Azucena Villaflor 7 Nisan 1924’te Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e bağlı Avellaneda’da dünyaya gelir. Annesi henüz 15 yaşındayken çocuk sahibi olur, babası Florentino Villaflor da yün fabrikasında çalışarak ailesinin geçinimini sağlamaya çalışır.
Adı ‘zambak’ anlamına gelen Azucena’nın çocukluk yılları, ülkesinin çalkantılı bir dönemine denk gelir. 1912 yılında yürürlüğe giren genel seçim yasası sonucu iktidara gelen Unión Cívica Radical (Radikal Yurttaş Birliği) hükümetine karşı askeri darbe gerçekleştirildiğinde 6 yaşındadır. Darbe Arjantin’i karanlık günlere mahkum ederken, ‘década infame’ (kötü şöhretli on yıl) olarak Arjantin tarihine geçecek olan 1930’lu yıllarda ailesinden hakkı için mücadele etme bilincini kazanır. Zira Peronist olan ailesi, işçi hareketinde yer alır.
Azucena 16 yaşındayken sekreter olarak çalışmaya başlar. İşyerinde tanıştığı sendikacı Pedro De Vincenti ile 1949 yılında evlenir. İlk etapta çalışan Azucena, daha sonra dört çocuğuna yeterince zaman ayırabilmek için işini bırakır. O yıllarda kimi zaman işçilerin protesto gösterilerine katılsa da, çok politik bir kadın olarak nitelendirilemez. Sıradan bir ‘ev kadını’dır...
Ancak ülkesinde kötü bir gelenek haline gelecek olan askeri darbeler Azucena’nın yaşam gerçekliğini de altüst eder. Zira darbelerin dalgaları kimseyi bağışlamaz. Eğer ülkenin tümü karanlığa sürükleniyorsa, evinde yaktığın ışık etrafında hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam etmek, kendini parçası olduğun toplumdan soyutlamak, ancak bir aldanma/aldatma olabilir. Bu gerçek, acımasız bir şekilde Azucena’nın karşısına çıkar.
Sene 1976. Arjantin dördüncü kez darbeyle sarsılır. Ama deprem bu defa daha sarsıcı olur, boyutları korkunç. Çünkü darbelenen insanlıktır, insana ve yaşama dair olan herşeydir. ‘Guerra Sucia’ (kirli savaş) dönemini başlatan bu darbeyle birlikte ülkenin en güzel çocukları bir bir kaybolur. El sallayarak çıktıkları evlere bir daha dönmezler. Sonuç; 30 bin insan ‘kayıp’ olur...
Bunlardan biri de, Azucena Villaflor’un oğlu Néstor. Peronist gençlik hareketinde yer alan bir öğrenci olan Néstor ile kız arkadaşı Raquel Mangin darbeden 8 ay sonra, 30 Kasım 1976’da ‘kaybolurlar’. Azucena oğlunu ve oğlunun arkadaşını her yerde arar; İçişleri Bakanlığı’na, emniyete, hatta orduya bile başvurur. Evladı ‘kaybolan’ bir anadır ve yardım için yalvardığı hiç kimse yüreğinde yanan ateşe aldırmaz bile. Tam 6 ay boyunca çalmadığı kapı bırakmaz, ama sonuç her zaman aynı...
Nisan ayına gelindiğinde gene, devlet dairelerinin koridorlarında bir kez daha çaresizliğin korkunç yüzü ile karşılaşınca, kayıplarını sormak üzere burada bekleyişlerini sürdüren diğer annelere seslenir. Kimsenin tek başına sonuç alamayacağını, evlatlarını bulmak için birleşmeleri gerektiğini söyler ve kulak verilir sözlerine. Önce evlerde buluşurlar, sonra kiliselerde toplanırlar. Ana yüreklerindeki acıyı paylaşırlar. Ama bir de neler yapmaları gerektiğini tartışırlar. Örgütlenme ihtiyacını en çok dile getiren, mücadelenin biçimi konusunda fikirler geliştirerek, diğer analara öncülük eden bir anne olur Azucena. Kapalı kapılar ardında buluşup tartışmanın sonuç vermeyeceğini anlar ve bu buluşmaların birinde birden ‘Yeter artık! Bunun anlamı kalmadı, meydana çıkacağız’ diyerek çıkış yapar. Stella Maris Kilisesi’nde ayini beklerken diğer analara öneride bulunur: “Tek başımıza sonuç alamayacağız. Plaza de Mayo’ya gidersek sayımız çoğalabilir. Videla (dönemin Başkanı) bizi o zaman dinlemek zorunda kalır...“
İlk eylemlerini 30 Nisan 1976’da Plaza de Mayo meydanında gerçekleştirirler. Azucena eylem yerini seçer, çünkü hem başkan konutunun önündedir, hem de ülkenin direniş tarihinde sembolik bir yere sahiptir. Toplam 14 kişiler. Ancak günlerden cumartesidir ve sokaklar bomboş. Seslerini kimseye duyuramayan analar, bir sonraki hafta cuma günü toplanmaya karar verirler. Ama sonuç yine aynı. Bir sonraki hafta ise eylemlerini perşembe gününde gerçekleştirirler.
Meydan bu defa boş değil. Ve evlatlarının akıbetini soran analardan ürker devlet. Coplarla saldırırlar analara. Onlar ise çoğalarak cevap verirler. Daha da örgütlenirler. Devlet dairelerinin koridorlarında ‘kayıp’ olan yakınlarını ararlar, “Ailenizde kayıp var mı?“ diyerek kapı kapı dolaşırlar. 1977 yılının Ekim ayına gelindiğindeyse 300 kayıp anası Plaza de Mayo meydanına yürür. Böylece ‘Madres de Plaza de Mayo’ (Mayıs Meydanı Anaları) olarak anılmaya başlarlar.
Yaptıkları işin ne denli tehlikeli olduğunun farkındalar. Örneğin değişik etkinliklerle ulaştıkları kayıp yakınlarından oluşan birimlerin birbiri hakkında çok fazla bilgi sahibi olmaması gerektiğini düşünürler. Çünkü işkence sonucu çözülme riski var. Bundan dolayı koşullara uygun bir örgütlenme ağını oluştururlar. Seslerini daha güçlü bir şekilde duyurmak için ‘La Prensa’ gazetesinde kayıpların ilanını verirler. Bu ilanla birlikte devlet anaların mücadelesinden daha fazla korkmaya başlar ve ajanlarını devreye sokar. Bunlardan biri de, ‘Sarışın Ölüm Meleği’ olarak bilinen Alfredo Astiz. Kendini ‘Gustavo Nino’ olarak tanıtan bu ajan, kardeşinin kayıp olduğunu söyleyerek Azucena’ya başvurur. Eşi bu kişiye çok güvenmediğini söylese de, Azucena Astiz’e sahip çıkar, ona her konuda yardımcı olmaya çalışır.
Artık her hafta perşembe günü aynı yerde toplanarak, kayıp evlatlarını sormaya devam eden analar ikinci bir ilan vermeye karar verirler. Bu kez ‘La Nacion’ gazetesinden kamuoyuna seslenmek isterler. Azucena da birkaç anayla birlikte bunun için para toplar. İlanın 10 Aralık’ta, yani uluslararası insan hakları gününde yayımlanması kararlaştırılır. Ancak ilan çıkmadan iki gün önce bazı analar gözaltına alınır. Bunu 9 Aralık’ta öğrenen Azucena, aynı gün kızına “Bunu babana söyleme sakın. Öğrenirse benim mücadeleye devam etmeme izin vermez“ diyerek tembihte bulunur.
Kayıpların isim ve fotoğraflarının yer aldığı ilan planlandığı gibi 10 Aralık’ta yayımlanır. Azucena, birkaç gün sonra kendisi için aynı ilanın verileceğinden bihaber evinden çıkıp, gazeteyi almaya gider. Bir daha da evine dönmez, dönemez. Çünkü Alfredo Astiz’in ihbarı üzerine istihbarat güçleri tarafından kaçırılır. 53 yaşındaki bir ana, kayıplarını sorarken kaybolur...
Azucena, Buenos Aires’te bulunan işkence merkezlerinden birine götürülür. Burada yoğun işkencelerden geçirildikten sonra katledilir. Sulara atılan cesedi kaybedildikten 10 gün sonra Rio de la Plata nehrinin kıyılarına vurur. Yerel basın kıyılara çarpan cesetleri haber yapınca olay kamuoyunda duyulur. Adli tıp, hazırladığı raporda yüksek bir yerden atılarak sert bir yüzeye çarpılma sonucu ölümü kayda geçirir. Ama cesetler teşhis edilmeden apar topar kimsesizler mezarlığına götürülüp gömülür.
Azucena ve onunla birlikte yaklaşık 30 bin insanı 'kaybettiren' cunta 1983 yılında Arjantin'de nihayet sonuna ulaşır. Kayıplar ülkesinde bir gün ansızın yok olanların akıbetini ortaya çıkarmak amacıyla aynı yılın sonunda kurulan Ulusal Kayıplar Komisyonu (CONADEP), 1984'te mezarları açıp, bulduğu kemikleri toparlar. İncelenip teşhis edilmek üzere korunan kemikler arasında Azucena'nın da kemiklerinin bulunduğu ise 2003 yılında, kaybedilişinden tam 26 yıl sonra, Arjantin Antropolojik Adli Tıp Ekibi'nin çabaları sonucu kesinleşir.
‘Beyaz zambak çiçeği’nin cansız bedeni yakılır. Külleri, çocuklarının istemi üzerine 8 Aralık 2005’te Plaza de Mayo’nun ortasındaki Mayıs Piramidi heykelinin dibine gömmülür. Törende konuşan kızı Cecilia, “Annem kamuoyunun gözünde bu meydanda dünyaya geldi ve sonsuza dek burada kalması gerekir. Herkes için burada kalması gerekir” sözleri ile bu kararlarını açıklar. Aynı gün ilk mücadele arkadaşları heykelin etrafına beyaz çiçekler ekerler. O çiçekler, 30 yıl boyunca her hafta ellerinde taşıdıkları fotoğraflarıyla ‘kayıp’ evlatlarının akıbetini soran beyaz eşarplı anaları simgelemeye devam ediyor. O çiçekler, bu mücadelenin öncülüğünü yapmayı ölümle ödeyen beyaz zambak Azucena’yı simgeliyor. Ve o çiçekler, hala binlerce insanın ‘kayıp’ olduğunu hatırlatıyor...
* Yazının ilk halinde bilgi hatalarının bulunduğuna dikkat çekip, gereken düzeltmeleri yapmamı sağlayan Canan Kaya'ya çok teşekkür ederim.
MERAL ÇİÇEK/PolitikART
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder