Gazetecilik 'mesleğine' tetikçilik tam olarak ne zaman bulaştı bilinmez ama İtalya'da köylüler toprağı, işçiler ise fabrikaları işgal ettiği biennio rosso, yani 'kızıl yıllar'da (1919-1920), halka karşı iktidarın silahşörlerine yolu açan, kalemşörlerdi. Torino, Genua, Milano gibi sanayileşmiş şehirlerde 600 civarında fabrika, işleri kolektif özyönetim ilkesiyle yürüten yarım milyon işçinin elindeydi. Burjuva, devletinden müdahale bekliyordu. Devlet ise devrimden korkuyordu: "Sanayicileri ikna etmelisiniz. İtalya hükümeti, sırf onların biraz para tasarruf etmesi için güvenlik güçlerini gönderemez, çünkü bu şekilde bir devrimi ateşlemiş oluruz." (Dönemin başbakanı Giolitti'den Milano Valisi'ne)
Yazılı basının (gazetelerin neredeyse tümü sanayicilere aitti) olası bir "sosyalist devrim"e karşı üretip yaydığı la grande paura, yani 'büyük korku' en çok da kara gömleklilerin başındaki Benito Mussolini'ye yarayacaktı. Hükümetin sonuçlarını göze alamadığı devlet terörünü, onun fasci'leri
çekinmeden uygulayacaktı. 'Kızıl yıllar'dan 'kara yıllar'a geçildiği 1921 yılında, faşistlerin kendine liberal, ılımlı ya da milliyetçi diyenlerle birlikte seçimlere katıldığı 'Ulusal Blok', 275 koltuk kazanırken, sosyalistler 122, yeni kurulan Komünist Parti ise 16 milletvekili çıkardı. Duce del Fascismo (faşizmin lideri) olacak Mussolini için hareketini partiye, Ulusal Faşist Parti'ye dönüştürmenin zamanı gelmişti. Roma'ya Yürüyüş'ün hazırlıklarına geçildi. Ve takvimler otuz ekim bin dokuz yüz yirmi ikiyi gösterdiğinde, saat tam onbir buçukta kara bayraklar eşliğinde - ona bir gün önce hükümet kurma yetkisini vermiş olan - Kral III. Vittorio Emanuele'nin karşısına geçtiğinde, şöyle diyecekti: "Majeste, gecikmemi affedin. Doğrudan meydan savaşından geliyorum. Kan dökülmeden kazanıldı."
Roma Yürüyüşü, devlet aygıtının önemli bir kısmının doğrudan veya dolaylı desteği ile mümkün kılınmıştı. Siyasiler açısından Mussolini gibi bir başbakan kötünün iyisiydi. Asıl 'korku hayaleti' ise sosyalistlerle komünistlerdi. 1924'teki seçimlerde faşistler artık oyların üçte ikisini alırken, Roma Yürüyüşü'nün dördüncü yıldönümünde Duce rejiminin kurumsal zemini tamamlanmıştı. Batı dünyasının gözünde de pek cazip, pek karizmatik bir 'lider'di Mussolini. Ta 1917 yılında savaş propagandası için en az bir sene boyu İngiliz istihbaratından haftada 100 £ (bugünün parasıyla yaklaşık 6.400 Euro) alan Duce, 1926'da ABD'den, faşist diktatörlüğünün sağlamlaştırılması için yüksek krediler alır. Bir yıl sonra da, Time ve Fortune dergilerinin kurucusu Henry Luce, işadamlara yaptığı bir konuşmasında, "Günümüz dünyasının öne çıkan ulusal ve ahlaki liderinin adı Mussolini'dir" sözleriyle övgüyle bahsedecekti faşist diktatörden.
* * *
Bin dokuz yüz otuzlu yılların başında, futbol kulübü ve Fiat fabrikası ile ünlü Torino, İşçi hareketinden Pierro Gobetti'nin liberal sosyalizm fikrine, Yahudiliğin etkilerinden burjuva kültürüne, farklı farklı siyasi ve toplumsal realitelere mekandı. Fakat aynı zamanda faşistler burada da giderek güç kazanıyordu. Belki de Ginzburg ve arkadaşlarına, yetmişli yıllara kadar İtalyan düşünce hayatının hücre çekirdeğini oluşturacak Einaudi yayınevini kurdurtan, bu - kimi zaman mozaiksel kimi zaman ebruli - atmosferdi. Yeniliğe dair güçlü bir iklime sahip yıllardı. Bin dokuz yüz otuz iki yılına ait, siyah-beyaz bir fotoğrafta o havayı hissetmek mümkün: Dört genç adam - takım elbiseli ve kravatlı - alçak bir duvarın üstüne oturmuş. Arkalarında, Santo Stefano Belbo panoraması, Torino dağları. Bir ilkbahar günü, hava güneşli, sıcak. Soldan ikincisi, Leone Ginzburg, bloknotunu açmış, notlar aktarıyor. Diğerleri ise - Cesare Pavese, Franco Antonicelli ve Carlo Frassinelli - dikkatle dinliyor. Frassinelli ile Antonicelli, kısa bir süre önce, Ginzburg'un Anna Karenina çevirisinin de yayınlandığı ufak bir yayınevi kurmuştu. Fotoğrafta olmayan Giulio Einaudi, grubun en genci, babasından La Riforma Sociale dergisinin yayın haklarını devralmıştı. Einaudi, yakın dostu Ginzburg ile bu eski akademik dergiyi bir edebiyat-düşün yayını haline getirmeye karar vermişti. İlk sayı bin dokuz yüz otuz dört yılında çıkar. Çok geçmeden işler genişler; önce ekonomi ile ilgili, sonra da Ginzburg'un hazırladığı Tarihsel Kültür Kütüphanesi kitap serileri ile birlikte Einaudi Yayınevi doğmuş olur.
* * *
Ukraynalı bir Yahudi olan Leone Ginzburg (1909-1944) için, faşizmin yaşamın bütün hücrelerine yayıldığı bu yıllarda, mesele sadece Mussolini rejimine kaba bir muhalefetten ibaret olamazdı: "Sadece hükümete karşı çıkmak yeterli değil, ondan ziyade bir karşı kültürünün temsil edilmesi hayatidir."
Beş yaşındayken ailesiyle tatil yaptığı Viareggio'da Birinci Dünya Savaşı'nı karşılayan Ginzburg, memleketi Odessa'ya dönen annesi tarafından bir dadıya teslim edilip, İtalya'da yetişir. Daha onbeşinde birkaç dile hakim olup, farklı dergiler için yazılar kaleme alır, liseden mezun olur olmaz Anna Karenina'yı İtalyanca'ya çevirir. Önce hukuk fakültesine yazılır ama çok zaman geçmeden asıl tutkusu olan edebiyata geçer. Guy de Maupassant üzerine tezinden sonra Paris'te okumak için burs kazanır. Orada, sürgündeki İtalyanlar tarafından kurulan direniş örgütü Giustizia e Liberta'nın (Adalet ve Özgürlük) önde gelen kadrolarıyla tanışır.
Torino'ya döndüğünde bir yanda arkadaşları ile yayınevi çalışmalarını yürütürken, bir yandan da üniversitede Rus Edebiyatı dersleri verir. O yıllarda, yani otuzların başında, Mussolini üzerine yemin etmek, öğretim görevlileri için zorunlu hale gelir. Ginzburg, bu yemini reddedince, akademik kariyeri de sona erir. Bahsi geçen dönemde İtalya'da yaşayan insanların çoğunluğu Mussolini'nin Faşist Partisi'ne üye olur. Birçoğu için, hayatın daha da zorlaşmasını önleyecek bir formüldür bu. Özellikle devlet memurları için parti üyeliği zorunluydu. Ginzburg, bu konuda solun kitlelere karşı daha anlayışlı yaklaşması gerektiğini savunurken, 'sözde' aydınlara karşı tavrında da netti: "Bazı utanmaz aydınların dışında bütün yurttaşlar bu zorla sağlanan üyelikten ötürü utanç duyuyor. Onları daha fazla utandırmamalıyız. Zorlu bir yolu seçenler ve toplum için çalışmaya karar verenler olarak, onlara karşı duyduğumuz sonsuz merhamet duygusunu ifade etme hakkına sahip olduğumuz gibi, elimizden geldiğince onların yanında durma görevine de sahibiz. Ancak bilinmeli ki, fazla zaman taşınan bir maske, sonunda yüzden ayırılamaz."
* * *
Beyaz Türkçü faşizminin Bitlis'te Buban İsyanı'nı kanla bastırdığı otuz dört yılında, İtalya'da Mussolini'nin faşist ölüm timleri OVRA işbaşındaydı. Ginzburg'un arkadaşları Sion Amar Segre ve Mario Levi, İsviçre sınırında antifaşist bildirilerle yakalandığında Segre, arkadaşının adını verir. Ginzburg ile birlikte Giustizia e Liberta'dan birçok kişi gözaltına alınır. Ancak bu operasyonun zemini Sion Amar Segre'nin itiraflarından çok, onun kuzeni Dino Segre tarafından hazırlanır. Zira ünlü bir gazeteci olup, bir kez gözaltına alındıktan sonra ajanlığı kabul eden Dino Segre, Ginzburg'un çevresinde olup bitenlerden faşist polisi sürekli haberdar eder.
Aslında Sion Amar Segre'nin eylemleriyle hiçbir alakası olmadığı halde Ginzburg, sorumluluğu üstlenir. Ailesi, Duce'den af dilemesini ister ama o bunu kabul edemez. Kasım ayında dört yıl hapse mahkum edilir. Aynı şekilde hapis cezası alan Sion Amar Segre, yıllar sonra tutukluluk yılları için "Leone Ginzburg öğretmenliğinde bir nevi antifaşizmin okulundan geçtik" diyecekti.
İki yıl sonra genel af ilan edilir. Ginzburg Torino'ya döner, gözetim altındadır, her gün imza atması gerekiyor. Yazım çalışmaları yasaklanır ama o gizliden Einaudi'deki yerini yeniden alırken, bir yandan da Troçki'nin Rus Devriminin Şiirleri'ni İtalyanca'ya çevirir.
* * *
Faşizm, Dêrsim'de soykırım provasındayken, İtalya'da Irkın Korunması Yasası çıkarılır. Kara Gömlekliler, Yahudileri (ve partizanları) yakalayıp Almanlara teslim eder, korkunç katliamları Kahverengi Gömlekliler'e bırakırlar. Henüz kısa bir süre önce Natalia Levi ile evlenen Leone Ginzburg ise, İtalyan vatandaşlığını kaybedip, eşiyle ülke içinde sürgüne gönderilir. Giustizia e Liberta, örgütün yayın organını çıkarmak üzere onu Paris'e davet eder ama Ginzburg gitmeyi kabul etmez. Üç yıllık sürgününde hem gazetecilik hem yayıncılık hem de yazarlık hayatını oldukça zor koşullar altında sürdürür. Ki sürgün, yazar için bazen de ölümdür.
Mussolini'nin ölümü ve müttefiklerin gelişi ile birlikte Ginzburg için sürgün sona erer. Yeniden kimlik sahibi olur olmaz Roma'ya geçer. Duce gitmişti belki ama asıl mücadele şimdi başlayacaktı. Ginzburg için mesele netti: Ülkenin ve toplumun faşizmden kurtarılması, arındırılması gerekiyordu. Einaudi'nin başkentteki şubesinin başına geçer, faşizmin tarihi ile ilgili bir kitap dizisinin hazırlıklarına başlar. Yayınevindeki diğer arkadaşları ile toplantıları onun için her zaman siyasi direnişin, mücadelenin bir parçasıydı. Bu toplantıların birinde birkaç yakın dostu ile daha sonra çeşitli direniş örgütünün birleştiği (ve Ginzburg'un da aktif yer aldığı) Eylem Partisi'nin zeminini oluşturacak Yedi Nokta Programı'nı tasarlar.
Sonra Naziler gelip, halktan korkunç intikam alır. Partizan savaşı başlar. Leone Ginzburg açısından o dönemde, düşünsel açıdan özgürlüğün ilkelerini savunmak, temsil etmek esastı. Bu nedenle, daha geniş kesimlere ulaşacak bir gazeteyi satın alma fikri oluşmuştu. Ginzburg ayrıca sahte kimlik ile partinin illegal yayın organı L'Italia libera'nın çıkarılmasında yer alır.
Yalanların iktidarı için her zaman, nerede olursa olsun, en büyük tehdit hakikati savunan, söyleyen, yazandan gelir. Yalanı hakikat diye yayma onursuzluğundan çekinmeyenler, tarihin bütün zamanlarında gerçeğin savunucularına karşı pogrom atmosferini oluşturmada öncülük ederken (bkz. Taraf vs.), kendini hakikate adamış olanların ise (bkz. Özgür Gündem) sesi hep kıstırılmaya çalışılır. Doksanlı yıllarda gerçekleri yazanlar kurşunlanırken, bugün aynı amaca başka araçlarla ulaşmaya çalışıyorlar.
Leone Ginzburg'a dönecek olursak; bin dokuz yüz kırk üç yılının yirmi kasımında yasaklı yayınların basıldığı bir matbaaya yapılan baskında gözaltına alınır. Regina Coeli zindanına götürülür. On gün sonra gerçek kimliği açığa çıkınca, aynı cezaevinde Gestapo'nun baktığı bölüme götürülür. Orada korkunç işkencelerden geçirilir. Dört şubat kırk dörtte son sorguya alınır. Bir gün sonra - Roma'nın kurtuluşuna dört ay kala - ölü bedeni bulunur.
iktidar tek başına yaratılmıyor ve korunamıyor onu içselleştirip ona tapınacak kullar olmadıkça...günümüz dilinde adı medya olan görsel ve yazılı basım insanların haber alma haklarına işaret etmek için araç olmamış ve zaten asıl amacı bu olmamış..Elbette bu aracı daha insani ve eşyanın tabiatına uygun olan biçimde kullanmak isteyenler olmuş ama iktidar aracı olmayanların işi her zaman zor..Birde şu var ki insanlar gerçeklerle yüzleşmeye hiç hazır olmuyor olamıyor oldurulmuyor..Birincil ve kendiliğinden hakları olan yaşam için gereçlerinin karşılanması noktasında bile (aslanın midesinde ki ekmek gibi)o kadar yorucu süreçlere zorlanıyorlar ki o kadar yorgunuz ki .. yazı çok anlamlı ve değerli.. aynı derede iki kez yıkanılmaz gerçeğine rağmen kan revan tekerrürünün çarkı bir türlü kırılamıyor ...selamlar ..(bir çeşit iç dökmesi benimki)))
YanıtlaSilarada böyle iç dökerseniz sevinirim :)) sağ olun...
YanıtlaSil