halka açık infazlar yoğunluktaydı. Özellikle darağaçları bir gösteri mekanı olarak değerlendirilebilir. Ancak on sekizinci yüzyılın sonu, on dokuzuncu yüzyılın başında gösterilerin yerini hapsetme alır. Yoğun reformlar sonucu idam cezası yerine özgürlükten mahrum bırakma ve ıslah edici disipline geçme eğilimi ağırlık kazanır.

İktidar modeli olarak hapishane
Foucault’a göre on dokuzuncu yüzyılda Batı toplumlarında hapishanenin yaygın bir biçimde benimsenmesi iktidar alanlarındaki çok önemli bir geçiş dönemine işaret ediyor. “Temsili, sahne benzeri, anlamlandırıcı, kamusal kolektif model“e dayalı bir toplum düzeni tipinin ortadan kalkması ile bir başka “zorlayıcı, tüzel, tekil, gizli cezalandırma iktidar modeli“ ortaya çıkar. Fransız filozof eserinde disiplin ve gözetlemeyi hapishanenin iki temel özelliği olarak değerlendirirken, bunların sadece hapishaneye özgü olmadığını da vurgular. Artık “görünmezliği“ yoluyla uygulanan disiplinci iktidarın on dokuzuncu yüzyıl sanayi kapitalizminde öne çıkmış bir dizi başka organizasyonda da (fabrikalarda, okullarda, kışlalarda, bürolarda, hastanelerde vb.) yaygın olarak kullanıldığını belirtir. ‘Görünmez iken gözetleyen’ disiplinci iktidarı yaşayanlar ise bu yeni iktidar teknolojisine razı olmaktadırlar. Zira, bireylerin sürekli ‘gözetim altında’ olmaları gerektiği düşüncesi, disiplinin doğal bir parçasıdır. Dolayısıyla Foucault tarafından kullanıldığı biçimiyle Panoptizm, on sekizinci yüzyıldan itibaren Batı toplumlarında artan gözetim ve kontrol mekanizmaları ve bu bağlamda bireylerin sosyal uyarlığını tarif eder. Toplumu, yaşamın bütün alanlarında değişik kurum ve organizasyonlarla kontrol eden Panoptizm ayrıca “iktidarın mikro fiziğini“ ayarlar. Panoptizmin etkisi ise, bir bireyin sürekli gözetleniyor olma ihtimali yönündeki bilinçte saklıdır. Birey, gerçekten gözetleniyor olup olmadığından bağımsız olarak, kendini var olan normlara göre disipline eder.

Suçun cezalandırılması mı önlenmesi mi?
Foucault, Yunanca panoptes = ‘her şeyi gören’ kelimesinden türeyen Panoptizm kavramını geliştirirken, Panopticon isimli hapishane modelinden esinlenir. Bu modelin yaratıcısı ise İngiliz hukukçu ve sosyalreformcu Jeremy Bentham’dır (1748-1832). Klasik ütilitarizmin kurucusu sayılan ve sistematik hukuk pozitivizmin ilk savunucularından olan Bentham, İngiltere’de ceza hukuku ile ilgili tartışmalara aktif bir şekilde katılır. ‘Psikolojik baskı teorisi’ni benimseyen Bentham’e göre önemli olan suçun cezalandırılması değil, önlenmesidir. Ceza ise, potansiyel suçlunun suç işlemesini önleyecek bir faktör olarak değerlendirilmeli. Ceza infaz sisteminde reformların yapılmasını savunan Bentham, bu çerçevede tamamen gözetime dayalı bir hapishane olan Panopticon modelini geliştirir.

Panopticon modeli
Jeremy Bentham, geliştirdiği modeli mimari bir taslağa da kavuşturur. 1791 yılında hazırladığı taslakta cezaevinin kendisi halka biçimli bir binadır. Ortasında bir avlu ve avlunun ortasında bir kule vardır. Halka hem içeriye hem dışarıya bakan hücrelere bölünmüştür. Bu küçük hücrelerin her birinde bir mahkum vardır. Merkezi kulede ise gözetleyici gardiyan vardır. Her hücre hem içeriye hem dışarıya baktığından, gardiyanın bakışı tüm hücreyi kat edebilir. Hiçbir karanlık nokta yoktur ve sonuç olarak, bireyin yaptığı her şey gardiyanın bakışına açıktır. Bu gardiyan kendisinin her şeyi görebileceği, buna karşılık kimsenin kendisini göremeyeceği şekilde panjurlar, yarı açık bölme pencereleri arasından gözlemde bulunur. Sonuç olarak, çok sayıda mahkum tek gardiyan tarafından sürekli gözetlenebiliyor. Jeremy Bentham bu model ile, bütün mahkumların sürekli olarak kurallara uygun hareket etmesini sağlamak istedi. Çünkü kurallara uymadığında cezalandırılacak olan mahkumun gözetlenirken kural çiğnemeyeceğini düşünüyordu.

İktidarı zihinle uygulama yöntemi
Panopticon sadece mimari bir biçim olmayıp, aynı zamanda özelde bir yönetim biçimidir. İnsanların zihinleri üzerinde zihinle iktidar uygulama şeklidir. Tutuklu, kendinin gözlenip gözlenmediğini asla bilmezken, hep şüphe duyar. Böylece gözlenenler gözleyenin ne zaman kendilerini gözlediklerini bilmedikleri için davranışlarını sınırlamak ve sanki her an gözetleniyormuş kanısına kapıldıklarından, Panopticon disiplinini içselleştirirler. Bentham’in doğrudan angaje olmasıyla birlikte on dokuzuncu yüzyılın başında böylesi bir hapishanenin inşa edilmesi için çalışmalara başlandı. Fakat bu proje 1811 yılında tamamlanmadan durduruldu. Ancak Panopticon modeli sonraki yıllarda özellikle Batı toplumlarında uygulanan bir hapishane modeli oldu.

Sürekli gözetim ve tecrit
Bunlardan biri, ABD’nin Philadelphia kentinde bulunan Eastern State Penitentiary Cezaevi. 1822-1829 yılları arasında inşa edilen bu cezaevi yıldız şekline sahip. Bu cezaevi iki temel amaca göre inşa edilmişti. Bunlar; sürekli gözetim ve tecrit. 6 tane uzun yapı kanadının tam ortasında bulunan kuleden bütün cezaevi gözetlenebiliyordu. Tek kişilik hücrelerde kalan mahkumları ne kendi aralarında, ne de dış dünyası ile iletişim kurma olanağına sahiptiler.
Philadelphia’daki Eastern State Penitentiary Cezaevi daha sonra birçok cezaevi için model niteliğindeydi. İngiltere’nin başkenti Londra’da 1842 yılında inşa edilen Pentonville Hapishanesi ile Kuzey İrlanda’da yapımı 1819’da tamamlanan Armagh Gaol Cezaevi bunların arasında yer alıyor. Ancak bütün bu panoptikum cezaevleri arasında, Bentham’in modeline en yakın olan, Küba’daki Presidio Modelo hapishanesidir. ‘Model Cezaevi’ anlamına gelen bu hapishane, vaktinde Latin Amerika’daki en güvenlikli cezaevi idi. 1926-1931 yılları arasında diktatör Machado tarafından Nueva Gerona yakınlarında inşa ettirildi. Presidio Modelo toplam 4 binadan oluşuyor. Daire şeklindeki her bina 5 kata sahip. Her binada 93 hücre bulunuyor. Ayrıca her binanın ortasında yüksek bir gözetim kulesi bulunuyor. Böylece bütün mahkumlar 24 saat gözetim altında tutulabiliyordu. Günümüzde artık müze olarak kullanılan bu cezaevinin en ünlü mahkumları, 1953’te başarısız bir darbenin ardından tutuklanan Fidel Castro ve Che Guevara.

Sürekli izlemeyle mahremiyet hakkının ihlali
Yine aynı şekilde 1917-1925 yılları arasında inşa edilen ve ABD’nin İllinois eyaletinde bulunan Stateville Hapishanesi Bentham’in Panopticon modeline göre inşa edildi. F-tipi hücrelerine sahip cezaevi, ABD’deki en yüksek güvenlikli tutukevidir. 2 bin 700 tutsağın tutulduğu cezaevi de daire şeklinde olup, avlunun ortasında, bütün hücrelerin görüldüğü bir kuleye sahiptir. Stateville, hala kullanılan bir Panopticon Cezaevi’dir. Görüldüğü gibi Panoptizm, bir iktidar mekanizması olup, teknik gelişmelerin günümüzdeki gibi hızla yaşanmadığı bir dönemde hapishanelerde sürekli denetim için kullanıldı. Her insanın sahip olduğu mahremiyet hakkı mahkumlar açısından böylece ortadan kaldırılmış oldu. Panoptikum olarak isimlendirilen cezaevi modeli ile mahkumlarda sürekli olarak izlenme psikolojisi yaratıldı. Hücresinde bulunan mahkum, ne zaman izlendiğini bilemez. Zira kuledeki gardiyanı göremez. Ancak gözetim altında olma ihtimali ister istemez onun mahremiyetini yok ediyor.

İmralı Sistemi ve Panoptizm
On dokuzuncu yüzyıldan itibaren kurulan panoptik hapishanelerde mahkumlar, hapishanenin ortasında bulunan gardiyan kulesinden sürekli gözetim altında tutulurken, aradan geçen süreç içinde teknik alanındaki gelişmelerle birlikte kulenin yerini video kamerası almış oldu. İngiliz Jeremy Bentham’in on sekizinci yüzyılda geliştirdiği modelin günümüzdeki karşılığı ise İmrali Cezaevi’dir. 10 yılı aşkın bir süreden beri tek tutuklu olarak görülmemiş tecrit koşulları altında tutulan KCK Önderi Abdullah Öcalan’ın kaldığı hücre kamerayla 24 saat gözetleniyor. Çevresi 6 metre yükseklikteki tel örgülerle çevrili koğuşta 7 kamera bulunuyor. Son günlerde, Öcalan’ın görüntülerinin bundan böyle ada komutanının yanısıra cezaevi müdürü tarafından da anında izlenebileceği açıklandı. Bu amaçla müdürün odasına da monitörler kuruldu. Öcalan ayrıca kapısının mazgalından da 24 saat infaz koruma memurları tarafından gözetlenmektedir.

24 saat gözetimle beyaz işkence
Yetkililer, bu gözetimi ‘İmralı Cezaevi memurları ve diğer görevliler hakkında, Öcalan’a şiddet uyguladıkları, kötü muamelede bulundukları iddiası’ ile gerekçelendiriyor. Oysa mesele, KCK Önderine karşı kötü muameleyi belgelemek değildir. 24 saatlik gözetim, beyaz işkenceye dayalı İmralı Sistemi’nin bir parçasıdır.
Bir insanın temel haklarından biri, mahremiyet hakkıdır. Ancak Öcalan, sürekli olarak koğuşundan bulunan 7 kamera ile izlenerek bu temel hakkından da mahrum bırakılıyor. Sosyal bir varlık olarak insan için toplumsal ilişkiler olduğu kadar, kendi ile olma ihtiyacı da vazgeçilmezdir. Öcalan ise bir yanda tamamen tecrit edilerek, her türlü toplumsal ilişkilerden uzak tutulduğu gibi, mahremiyeti de yok ediliyor. İmralı Sistemi bu şekilde insan olgusunun ta kendisine saldırı anlamını taşıyor. Aynı zamanda ciddi bir insan hakkı ihlali söz konusudur.

Hapishane mi laboratuar mı?

Foucault, ‘cezalandırma’ olgusunda feodal düzenden modern düzene geçişteki farkı ortaya koyarken, bir kerede uygulanan cezalandırma ritüelinin yerine günlük, eksiksiz, kesintisiz, disipline edici cezanın geçtiğini belirtir. İmralı Sistemi’nin bir parçası olan gözetime bu çerçeveden baktığımızda, kameraların iradeyi kırmaya dönük bir araç olarak işlev gördüğünü söyleyebiliriz. Küçücük bir hücrenin 7 kamera ile gözetleniyor olması, akla laboratuarları getirir.
Bilim merkezleri denilen mekanlarda bilim adına canlı varlıklarla deneyler gerçekleştiren bilim insanları, deneklerini kapattıkları camekan veya kafeslerde sürekli gözetler. Denek bu durumda bir canlı olmaktan çıkıp, nesneleştirilir. Ve İmralı’yı da bir laboratuar olarak düşündüğümüzde, sözkonusu kamera sistemi ile tutuklunun nesneleştirilmesi ve bu şekilde iradesinin kırılması hedefleniyor olamaz mı?

İmralı bir işkence sistemidir
Öcalan, kendisini izleyen 7 kameranın bağlı olduğu ekranların başında o an birinin olup olmadığını bilmeyerek, her an gözetleniyormuş gibi bir psikoloji altında yaşıyor. Bunun adı ise işkence. Zira, bir ada cezaevinin tek tutuklusu olarak 24 saat boyunca kameralarla gözetlenmek, insanlık dışı ve onur kırıcı bir davranış olup, İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nce işkence olarak nitelendirilmeli. Çin Zihni Sağlık İzleme Örgütü’nden ABD’li psikiyatr Dr. Viviana Gall da 2004 yılında Uluslararası İnsan Hakları Topluluğu Kongresi’nde Çin’deki Falun Gong hareketi örneğinde fiziki ve psikolojik işkence ile ilgili yaptığı konuşmada, “Mağdurlar her an gözetleniyor. Bu şekilde insan onuru yok ediliyor“ belirlemesini yapmıştı. Dr. Gall, mahkumların sürekli gözetlenmesini işkence yönetimi olarak nitelendirmişti.
İmralı Cezaevi’ne 8 mahkumun nakledileceğinin beklendiği bu günlerde, unutulmaması gereken bir şey var. Beyaz işkencenin en yoğun uygulandığı yer olan İmralı Sistemi, bir bütündür. Ve bu sistem, mahkumların nakledilmesi ve en iyi ihtimalde günde 1 saat ortak havalandırma imkanının verilmesi ile yok olmaz. İmralı Sistemi, bir işkence sistemidir. Dolayısıyla bir takım düzenleme ile oradaki işkence olgusu ortadan kaldırılamaz. İşkencenin sona ermesi için İmralı Sistemi’nin bir bütün olarak lağvedilmesi gerekir.

MERAL ÇİÇEK
5 Ağustos 2009'da Yeni Özgür Politika'da yayınlandı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder