Şu günlerde Kuzey Kürdistan’da öğrenciler TZP Kurdî’nin çağrısı üzerine, en doğal hakları olan anadilde eğitim için okulları boykot ediyor. BDP tarafından da desteklenen bu eylem henüz başlamadan hükümet oldukça sert ve tehditvari açıklamalarda cevap verdi. Oysa anadilde eğitim evrensel bir insan hakkı olduğu gibi, değişik dillerde eğitimin mümkün olduğu Türkiye’de, o ülkenin kurucu öğesi olan 20 milyonluk bir halkın anadilinde eğitim görememesi tek bir mantığa sığıyor; o da inkar ve imha. Veya Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein’in meşhur sözü ile: „Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır“. Boykot yüzyıllardan beri başvurulan bir eylem biçimidir. Türk hükümeti tarafından kriminalize edilen okul boykotunun da tarihte değişik örnekleri vardır. Bunlardan biri de, Apartheid yıllarında ırkçı ve ayrımcı eğitim sistemine karşı Güney Afrika’da yürütülen boykottur.
‘Bantu Eğitim Yasası’
Güney Afrika’daki ilk okul boykotu, ırkçı Apartheid rejiminin çıkarmış olduğu bir eğitim yasasına tepki olarak şekillendi. Güney Afrika Parlamentosu 5 Ekim 1953 tarihinde, siyahiler için nitel bakımdan normalin altında bir eğitimi öngören ‘Bantu Eğitim Yasası’nı onayladı. ‘Bantu’ ile Güney Afrika’nın yerli halkı, yani siyahiler kastediliyordu. Bu yasa bizzat dönemin ‘Yerlilerle İlgili İşlerden Sorumlu Devlet Bakanı’, daha sonra ise Başbakan olacak Hendrik Verwoerd’in sorumluluğunda hazırlandı.
‘Bantu Eğitim Yasası’, Apartheid denen ırkçı konseptine yasal meşruluk sağlayan bir dizi yasadan birini oluşturuyordu. Yasanın resmi gerekçesine bakıldığında, siyahilerin eğitimi ile ilgili idare ve kontrolün eyalet yönetiminden alınıp Güney Afrika Hükümeti’ne devredilmesinden söz ediliyordu. Ancak asıl amaç, siyahi Güney Afrikalılara yönelik eğitim alanında da sistematik bir geri kalmışlığı sağlamaktı. Zira bu yasa ile, nitel bakımdan normal eğitim düzeyinin altında kalan bir eğitimin koşullarını yarattı. Yasanın asıl amacı, Hendrik Verwoerd’in konuyla ilgili vermiş olduğu bir demeçte daha net ortaya çıkıyor: „[Bantular için] Avrupa topluluğunda işçiliğin belirli biçimlerinin üstünde yer yoktur... Pratikte bunu kullanamıyorsa, Bantu çocuğuna matematik öğretmenin nasıl bir faydası var? Bu çok anlamsızdır. Eğitim insanları, yaşam imkanlarına uygun bir şekilde, yaşadıkları yere göre yetiştirmelidir.“ Yani Verwoerd’e göre, Bantular zaten ancak kaba iş gücü olabileceğinden eğitime ihtiyacı yok, eğitime yapılacak her yatırım devlete maddi zarar verir.
Eğitimde ayrımcılık yapısallaştı
Eğitimin gelecek bakımından ne denli belirleyici olduğu hesaba katıldığında, bu yasa ile bütün bir halkın kaba anlamda işçiliğe ve işsizliğe, dolayısıyla açlığa, yoksulluğa ve perspektifsizliğe mahkum edilmek istendiği söylenebilir. Apartheid rejiminin gözünde Güney Afrika topraklarının asıl sahipleri daima beyazların altında, gerisinde kalmaya mahkum edilecekti. Ve bu da nihayetinde çok boyutlu olan soykırım politikasının bir ayağını oluşturuyor. Artık siyahilerin okuduğu okullarda matematik ve İngilizce yerine çiftçilik okutuluyordu. Eğitimde ayrımcılık yapısallaşmış oluyordu.
Yasa siyahilerin gittiği bütün eğitim kurumlarında geçerli kılındı. Aynı zamanda öğretmen adayların eğitimine de müdahalelerde bulunuldu. Var olan öğretmenlerin kendini geliştirmesi için sunulan kurs ve eğitimler de yasanın kapsama alanına alındı. Böylece Eğitim Bakanlığı artık eğitim alanına keyfi olarak her an müdahale edebiliyordu. Ayrıca yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte Yerlilerle İlgili İşlerden Sorumlu Bakanlık, eğitim yapılarında değişikliğe gitmek için gerekli gördüğü arsalara el koyma hakkı da verilmiş oldu.
Yasayla birlikte siyahi halk için devlete bağlı özel okullar kurulurken, dini gruplara ait yaklaşık 5 bin okul devletin idaresine geçirildi. Bu husus, Güney Afrika halkının direnişinde kiliselerin önemli rol oynadığı dikkate alındığında önemlidir. Zira bu şekilde aynı zamanda okullarda özgürlükçü düşüncelerin gelişmesi ve genç kuşağı etkisinin altına almasının önüne geçilmek istendi.
ANC ‘boykot’ dedi
O zamana kadar daha çok misyonerlerin hakim olduğu ve devlet tarafından eyalet düzeyinde düzenlenen eğitimin doğrudan merkezi devletin kontrolüne geçirilmesine Afrika Ulusal Kongresi (ANC) anında cevap vermedi. Ancak Aralık 1954’te yapılan bir ANC konferansında, 1 Nisan 1955’ten itibaren ilkokulların süresiz olarak boykot edilmesine karar verildi. Konferansta Bantu Eğitim Yasası „öğrencilerin zihnini tutsak etme girişimi“ olarak değerlendirilirken, boykot hareketini oluşturma görevi kadın ve gençlik örgütlerine verildi. Özellikle öğrenci kesimi kararın ardından doğrudan halka gidip, Bantu Eğitim Yasası’nın içeriğini, çocuklarını nasıl etkileyeceğini anlatıp, bu konuda bilgilendirme çalışmasını yürüttü.
Bu şekilde halkın boykot desteği büyürken ANC’nin yürütme organı olan Ulusal Yürütme Komitesi (NEC), Mart ayında yaptığı bir toplantısında boykotu ertelemeye ve bunun yerine okul yönetimlerini boykota yoğunlaşmaya karar verdi. Bu kararda hazırlıkların yetersiz olduğu ve yerel düzeyde yeterince destek olmadığı yöndeki görüş etkili oldu. Ama NEC’nin bu kararına rağmen ANC kadrolarında ve halkta boykota güçlü destek açığa çıkınca, 9-10 Nisan 1995 tarihlerinde Port Elizabeth’te yapılan bir ANC toplantısında süresiz boykot kararı alındı. Boykotun ulusal düzeyde yürürlüğe geçeceği tarihi belirleme yetkisi NEC’ye bırakıldı, yerel düzeyde ise komitenin izni ile boykotun erkenden başlatılacağı belirlendi.
Aileler tehdit edildi
Sonuç olarak okul boykotu 12 Nisan’da ülkenin doğu kıyısında başlayıp hızla yayıldı. Binlerce öğrenci boykota katıldı. İlk etapta boykot, çocukların okula gitmemesi ile sınırlı tutuldu. Ancak daha sonra, alternatif bir eğitimi geliştirme kararı alındı. Harekette yer alan öğretmenlerin desteğiyle belirli yerlerde okulu boykot eden öğrencilere eğitim verildi. Hatta bunun için otobüslerle çocuklar evlerinden alınıp, ‘kültürel kulüp’ ismi verilen alternatif okullara götürüldü.
Peki devletin tutumu ne oldu? Aileler tehdit edildi, baskılar uygulandı, boykot iradesi kırılmaya çalışıldı. Yasadan geri adım atılmadı. Güney Afrikalılar ise 1956’da boykotu sona erdirmek zorunda kaldı. Buna birden fazla sebep yol açarken, halkın yetersiz desteği ve belki de inançsızlığı etkili oldu. Kampanyayla birlikte kurulan Afrika Eğitim Hareketi (AEM) özel okullar kurmayı, boykotçular için kültürel kulüpler oluşturmayı ve bir de ev eğitim programlarını geliştirmeyi amaçlamıştı. Ancak ne yazık ki aileler bu türden alternatif bir eğitime inanmıyordu.
Bantu Eğitim Yasası yürürlükte kaldı. Eğitimde eşitlik ilkesi ortadan kaldırıldı. 1969 yılında yapılan araştırmaları bu ayrımcılığın vahim boyutlarını ortaya koyuyor. Devletin eğitim giderlerinde beyaz çocuklarla siyahi çocuklar arasında 70’e 17 gibi bir oran ortaya çıktı. Yani, beyazların eğitimi için yapılan harcamalar, siyahiler için yapılan yatırımın 4 katını geçiyordu. Siyahiler için kurulan ‘Bantu Okulları’nda bir öğretmen ortalama 51 öğrenciden oluşan sınıflara ders veriyordu. Bu okullarda çalışan personelin önemli bir kısmı yeterli düzeyde bir eğitime sahip değildi. Ülkenin üniversitelerinde siyahilerin sayısı giderek daha da düştü. Eğitimde uygulanan bu sistematik ayrımcılık uzun vadede işsizliğin kronikleşmesine ve eğitim düzeyinin düşmesine neden oldu.
İkinci boykot dalgası
1976 yılına gelindiğinde Apartheid rejimi bu sistematik uygulamasında bir adım daha ileri giderek, siyahilerin okuduğu birçok okulda İngilizce yerine Afrikaans öğretilmesine karar verdi. Ayrıca anadilde eğitim nicel ve nitel bakımdan belirgin bir şekilde düşürüldü, yerine İngilizce ve Afrikaans dilinde eğitime ağırlık verildi. Bugün Güney Afrika Cumhuriyeti’nin 11 resmi dilinden biri olan Afrikaans esas olarak 17’inci yüzyılda Flamanca’dan oluşan bir dildir. Güney Afrika’yı sömüren Hollandalıların dilinden türediği için, eskiden ‘Sömürge-Flamancası’ da denilirdi. Dolayısıyla yerli Güney Afrika halkı açısından bakıldığında, sömürgecilerin diliydi. 1925 yılından beri İngilizce yanında Güney Afrika’da resmi dil olan Afrikaans, yerli halk tarafından çoğunlukla bilinmiyordu.
Bu uygulama siyahiler tarafından tepkiyle karşılanır. Konuyla ilgili okullarda, evlerde, sokaklarda tartışmalar yürütülür ve Soweto’daki öğrenciler nihayetinde okulu bir gün boykot edip, protesto yürüyüşünü gerçekleştirmeye karar verirler. Başkent Johannesburg yakınlarındaki Soweto, bir zamanlar sadece işçilerin yaşadığı bir gecekondu mahallesi imiş. Zamanla nüfusu 2 milyona kadar yükselir. Ve isyan mahallesi olarak bilinir. Nelson Mandela ve Desmond Tutu gibi önemli liderler bu mahallede yaşarmış.
Polis öğrencileri vurdu
İşte bu önemli yerde 16 Haziran 1976’da öğrencilerin öğretmenleri ile birlikte katıldığı bir protesto yürüyüşü yapılır. 15 bin öğrencinin katıldığı yürüyüşte ‘Afrikaans konuşmamız isteniyorsa, o zaman Voster de Zulu dilini konuşsun’ yazılı pankartlar taşınır. Güney Afrika’nın bugünkü ulusal marşı ‘Nkosi Sikelel’ i Afrika’ (Tanrı Afrika’yı korusun) okunur. Ancak bir köşeye gelindiğinde polis yürüyüşçüleri durdurup, eylemcilerin dağılmasını ister. Eylemlerini Orlando Stadı’nda sonlandırmak isteyen öğrenciler dağılmayınca polis hiçbir uyarı yapmadan köpeklerini saldırtır, gaz bombası atar. Bazı gençler bunun üzerine polise taşlarla karşılık verince katliamın startı verilir. Kurşunların ilk hedefi 15 yaşındaki Hastings Ndlovu olur. Sayısız kurşun kullanan polis, silahsız öğrencilere ateş açar. Polis kurşunuyla öldürülen çocuklardan biri de 12 yaşındaki Hector Pieterson. Ağır yaralı öğrenciyi taşıyan 18 yaşındaki Mbuyisa Makhubo ve yanında Hector’un dehşet içinde kalmış ablası Antoinette’yi gösteren fotoğraf, bugün de hala en ünlü basın fotoğrafları arasındaki yerini korumaktadır.
O gün Soweto’daki hastaneler yaralı veya ölü çocuklarla dolar. Ve aynı gün isyan patlak verir. Önce Johannesburg’ta, sonra bütün ülkede gençler resmi makamlara saldırır, ateşe verir. Yürüyüşün yapıldığı gün siyahiler için toplantılar yasaklanır. 3’ten fazla siyahi toplandığında panzerlerden, sivil araçlardan, helikopterlerden ateş edilir.
Güney Afrika Başbakanı, Kürtlere tanıdık gelecek bir açıklama yapar. Televizyonda yayınlanan açıklamada „bazı siyahilerin provokasyonu“ndan söz eder ve devamında şunları söyler: „Bu hükümete geri adım attırmayacaktır. Hukukun ve düzenin her koşul altında korunması için gereken talimatlar verilmiştir.“ O zamanlar Johannesburg Piskopos’u olan ve daha sonra Nobel Barış Ödülü’nü alacak olan Desmond Tutu, bu açıklamalardan önce bir mektup ile başbakanı uyarmıştı: „Adaletsizlikle çaresizliğe itilen bir halk çaresiz yöntemler kullanmaktan kaçınmayacaktır.“
Soweto isyanı milattır
Öğrencilerin kendi anadillerindeki eğitimi savunmak ve asimilasyoncu uygulamalara karşı yürüttüğü isyan 1977 yılına kadar sürer. Yaşanan olaylarda resmi rakamlara göre 576 kişi hayatını kaybeder. Asıl rakamın ise daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Yüzlerce aktivist bu dönemde tutuklanır, bazıları kaybolup bir daha ortaya çıkmaz. Ama nihayetinde Apartheid rejimi tarihinde ilk defa taviz vermek zorunda kalır. Afrikaans resmi eğitim dili olarak kaldırılır, siyahiler eğitimi yeniden kendi anadillerinde ve İngilizce görür. Okul boykotu daha sonra da, özellikle 1980’li yıllarda yoğunca ortaya çıkan bir protesto biçimi idi. O yıllarda, ‘Önce Özgürlük, Sonra Eğitim’ sloganı altında boykotlar gerçekleştirildi. Ancak öğrencilerin Soweto’da başlayan ayaklanması bir milad olarak Güney Afrika direniş tarihine geçti. Tarihçilere göre bu isyan Apartheid’in sonunun başlangıcıdır.
‘Bantu Eğitim Yasası’
Irkçı Apartheid rejiminin çıkartmış olduğu bir eğitim yasasıdır. Bu yasanın içeriğinde siyahiler için nitel bakımdan normalin altında bir eğitim öngörülüyor. Siyahilerin okuduğu okullarda matematik ve İngilizce yerine çiftçilik okutuluyordu. Devletin eğitim giderlerinde beyaz çocuklarla siyahi çocuklar arasında 70’e 17 gibi bir oran vardı. Buna göre, beyazların eğitimi için yapılan harcamalar, siyahiler için yapılan yatırımın 4 katını geçmekteydi. Siyahiler için kurulan ‘Bantu Okulları’nda bir öğretmen ortalama 51 öğrenciden oluşan sınıflara ders veriyordu. Bu yasa ile eğitimde ayrımcılık yapısallaştırıldı.
Hazırlayan: MERAL ÇİÇEK
* 22 Eylül 2010'da Yeni Özgür Politika'da yayınlandı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder