20 Şub 2012

Birleşmiş Milletler mi Devletler mi?

Muzaffer Ayata, Apocularla tanıştığında 20 yaşında bir öğrenciydi. Ankara’da biyoloji okuyordu. Üçüncü sömestrede okulu bıraktı, adı henüz yüksek sesle telaffuz edilmeyen Kürdistan’a döndü. Mart 1980’de memleketi Siverek’te tutuklandığında 24 yaşındaydı. 12 Eylül darbesine altı ay vardı. PKK kurulalı bir buçuk sene olmamıştı daha. Silahlı mücadelenin başlamasına ise daha 4 buçuk sene vardı. Türkiye’de toplam 20 buçuk yıl hapis yattı. Diyarbakır’daki vahşeti birçok insan, onun 2 ciltli “Diyarbakır Zindanı” kitabı ve o kitapta yer alan çizimler ile algıladı. Siyasi faaliyetlerini ülkesinde sürdüremediğinden iltica ettiği Almanya’da da tutuklandı. 3 buçuk sene cezaevinde kaldı burada da. Böylece tam da Diyarbakır Zindanı’nın pas tutmuş demir kapılarından içeri girdiğindeki yaşı kadar ömür çalındı ondan. 24 yıl. Dile kolay...
Ayata’ya geçtiğimiz günlerde Almanya’da siyaset yasağı verildi. Kürtlerle ilgili düzenlenen her türlü eylem ve etkinliğe katılımı, konuşma yapması, makale yazması yasaklandı.
Tebliğ edilen 13 sayfalık icra kararındaki gerekçelerden biri, Almanya’nın ‘devletler arası hukukundan
kaynaklı yükümlülükleri’ ile ilgilidir. Almancada buna “völkerrechtliche Verpflichtungen” deniliyor. “Völkerrecht” terimin sözlükteki karşılığı ‘devletlerarası hukuk’. Oysa ‘Volk’ halk anlamına geliyor. Dolayısıyla “Völkerrecht” kelimesinin karşılığı ‘halklar arası hukuk’ olmalıydı. Kararda ayrıca Almanya’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 11 Eylül’den hemen sonra aldığı karardan dolayı “terörist örgütlerin faaliyetlerini önleme yükümlülüğü”ne sahip olduğu yazılı. Sonra da BM Güvenlik Konseyi’nin ve onun üyelerinin “özellikle de dünya barışının” savunulmasından sorumlu olduğu, “uluslararası terörizmle mücadele devletler topluluğunun (“Völkergemeinschaft”) temel hedefi” olduğu ifade ediliyor.
Geçen haftaki yazımda, Almanya’da devletin temel kurumlarının adlarının ne denli manipülatif olduğuna dikkat çekmeye çalışmıştım. Örnek olarak, ‘devlet koruma örgütü’ olan, ancak kelime anlamı ‘anayasayı koruma örgütü’ olan iç istihbaratı (“Verfassungsschutz”) vermiştim. Kelime kelime tercüme edildiğinde ‘halklar topluluğu’ anlamına gelen “Völkergemeinschaft” ile kastedilen de, devletler topluluğudur. Sözde dünya barışını korumakla yükümlü Birleşmiş Milletler’in adı da bu bağlamda, çıkardıkları, onayladıkları ve görmezden geldikleri savaşlar dikkate alındığında, aslında ‘Birleşmiş Devletler’ diye değiştirilmesi gerek.
Devlet ile halk, iki zıt olgu. Özellikle de birçok ulus-devlet, homojen bir ‘ulus’ yaratma amacıyla sınırları içinde yaşayan halkları asimilasyon ve kültürel kırımdan geçirdi. Bu nedenle ulus-devletlerin halkları temsil ettiği, onların çıkarlarını savunduğu söylemi, safsatadan öte bir şey değil.
Adı “Staatsschutz” olması gerekirken “Verfassungsschutz” denen Alman iç istihbarat örgütünün temel görevlerinden biri, “halklar arası uzlaşı fikrine, özellikle de halkların barışçı ortak yaşamına karşıt” faaliyetlerin önlenmesi olarak ifade ediliyor. Burada da “Völkerverständigung”dan pratikte anlaşılan, halklar arası barıştan çok, devletler arası çıkarların korunmasıdır.
Bu çarpıtmadan en çok zarar gören, halklar ve halk hareketleri oluyor. Yoksa yayınlarında belki de en fazla halklar arası barış ve diyalog fikrini savunan televizyonlardan biri olan Roj TV hakkında Alman mahkemelerin, “halklar arasına kin ve nefret ekiyor” şeklinde karar vermesinin başka bir izahatı var mı? Aynı şekilde, Almanya’da gazetemize karşı devam eden dava dosyasında alt mahkeme başkanı, Yeni Özgür Politika’nın ‘halklar arası barış fikrine karşıt yayın yaptığını’ iddia ediyor. Bu enteresan iddiasına verdiği örnek ise “bu kadarı da olmaz” dedirten nitelikte: Ege’de DTP’lilere yönelik linç saldırıları ile ilgili verdiğimiz haberlerden, halklar arası barışa karşı olduğumuz anlaşılmış. Yani linççiler değil de, biz faşist oluyoruz bu durumda!
Dikkat edilirse, son dönemde bölgesel hegemonya hayallerini kuran Türk devletinin Avrupa Birliği adaylığı iyice gündemden düştü. Bir zamanlar, Türkiye’nin AB yakınlaşmasından sıkça söz ediliyordu. Ancak kanımca onun yerine artık AB-Türkiye yakınlaşmasından söz etmek gerekiyor. Bu duruma karşı AB içinde en büyük direnişin merkezi olan Yunanistan’daki gelişmeleri dikkatle izlemek lazım derim...

http://www.yeniozgurpolitika.com/index.php?rupel=nivis&id=1223

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder