21 Tem 2011

‘Kürtlerin özerkliğini İngiltere engelledi’


Ortadoğu özellikle bir asırdan beri hep savaş alanı olarak anılmaktadır. Ortadoğu’dan ölüm haberlerinin gelmediği bir gün geçmezken, bu savaşların çoğunun çıkış noktaları iki dünya savaşı arasındaki dönemde gizlidir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı güçlerin Ortadoğu’da yürüttüğü ‘paylaşım savaşlarından’ en fazla etkilenen halkların başında da Kürtler gelmektedir. Zira ‘Büyük Kürdistan’a yönelik projelerin hayata geçirilmesine dair tartışmalar da o dönemde gündemleşmişti.

Özellikle Batılı güçlerin Mezopotamya’daki petrol politikaları konusunda uzman bir tarihçi olan Prof. Dr. Dietrich Eichholtz ile, o dönemin temel belgeleri olan Sykes-Picot, Sevr ve Lozan antlaşmalarını ve Kürtler üzerindeki etkilerini konuştuk.


Sykes-Picot Antlaşması’nı ‘müttefiklerin savaş hedeflerini ifade eden temel belge’ olarak nitelendiriyorsunuz. Bu belge neden yeni bir süreci başlattı? Belgede Kürtlerden söz ediliyor mu?
1916 yılında imzalanan Sykes-Picot Antlaşması İngiltere, Fransa, Çarlık Rusyası ve 1917 yılından itibaren İtalya’dan oluşan müttefiklerin savaş hedefleri ile ilgili tartışmalarda altüst edici bir niteliğe sahipti. Sykes-Picot Atnlaşması, Türkiye’nin emperyalist güçlerce bölünmesi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması için müttefik devletler tarafından oluşturulan ilk ortak plan olma özelliğine sahiptir. Bunda belirleyici inisiyatif İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın elinde bulunuyordu. Araplar için Osmanlı İmparatorluğu’nun doğusunda ve güneyinde geniş bir ‘bağımsız devlet’ veya bir konfederasyon düşünülüyordu. Ancak İngiltere ve Fransa bu devlet veya konfederasyonda kapsamlı ekonomik ayrıcalıklara ve sömürgeci ‘danışmanlık’ ve denetleyici fonksiyonlara sahip olacaklardı. Kürtlerden ne anlaşmanın kendisinde, ne de onun oluşum sürecinde söz edilmiyordu. Filistin o dönem İngilizlerin denetimindeki ‘uluslararasılaştırılmış’ bölge olarak işaretlenmişti.

Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye’nin Sykes-Picot Antlaşması’nda betimlenen bölünmesi 1917/18 yıllarında ve 1919-1923 yılları arasında süren barış müzakerelerinde önemli düzeyde değişime uğradı. Bunun birden fazla nedeni var. Herşeyden önce; Çarlık Rusyası, Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletler topluluğundan çıkmıştı ve Sovyet Rusyası farklı bir siyasi çizgiye sahipti; özellikle ilhaksız ve mağlupların ödemelere mahkum edilmemesini kapsayan genel bir barış durumunu talep ediyordu. Öte yandan ABD, 1917 yılında savaşa ortak olmuştu ve ABD Başkanı Wilson’un ‘14 İlke’ planı başlangıçta etkisini göstermişti. Yine müttefikler arasında ganimetlerin bölüşülmesi ile ilgili yıllar süren bir kavga vardı. Ayrıca Mustafa Kemal liderliğindeki Türk ulusal hareketinin cumhuriyet savaşı vardı.

Sevr Antlaşması’na gelindiğinde emperyalist güçlerin Kürtlere yönelik politikası kendini nasıl ifade ediyordu?
Dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson, 8 Ocak 1918’de dünya çapında yayımlanan ‘14 İlke’ planında, yapılacak barış anlaşmaları tasarıları için Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türk olmayan halklara dönük “kuşku bırakmayacak şekilde yaşam garantisi ve özerk gelişim göstermelerine mani olunmaması için mutlak olanakların” zorunlu olması gerektiğini ilan etmişti. Wilson bu talebi ile, Paris’teki barış müzakerelerinde özellikle bağımsız bir Kürdistan’ı (ve Ermenistan) kastetmişti. 1920 yılının Nisan ayında Türkiye ile yapılan Sevr Barış Antlaşması tamamlandığında, anlaşmanın içinde üç ‘temel gücün’, yani İngiltere, Fransa ve İtalya’nın - ABD barış müzakerelerinden çekilmişti - altı ay içinde otonom bir Kürt bölgesi için bir plan oluşturacağına dair bir niyet beyanı yer alıyordu. Antlaşmanın 62., 63. ve 64. maddesinde şöyle deniliyordu: “Fırat’ın doğusunda bulunan ve sınırları ileride tayin edilecek Ermenistan’ın güneyi ile Suriye, Mezopotamya ve Türkiye’nin kuzeyi Kürdistan’dır. Bu bölge önce bir yıllık bir dönem için Fransa, İngiltere ve İtalya’nın garantörlüğünde bulunacak, bu süre sonunda bölge halkı bağımsız bir ülke olmak istediğini Birleşmiş Milletlere bildirirse gereği yapılacak; Türkiye bu konuda söz sahibi olmayacaktır. Musul halkı isterse, kurulan Kürt devletine katılma hakkına sahiptir.” Bunun için iki uluslararası komisyonun kurulması öngörülüyordu, ancak bu komisyonlar ilan edilmediler ve çalışmalarına hiç başlamadılar. Ancak Kürtlerin çıkarlarını savunmak için Paris’te bulunan temsilciler Kürtlerin taleplerini kapsamlı bir şekilde dile getirmişlerdi.

Sevr Antlaşması’nda Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkında söz edilmesine rağmen, Lozan’a gelindiğinde kendilerinden söz dahi edilmiyor. Sizce neden?
Wilson, hastalığı nedeniyle Başkanlık görevine seçilmediğinden dolayı Paris Barış Konferansı’na katılmadı. İngiltere ile Fransa için Kürt sorunu zaten rahatsız ediciydi. Çünkü İngiltere ve Fransa açısından Ortadoğu’daki temel hedef, İngiltere’nin Irak’taki vekalet hakimiyeti altındaki Mezopotamya petrolünün tekel olarak ele geçirilip sömürülmesiydi.

Sevr Antlaşması, 1920/22’de Türk ulusal hükümetinin Türkiye’nin parçalanmasına ve dış güçlerin diktesine geçmesine karşı verdiği direniş nedeniyle tamamen başarısızlığa uğradı. 1922/23’teki Lozan Konferansı’nda İngiliz diplomasisinin öncülüğünde yeni bir barış antlaşması formüle edildi. Bu konferansta bağımsız bir Kürdistan planı artık rol oynamıyordu. Kürt çıkarları tamamen gündemden düşmüştü. Özerk bir Kürdistan, İngiltere’nin Irak’taki (ve İran’daki) hakimiyet planlarını rahatsız edip tehlikeye düşürürdü. Gözlemci olarak Lozan Konferansı’na katılan ABD’li şirketler ve ABD yönetimi o zaman da Ortadoğu’daki petrol kaynaklarından belirleyici bir şekilde yararlanmayı talep ediyorlardı ve Kürt sorununa artık hiçbir şekilde ilgi göstermiyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Mezopotamya’daki petrol kaynaklarına hakim olma mücadelesi ile dünya gücü olma savaşı arasında bir bağdan söz edilebilir mi?
ABD bir kaç yıl sonra, 1920 yılındaki San Remo Konferansı ve Lozan Konferansı’ndan sonra Kuzey Irak’ta İngilizlerin denetiminde olan petrol ile ilgili yapılan emperyalist kavgada önemli bir başarı elde etti. 1928 yılında İngilizlerin kontrolündeki Türk Petrol Şirketi tekelinin -1929’da ismi Irak Petrol Şirketi olarak değiştirildi- hisselerinin yüzde 23.75’ini aldılar. Hisseler New Jersey Standard Oil şirketi liderliğindeki bir Amerikan ticari grubuna verildi. Böylece Amerikan petrol şirketleri Ortadoğu’daki petrol kaynaklarına açılan kapıya giriş yapmış oldular. Ardından gelen 20 yıllık sürede, özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında ABD konumunu öyle değiştirdi ki, Ortadoğu ve Körfez bölgesindeki temel petrol gücü haline geldi.

Kürtlerin günümüzde yaşadığı duruma bakacak olursak; Sykes-Picot Anlaşması’nın ve Lozan Konferansı’nın etkilerini ne derecede görmek mümkündür?
Kürdistan’ın bölünmüş hali Lozan’dan sonra devam etmekle kalmadı, Irak ve İran devletlerinin kurulmasıyla birlikte daha da sağlamlaştırıldı. Kürt halkı hiçbir yerde kendi kaderini özgürce tayin edemedi. Bu durum özellikle de Türkiye sınırları içerisindeki doğu bölgeleri açısından geçerlidir. Kürtlerin direnişi Irak’ta da onyıllar boyu yarı sömürgeci bir hükümdarlık tarafından bastırıldı. 1920’li yıllarda oluşturulan ve kimi zaman daha istikrarlı, kimi zaman ise daha istikrarsız olan siyasi yapıların ve dengelerin ayakta tutulmasının temel sebeplerinden biri, yerel ve dış güçlerin bölgedeki petrolün güvenli bir şekilde sömürülmesini teminat altına alma politikalarıdır.

Ortadoğu günümüzde büyük bir savaş alanından ibarettir. Sizce yeni, örneğin konfederal bir model geliştirilebilir mi?
Bu soruyu yanıtlamak için yeterince bilgi sahibi değilim. Ancak akla gelebilen bir model, örneğin Kürtlerin bir konfederasyonu mevcut durumda gerçekleştirmesi zor görünüyor. Zira ABD’nin ve İsrail’in Ortadoğu’daki siyasi ve askeri hegemonyası bunun önünde engeldir.

Sykes-Picot Antlaşması
İngiltere, Fransa ve Rusya hükümetleri arasında uzlaşılan ve Sykes-Picot Antlaşması olarak anılan yazışmalar toplam 11 belgeyi kapsıyor. Bu antlaşma, o dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Edward Grey’in 16 Mayıs 1916 tarihinde Fransa’nın İngiltere Büyükelçisi Paul Cambon’a göndermiş olduğu mektup yazışmalarının temel belgesini oluşturuyor. Antlaşmayı hazırlayan Fransız diplomat François Georges-Picot ve İngiliz diplomat Mark Sykes’in isimleriyle anılan belge ‘gizli’ işaretini taşırken, 1917 Rus Devrimi’nden sonra Lenin tarafından dünya kamuoyuna açıklandı. Anlaşmanın temel noktaları 19-26 Nisan 1920 tarihleri arasında gerçekleştirilen San Remo Konferansı’nda onaylandı.

İlgili devletlerin Sykes-Picot Antlaşması’yla uzlaştıkları konular şöyle: 1. İlişik haritada (A) ve (B) işaretlerini taşıyan bölgelerde, bir Arap önderinin metbuluğu altında, bağımsız bir Arap Devleti ya da Devletler Konfederasyonunu tanımaya ve korumaya, Fransa ve Büyük Britanya hazırdır. (A) bölgesinde Fransa ve (B) bölgesinde Büyük Britanya, girişimlerde bulunmak ve yerel borçlanmaya gitmekte önceliğe sahip bulunacaktır. (A) bölgesinde Fransa ve (B) bölgesinde Büyük Britanya, Arap Devleti ya da Arap Devletleri Konfederasyonunun istemi üzerine, danışman ya da yabancı görevli sağlamak hakkına tek başlarına sahip olacaklardır.
2. Mavi bölgede Fransa ve kırmızı bölgede Büyük Britanya, istedikleri ve Arap Devleti ya da Arap Devletleri Konfederasyonu ile anlaşarak düzenleyecekleri, doğrudan doğruya ya da dolaylı yönetim ya da denetimi kurmak hakkına sahip olacaklardır.
3. Kahverengi bölgede, biçimi Rusya ile danışma sonucunda ve daha sonra da öteki Müttefiklerle ve Mekke Şerifi’nin temsilcisi ile danışılarak, sapanacak uluslararası bir yönetim kurulacaktır.
4. Hayfa ve Akkâ limanları Büyük Britanya’ya verilecek ve (A) bölgesinde Dicle ve Fırat ırmaklarından (B) bölgesine belirli ölçüde su sağlanması güvence altına alınacaktır. Majesteleri hükümeti de kendi açısından, Fransız hükümetinin önceden rızası olmadan Kıbrıs’ın bir üçüncü devlete verilmesi için hiçbir zaman görüşmelere girişmemeyi üstlenmektedir.
5. İskenderun, Britanya İmparatorluğu ticareti bakımından serbest bir liman sayılacak ve ödeme ile kolaylıklar açısından, Britanya gemilerine ve mallarına ayrım gözetici işlem yapılmayacaktır; mallar ister kırmızı bölgeye, (B) bölgesine ya da (A) bölgesine gidişte, ister bu bölgelerden gelişte olsun, mavi bölgeden demiryolu ile ya da İskenderun’dan geçen İngiliz mallarına transit özgürlüğü tanınacaktır. Yukarıda sözü edilen bölgelerdeki hiçbir demiryolunda, İngiliz mallarına ve hiçbir limanında İngiliz mal ve gemilerine karşı doğrudan doğruya ya da dolaylı hiç bir ayırım gözetici işlem uygulanmayacaktır.
Hayfa, Fransa ile Fransa’nın egemenliği ve korumanlığı altında bulunan ülkelerin ticareti bakımından serbest bir liman sayılacak ve liman ücretleri ve kolaylıkları bakımından Fransız gemilerine ve mallarına ayırım gözetici işlem yapılmayacaktır. Mallar, ister mavi bölgeye, (A) bölgesine ya da (B) bölgesine gidişte, ister bu bölgelerden gelişte olsun, Hayfa’dan ya da Britanya demiryollarıyla kahverengi bölgeden geçen Fransız mallarına transit özgürlüğü tanınacak ve yukarda sözü geçen bölgenin hiçbir demiryolunda Fransız mallarına ve hiçbir limanında Fransız mal ve gemilerine karşı doğrudan doğruya ya da dolaylı hiçbir ayırım gözetici işlem uygulanmayacaktır.
6. Bağdat’ı Fırat vadisi boyunca Halep’le birleştirecek bir demiryolunun yapımı tamamlanmadıkça ve iki hükümet kabul etmedikçe, Bağdat demiryolu (A) bölgesinde Musul’dan öteye güneye ve (B) bölgesinde Samarra’dan öteye kuzeye uzatılmayacaktır.
7. Büyük Britanya’nın Hayfa’yı (B) bölgesiyle birleştirecek bir demiryolu yapmaya, yönetmeye ve bunun tek başına sahibi olmaya hakkı bulunacağı gibi, bu demiryolu üzerinde her zaman asker taşıyabilme yetkisine de süresiz hakkı olacaktır. Her iki hükümet de, bu demiryolunun amacının Bağdat’ı Hayfa’ya rayla bağlamak olduğunu ve, ayrıca, mühendislik bakımından karşılaşılacak zorluklar ve giderlerin yüksekliği, bu bağlama hattının kahverengi bölgeden geçişinde, projeyi uygulanamaz hale getirecek olursa, Fransız hükümetinin adı geçen demiryolunun (B) bölgesine varabilmesi için Banyas-Keys, Marib-Salhad Tel, Otsda-Mesmiye beşgeninin içinden geçmesi olasılığını da gözönünde tutmak durumunda olacağını kabul etmektedir.
8. Türk gümrük tarifeleri bugünkü biçimiyle yirmi yıl daha mavi ve kırmızı bölgelerin tümünde ve (A) ve (B) bölgelerinde geçerli kalacak ve iki devlet birlikte karar vermedikçe, ne ücretler yükseltilebilecek ne de ad valorem tarifeden özel tarifeye geçilebilecektir. Yukarıda sözü edilen bölgelerin hiçbiri arasında iç gümrük engeli bulunmayacaktır. Ülke içine gidecek mallar üzerinden alınabilecek gümrük resimleri, giriş limanında alınacak ve malın gideceği bölge yönetimine teslim edilecektir.
9. Fransız hükümetinin, Majesteleri hükümetinin önceden uygun bulmasını sağlamadıkça, Arap Devleti ya da Arap Devletleri Konfederasyonu dışında hiçbir üçüncü devletle mavi bölgedeki hakların aktarılması görüşmelerine hiçbir zaman girişmeyeceği ve bunları aktarmayacağı kabul edilecek ve Britanya hükümeti de kendi bakımından kırmızı bölgedeki haklarına ilişkin olarak Fransız hükümetine karşı aynı yükümlülüğü kabul edecektir.
10. Britanya ve Fransa hükümetleri, Arap Devletlerinin koruyucuları olarak, Arap Yarımadasında kendilerinin toprak elde etmeyecekleri ve üçüncü devletlerin elde etmesine rıza göstermeyecekleri gibi, üçüncü bir devletin ne doğu kıyısında ne de Kızıldeniz adalarında deniz üssü kurmasına da izin vermeyeceklerini kabul edeceklerdir. Doğal olarak bu son Türk saldırıları üzerine Aden sınırında yapılması gerekebilecek değişiklikleri önlemeyecektir.
11. Araplarla, Arap Devleti ya da Arap Devletleri Konfederasyonunun sınırları hakkında yürütülen görüşmeler, iki devlet adına, şimdiye kadarki yollardan sürdürülecektir.
12. Arap topraklarına silah sokulmasının denetimi için alınacak önlemler her iki hükümetçe incelenecektir.


MERAL ÇİÇEK
* 15 Mayıs 2009'da Yeni Özgür Politika'da yayınlandı 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder