3 Ağu 2011

Cortázar ve Theodor W.

‘Bir öykü fotoğraf gibidir,
gerçeğin sınırlı bir kısmını taşır,
gerisini okuyucu keşfetmelidir’ (Julio Cortázar)


Birinci Dünya Savaşı’nda, ‘Bu çatışmaya gidenler dönmüyor’ deyip, askerden firar eden ve cebinde taşıdığı leblebileri torunlarından bir tek bana vererek, sürekli köy çocuklarının dayak amaçlı saldırılarına maruz kalmama sebep olan Silo dedemin rahmete gitmeden önceki günlerden biriydi. Öğle saatlerinde köy halkı yolun karşı tarafındaki tarlada kayısı ağaçlarının altında patik yaptığından, biz çocuklar günü, kendimize oynayarak geçirirdik. Bazen gruplar halinde kaç günde bir kapkara, isli bir lokomotifin geçtiği büyük bahçeye inip elma ağaçlarının altında gizliden sigara içilirdi. Sonradan da koku yapmasın diye çürük elma yenilirdi. Ben çocuklarla hiç sigara içmedim, ama bu gizli işe ortak olmayı da severdim. Sonraki yıllarda korkmaya başladım, zira öncülük yapan Ümit’in boyunun artık uzamadığını fark ettim.


O gün, bütün misafirlerin ilk uğradığı yer olan ve babamın da dünyaya gözlerini açtığı evde bir tek biz üç kız, bir de Beşiktaş ile Osman vardı. Beşiktaş, siyah-beyaz tüylü olduğundan, gönülsüz de olsa köy halkı ile aynı takımı tutmak zorundaydı. Osman’ın rengini ise hatırlamıyorum. Adının neden Osman olduğunu da. Velhasıl, o gün yaşlı bir amca köye gelmişti. Dedem tarlada olduğundan ve bizlerin de asfaltı geçmemiz yasak olduğundan, en az dedem kadar kör olduğunu ima eden, kalın camlı ve en az son toz fırtınasından bu yana temizlenmemiş gözlükler takan amca beklemeye karar vermişti. O, evin önündeki kanapede beklerken, bizim kızlar Osman’ı kovalamaya koymuşlardı. Tabii, amcanın adının Osman olduğundan bihaber. Ben olayı izlemeyi tercih ettiğimden, sonrasında amcamdan dayak yemekten kurtulmuştum. Ama kedilerle ilgili hatırladığım ilk anı budur.
Sonraki yıllarda Beşiktaş ile Osman yok oldular. Aslında bunu zamanında hiç fark etmemiştim. Ama şimdi geriye bakınca, yaz tatillerinde köyde kedilerin soyunun tükendiğini, ancak köpeklerin ise çoğaldığını görüyorum. Bizim Çarşaf’ımız vardı, küçücüktü. Gulê yengenin şalvarına saldırmayı çok sevdiğinden, ağaca bağlanıyordu. Bir gün aç olabileceğini düşünerekten, önceki gün kesilen koyundan kalan ve Mamad amcam tarafından, akşam herkes uyuduktan sonra pişirilmek üzere buzdolabında saklanan ciğeri Çarşaf’a yedirdikten sonra iyi bir dayak yemiştim. Bu olay köpeklerden soğumama neden olurken, kedileri sevmeyi sürdürdüm hep. Hatta ilkokulda kedilerin yedi canlı olduğunu öğrendikten sonra bir sonraki hayatımda kedi olmaya karar vermiştim.

Felsefe aracı olarak edebiyat

Benim için kedi böylece sevdiğim hayvanlar kategorisinde yerini korumaya devam ederken, Arjantin’in yetiştirdiği en büyük yazarlardan Julio Cortázar (1914-1984) için kedilerin sadece ‘kedi’ olmadığını, kedisi ile çekmiş olduğu resimlerden değil, kitaplarından da anlamak mümkündü. Zira ‘kedi’, onun eserlerinde en sık rastlanan motiflerden biridir. Bu arada, Cortázar’ın kedisinin ismini de aktarmış olalım: Theodor W. Bunun, bir kedi için ilginç hatta tuhaf bir isim olduğu düşünülebilir. Ancak, aslında Cortázar’ın edebi yaklaşımını ortaya koymak açısından Theodor W.’den söz etmek pek de yanlış olmaz. Çünkü kedisine Frankfurt Okulu’nun önde gelen temsilcilerinden Theodor W. Adorno’nun ismini veren Cortázar, edebiyat yoluyla felsefe yapmayı deneyen bir yazardı ve özelliği belki de bu yaklaşımında gizlidir.

Cortázar’ın yazarlığının başlangıç noktası felsefik bir niteliğe sahiptir. Mantığın, gerçekliğin boyutlarını yakalayamadığı yerde insanın, insan yaşamının temeline yolculuğa çıkıyor. Bu arayış bütün eserlerinin itici gücünü oluşturuyor. Kendisinin sözlerine kulak verecek olursak; “Hikayeler, 18’inci yüzyıldaki felsefik ve bilimsel iyimserliğin kabul ettiği şekilde bütün olayların betimlenebileceği yöndeki sahte realizme karşı çıkıyorlar. Yani, yasalar, ilkeler, neden ve sonuç ilişkileri, tanımlanmış psikolojilerden oluşan bir sistem ile iyi bir şekilde kartografi edilmiş coğrafyalar içinde az çok uyumlu yönetilen bir dünya. Dünyada daha gizli, daha az konuşkan bir düzenin olduğuna dair şüphelerim var. Ve bir de Alfred Jarry’yi keşfetmemim bereketi; gerçeği yasalarda değil, istisnalarda arardı. Bütün bunlardan dolayı oldukça sıkıcı realizmden öte bir edebiyat ararken, temel parametrelerim bunlardı.“ Bu yaklaşımdan yola çıkarak psikanalize, kübizme, dadacı şiire, varoluşçuluk ve herşeyden önce de sürrealizme sığındı. Ancak gerçek ve kurgu arasındaki sınırları aşan yazılarından dolayı sürrealizm ile bağlantılandırılsa da, Cortázar’ı sürrealist bir yazar olarak tanımlamak doğru olmaz. Sürrealizmi bir edebi akım veya bir modadan çok bir felsefe olarak algıladı: “Sürrealizm, gerçeğin kendisi olan bir gerçeği yakalama çabasıdır.“ Yani Cortázar sürrealizmi günlük realitenin sınırlarını parçalamak için ölçülü bir şekilde başvurduğu bir araç olarak ele alır. Bu sınırları oldukça eğlenceli ve şiirsel bir biçimde aşar. Onun eserlerinde olaylar, olgular veya özellikler bir anlığına rasyonal alanda simgelerini, etiketlerini ve pozisyonlarını değiştirirler.

Edebiyat ‘otorite’leri, Julio Cortázar’ı hep belli bir kalıba sokmak ve bir kalıp içinde tanımlamak istemişlerdir. Neo-fantastik edebiyatın en önemli kalemlerinden biri olarak kabul edilse de Cortázar demek; kalıplara girmemek, kalıplara isyan etmek, tanımlanmamak demektir. Eserlerinde hiçbir sözlükte yer almayan isim ve kavramlara (örneğin ‘otonot’ veya ‘cronopio’ gibi) rastlamamızın sebebi de budur. O, eserleri ile ezberler bozar, kafaları karıştırır, alışılmış olanın dışına çıkar ve yepyeni bir dünyaya yolculuğa davet eder. Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Meksikalı Octavio Paz’ın Cortázar’ın eserleri için “Dili hoplatan, dans ettiren ve uçuran bir edebiyat“ demesi de bu gerçekten olsa gerek. Ve Şili halkının ozanı Pablo Neruda da onun için şöyle demiş: “Cortázar okumamış insan, bir kader kurbanıdır. Eserlerini okumamak korkunç sonuçları olan, sinsi ve ölümcül bir hastalıktır. Hiç şeftali yememiş bir insanın durumu gibi. Kişi yavaş yavaş mutsuzlaşır ve belki de azar azar saçları dökülür.“

Cortázar ve Theodor W.

Julio Cortázar, fantastik veya düşsel olandan söz ederken, bir kategoriden çok bir duygu olarak düşsellikten bahseder. Onun için mesele; günlük yaşamı, olağan gibi görünenin içinde sıradışı olanı görebilmek, kendinde bunun duyusunu geliştirebilmektir. Kedisi Theodor W. bu konuda en yakın dostlarından biriydi, belki de hocasıydı. Çünkü Cortázar’a göreTheodor W., kendisinin görmediklerini görebiliyordu, algılayamadıklarını fark edebiliyordu. Örneğin, günün birinde Theodor W. herhangi bir noktaya odaklanır. Cortázar der ki: “Bu kedinin orada ne gördüğünü bilmiyorum. Ben bir şey görmüyorum. Biz bir şey görmüyoruz. Ama Theodor W. fantastik olanı görebiliyor.“
Belki de zaman zaman Theodor W.’nin gözlerinden dünyaya bakmaya çalışmıştır. Yazarlığın yanısıra fotoğrafçılığa ilgisi de belki bundandı. Belki, bizler de bazen bir kedinin gözleri ile hayata bakabilmeliyiz... Kim bilir?
Ve son olarak; Cortázar’dan kaş çattırtacak bir anekdot: “Önemli buluşlar en beklenmedik yerlerde ve şartlarda yapılır. Newton’un elmasına bakınız, şaşılacak gibi değil midir? Bana da böyle bir şey oldu; bir iş toplantısının ortasında nedenini bilmeden kediler geldi aklıma, gündemle hiçbir ilgisi yoktu kedilerin ve ansızın kedilerin telefon olduklarını buldum. İşte bu kadar, tüm dahiyane buluşlar böyle olur.“

MERAL ÇİÇEK/PolitikART

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder