bırakın diyorum, bırakın...
en yüce kulaklara bile diyorum
bir şey fısıldanmasın
ölüm için bulma söyleyecek bir şey
bırak ve izle beni (...)
yalnızca şu olmasın:
toz, toprak içinde imgeler, hece döküntüleri
tek kelime söylemeler...
tek kelime söylemeyin,
siz kelimeler!
Her tragedya önce dilde yara açar. Yaralamaz sadece, kirletir de. Konuştukça etrafa bulaştırır kirini, zehirler sözcükleri, zihinlere geçer. Yara giderek derinleşir ve tragedya da artık yalnızca sözlükte trafodan önce ya da trahomdan sonra gelen bir kelime olur. Dil artık yaralıdır. Ve sadece konuşmayacaksa, ama söyleyecekse de, o zaman arınmalıdır bütün kirlerden, üstünü örten tozdan, topraktan. Kurtulmalıdır ki, kurtarabilsin veya hiç olmazsa bir ihtimal kalsın, bir ihtimal olabilsin. Şair ise, havaya saldığı kelimelerin keskin kılıçlarla habire yırtıldığı bir muharebenin cengaveridir.
Nelly Sachs onlardan biriydi. Dile ihanete karşı hakikati kurtarmaya çalışan bir şairdi: "Ah seni dram, kara zaman/ sonu gelmeyen boş laflarla/ dikenden örtülü ağızlar ardında..." Ama neydi O'nu kirletilen Alman dilini şiirsel arındırmaya, bir zamanlarki duruluğunu süzmeye, yitik alfabeyi aramaya iten? Neydi O'nu, yukarıdaki dizelerin ait olduğu Siz Kelimeler şiirinin başına "Dost, Şair Nelly Sachs'a, Sonsuz Saygıyla" ithafı ekleyen Ingeborg Bachmann ile, korkunç suskunlaşmaların, ölüm getiren konuşmanın bin türlü karanlıkları içinden geçmek zorunda kalan Paul Celan ile buluşturan? Dili yaralayan tragedyanın ta kendisiydi, sabahın kapkara sütünü gece vakitlerinde içiren, Almanya'dan gelen bir usta olan Ölüm Fügü'ydü, sırılsıklam mezarına taşınan kederli zamandı. Ki, Nelly Sachs bir bakıma kederin hiç evlenmeyen nişanlısıydı...
10 Aralık 1891'de, asimile olmuş bir Yahudi ailenin tek çocuğu olarak, Leonie Sachs adıyla Berlin'de dünyaya gelmiş olsa da, herkes ona "Nelly" diye hitap eder. Ailenin ekonomik durumu gayet iyi, maddi sıkıntıları yok, ama Nelly'nin çocukluğu genelde yalnız, evde, annesinin yanında geçer. Yetiştiği ortamda arkadaş edinmenin tek yolu belki de okuldu, fakat pek sıhhatli bir yapıya sahip olmayan Nelly, sağlık sorunları yaşamaya başlayınca okuldan alınır ve 3 sene boyunca evde, özel öğretmenlerden ders alır.
15'inci doğumgününde aldığı bir hediye, hayatının akışını değiştirir: İsveçli yazar Selma Lagerlöf'ün Gösta Berling Efsanesi. Romandan o kadar etkilenir ki, yazara bir mektup yazmaya karar verir – o mektupla başlayan 35 yıllık dostluğun bir gün hayatını kurtaracağından bihaber. Ve artık sadece okumakla kalmaz, kendi de yazmaya başlar; önce şiirler, sonra öykülerle kukla tiyatrosu için oyunlar.
17 yaşındayken tekrar baş gösteren sağlık sorunları nedeniyle tedavi gördüğü klinikte, adını sonsuza dek gizli tutacağı bir erkek ile tanışıp, ilk defa aşık olur. Fakat sanılan o ki, duyguları karşılık bulmaz. Derin bir bunalımın kollarına bırakır kendini, yaşam gözlerinde anlamsızlaşır. Ağzına tek bir lokma almayınca sanatoryuma yatırılır. 1908-1910 yılları arasında Nelly'yi tedavi etmeye çalışan Richard Cassirer, yıllar sonra, Alman şair Heinrich Heine'nin "Ve ben Azra soyundanım/ aşık olunca ölenlerden" dizelerini teyit eden bir durum ile ilk kez karşılaştığını söyler. Nelly doktoruna şiirlerini gösterir, Cassirer ise etkilenip, devam etmesi için gereken cesareti verir. Ve şiir Nelly için artık hayatta kalmanın yolunu gösteren bir pusula olur.
1921 yılında, Stefan Zweig'in desteği ile ilk şiir kitabı Efsaneler ve Öyküler (Legenden und Erzählungen) yayınlanır. Bu erken dönem şiirleri melankolik, neoromantik renkler taşıyıp, doğa ve müzikten motifler etrafında döner. 1920'li yılların sonlarına doğru şiirleri zaman zaman gazete ve dergilerde yayımlanır. Ancak 1930'lu yıllara gelindiğinde Almanya'daki kültürel hayat ayarlaması giderek ilerliyordu, Yahudiler yaşamın bütün alanlarının dışına itiliyordu. Bir zamanlar bilge kadınların cayır cayır yandığı meydanlarda artık kitaplar sloganlar eşliğinde yüksek ateşlere atılıyordu. Bu dönemde ilk aşkı ile yeniden görüşmeye başlayan Nelly, şiirlerini artık sadece gizli buluşmalarda Yahudi aydın ve sanatçılar karşısında okuma imkanını bulur. Hayatın çemberi giderek daralır, Yahudilere ait ev ve işyerleri talan edilir, malvarlıklarına el konulur, kendileri kara vagonlarla dönüşü olmayan bir yola sürülür. Nelly ise çaresizce erteletmeye çalışır kaçınılmaz olanı. Uğruna hayattan vazgeçtiği aşkını bulmuşken kaybetmeye direnir ümitsizce. Ama nihayetinde Nazi kampına götürülme kararının eline ulaştığı gün, Selma Lagerlöf'ün ayarladığı vize ile, Berlin Tempelhof'tan kalkan son sivil uçaklardan birinde, 16 Mayıs 1940'ta annesiyle birlikte terk eder Almanya'yı. Elinde, iki kadının bütün eşyalarının sığdığı tek bavul.
Sürgündeki ilk 8 yılda karanlık, tek odalık bir evde, yoksulluk ve tecrit içinde yaşarlar. Gündüzleri hasta annesine bakar, geceleri ise yazar: "Gecelerdeki o yaşam, yıllarca uykusuz, her seferinde yeniden bir 'dış'ın içine atılmak, aslında ölümü her gece yeniden tanımak... Bana kalan son sevdiğim insanı etrafını öyle uzağa çevirince görmek, acı çekenlerin karşısında bana, daha sonra şiirlerim olacak o kelimeleri dayatıyordu." O dönemde yazar arkadaşı Leo Hirsch'in yardımıyla aldığı çeviri işleriyle geçimini sağlamayı başarır. Şubat 1950'de annesini kaybeder. Günlük tarzındaki Geceden Mektuplar'ı (Briefe aus der Nacht) yazmaya başlar. 60 yaşındaki şair hayatında ilk defa tek başına kalır.
İsveç'teki ilk yıllarında şiirlerinde neoromantik dili sürdürür. Ancak 1942/43 kışında ülkesinde ve Doğu Avrupa'da kurulan ölüm kamplarında yaşanılanları, ayrıca sevdiği ve şiirlerinde anonim damat olarak ölümsüzleştirdiği aşkının da o kamplarda öldürüldüğünü öğrenir. Geride bıraktığı ülkesinde yükselen çığlıklar Nelly Sachs'ı derinden sarsar, uzakta olsa, olanları kendi gözleriyle görmüş olmazsa bile büyük bir travma yaratır. Her bir çığlık O'nun beyaz teninde bir yara açar ve kan akar habire gözeneklerinden. Eski dili ile ses veremezdi o çığlığa. Yaşanan felaket yeni bir dil gerektiriyordu, şiir artık varlığın sancılanmasını sağlamalıydı. 1943'te başladığı yeni şiirleri 1947'de Ölümün Evinde (In den Wohnungen des Todes) adıyla yayınlandıktan sonra, 43'ten önce yazdığı tek bir dizenin bile yayınlanmamasını ister. Şiirin başlangıcında Shoah vardı artık...
1950 yılında, annesinin ölümünden hemen sonra ilk sinir krizini geçirir. Almanya'daki göstermelik mahkemeler, birçok Nazi'ye yeniden siyasi ve toplumsal hayatta yer verildiği yöndeki haberler O'nu yıkar. Yatırıldığı hastanede kendisini ziyaret eden bir haham O'na yepyeni ufuklar açacak olan bir kitap hediye eder: Yahudi mistisizmin en önemli belgesi olan Zohar'ın açıklamalı çevirisi. "Evren her zaman kanımız ve nefesimizdedir" sözleriyle özetlediği bu yeni dünya görüşü şiirlerinde de yansımasını bulur. 1957'de yayınlanan Ve Kimse Ötesini Bilmiyor (Und niemand weiss weiter) ile Kaçış ve Değişim'de (Flucht und Verwandlung - 1959) evrensel, kozmik bir nitelik taşıyan şiirlerinde bugün ile dün, yaşayanlar ile ölüler, dünya ile ahret arasına saçtan bağlar kurar. Tıpkı Celan'ın Ölüm Fügü'nde yaptığı gibi: "Bir adam oturuyor evde yılanlarla oynayıp yazı yazan/ hava karardığında Almanya'ya senin altın saçlarını yazıyor Margarete/ senin kül olmuş saçlarını Sulamith bir mezar kazıyoruz/ havada rahat yatılıyor..."
1960 baharında, Annette von Droste-Hülshoff anısına verilen edebiyat ödülüne layık görülür. Almanya-İsviçre sınırındaki Meersburg şehrinde düzenlenen törene katılma konusunda önce kararsızlık yaşar, ancak sonra ilk defa İsveç'in dışına çıkmaya karar verir. Fakat Holocaust'un yaşandığı Almanya topraklarında gecelemeye cesaret edemediğinden Zürih'te bir otelde kalır. O'nu havaalanında karşılamaya gelenler ise, 1957'den beri mektuplaştığı Paul Celan ile Ingeborg Bachmann. Otel terasında gerçekleştirdikleri sohbet Celan'ı, en ünlü şiirlerinden olan Zürich, zum Storchen'i yazmaya iter. Celan o dönemde eser korsanlığı ile suçlandığından oldukça zor bir süreç geçirir. Nelly Sachs da, ödül töreninden sonra dostuna destek olmak için, onunla birlikte Paris'e geçer. Celan ise sonbaharda Nelly'yi Stockholm'de ziyaret eder. Psikolojik durumu giderek bozulan Nelly'ye bu dönemdeki en büyük destek belki de Celan'dan gelir. Özellikle çok kez hastaneye yatırıldığı bu yıllarda en fazla mektuplaştığı kişi Celan olur. Zira, onları buluşturan sadece ortak kaderleri değildi. Ki, Celan'ın yaşadıkları çok daha ağırdı: Hem annesi hem de babası Naziler tarafından katledilmişti, kendi ise son anda Nazi kampından kaçmayı başarmıştı. Asıl ortaklıkları, dil yarasını derinden hissedip, onu kurtarma, arındırma çabasıydı: "[Dil] kendi yanıtsızlıklarının içinden, korkunç suskunlaşmanın, ölüm getiren konuşmanın bin türlü karanlıkların içinden geçmek zorunda kalmıştı. İçinden geçti ve yaşanılanın tarifi için söz vermedi; ama bu yaşanılanın içinden geçti. İçinden geçti ve yeniden günyüzüne çıkabildi, bütün bunlarla 'çoğalarak'. İşte bu dilde, o yıllarda ve sonraki yıllarda, şiir yazmaya çalıştım." (Celan'ın, 1958"de Bremen Edebiyat Ödülü'nü alırken yaptığı konuşmadan)
Dortmund Belediyesi'nin 1961'den itibaren onuruna verdiği Nelly Sachs Ödülü ve Suhrkamp Yayınları'ndan çıkan özel seriler, Nelly Sachs'ın savaş sonrası dönem edebiyatının en önemli seslerinden biri olarak kabul edildiğini gözler önüne seriyor. 1965 yılında Alman Yayıncılar Birliği'nin verdiği Barış Ödülü'ne, bir yıl sonra ise ilk Alman şair olarak Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülür. Ödül parasını ihtiyacı olanlara bağışlar.
11 şiir kitabı çıkan Nelly Sachs dili kurtardı. Aşk, sevgi, özlem, yıldız, ay, tanrı, dirilme veya ülke gibi, masumiyetleri lekelenen kelimelerin yeni bir ilişki ağı içinde yeniden doğabileceğini şiirleri ile kanıtladı. Hiçbir kelimenin yaşanılanı tarif etmeye yetmediği bir tragedya içinde dili yeniden kurdu, yeniden anlamlandırdı. Susmak ölümdü. Ama ölülere de ses verilmeliydi. 1943'ten sonra yazdığı ilk şiirlerinin ölüler anısına kaleme aldığı mezar kitabeleri olması belki de bundandı.
Nelly Sachs, Stockholm'un bir hastanesinde kansere karşı verdiği mücadeleye yenik düştü. 79 yaşındaydı. Takvim o gün 12 Mayıs 1970'i gösteriyordu. Kendini Seine nehrinin kucağına atan can dostu Paul Celan'ın toprağa verildiği gündü.
Ama belki
Ama belki
yanlışlıkla duman tüten
bizlerin
başıboş bir evreni var mı hala
yaratılmış soluk alışın lisanıyla?
Tekrar ve tekrar başlangıcı üfleyen
tören borusu
kum paraların taneleri bütün hızıyla
ışık yanmadan önce tekrar
embriyonun üstünde
doğuşun tomurcuğunda mı?
Ve tekrar ve tekrar
çevrelediler
senin arazilerini
biz geceyi hatırlamadığımızda bile
ve parçaladığımızda dişimizle
sözcüklerin yıldızlı damarlarını
denizin derinlerinden
Ve henüz sürülmüş senin bir dönümlük yerin
ardında ölümün sırtı
Belki dolambaçlı yolları şelalenin
meteorların gizli firarlarına benzer
ama fırtınalar alfabesinde işaretlenmiş
yanında gökkuşağının
Ama kim bilebilir
döllenebilirliğin derecelerini
ve yeşil mısırın nasıl eğildiğini
çürümüş topraktan
emici ağızları için
ışığın?
(Nelly Sachs)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder