“İspanya’daki özerklik merkezi hükümet tarafından teslim edildi. Ama biz, özerklik için kimsenin onayını istemedik, kendimiz yaptık. Merkezi hükümet ister beğensin, ister beğenmesin. Chiapas’ta özerklik bölme amacını taşımıyor.”
Zapatistaların, eşit haklarla Meksika toplumunun bir parçası olmak için isyan başlattığı 1 Ocak 1994’ten bu yana Chiapas’ta çok şey değişti. Toplumun bütün önemli alanlarını - siyasi özyönetimden kültürel bağımsızlığa, kaynaklar üzerindeki kontrolden ayrı bir hukuk sistemine kadar - kapsayacak özerklik, bir talep olmaktan çıkıp Meksika devletine rağmen hayata geçiriliyor. Problemsiz ve engelsiz değil bu inşa süreci, tamamlanmış olduğu da söylenemez. Ama kararlı adımlarla bir yanda radikal yerel demokrasi geliştirilirken, bir yanda toplumsal dönüşüm de yaşanıyor. Bu yönde kaydedilen mesafeyi, bazı panellere katılmak üzere Chiapas’tan Almanya’ya gelen aktivist ve gazeteci Javier Elorriaga ile konuştuk. Ve baktık ki, aslında Zapatistaların özerklik ve ulus anlayışı Kürtlerinkinden pek de farklı değil.
Chiapas’ta Zapatistalar öncülüğünde önemli düzeyde komünal özerk yapılar inşa edildi. İsterseniz bu inşa süreciyle başlayalım.
Zapatistalar kendi yapılarını inşa etti. Bunu, devletten bağımsız, halkın öz gücüne dayalı yaptılar. Hükümetten hiçbir şey istemediler. Bir kere zaten hükümete karşı zerre kadar güven yok. Özerk yapıların inşa edilmesi için maddi bir zemine ihtiyaç var. Ama burada da devlette dayanarak iş yapılmaması kesin bir karardı. Oradaki yapılar tamamen otonom. Örneğin eğitimin düzenlenmesi, okullar, öğretmenlerin formasyonu, sağlık alanı, klinikler, ufak hastaneler, sağlık personelinin eğitimi; bütün bunlar, merkezi hükümetle hiçbir alakası olmayan özerk bir süreç içinde geliştirilip işletiliyor.
Perde arkasında yerli halkın hakları için Meksika hükümetine karşı verilen mücadele vardı. Dediler ki, ‘Biz bu ülkenin yerli, asli halkıyız, bu ulusun bir parçası olmak istiyoruz. Tarihimiz devlet baskısı ile dolu. Meksika’da yaşayan diğer insanlarla eşit haklar istiyoruz’. Süreç içinde hükümetin ordusuna karşı silahlı mücadele başlatıldı. Ama buna paralel olarak yaşam ve toplum yeniden inşa edilmeye başladı. İnsanlar dışarıdan yönetilmeyi kabul etmiyordu, kendilerini yönetmek istiyordu. Meksika içinde otonomilerini istediler. Amaç bağımsızlık. Ama bağımsızlık kavramından ne anlaşıldığı önemli. Kendimizi Meksika’nın bir parçası olarak görüyoruz. Ama Meksika’nın bu bize ait olan parçasını kendimiz inşa edip şekillendirmek istiyoruz.
Peki bu süreçte devlet, iktidar, hiyerarşi gibi kavramlar nasıl bir rol oynuyor?
Baskıcı bir rol oynuyorlar. Mesele şu: Meksika halkının gerçekten ne istediğine karar verme imkanını tanıyan bir demokrasi modeli gerekiyor. İnşa etmeye devam ettiğimiz özerklik modeli bize göre merkezi politika anlayışına göre çok çok daha esaslı. Fakat Chiapas halkı olarak bunu Meksika’daki diğer halklara dayatmak gibi bir amacımız yok. ‘İyi Yönetim Cuntası’ dediğimiz Zapatista özerklik modeli bizim için faydalıdır, işliyor. Çünkü bu modeli kendi coğrafyamızda, kendi geçmişimiz ve gerçeğimiz doğrultusunda inşa ediyoruz. Ama Meksika’daki diğer halklar açısından da işlevli olur mu, yararlı olur mu, ona karar veremeyiz. Dolayısıyla gerçek bir demokrasiyi inşa etmek için mücadele etmeliyiz ve halklar ondan sonra nasıl bir yönetim modelini tercih ettiklerine kendileri karar verir. Bizim için de özerklik statik, nihai bir model olarak mutlak ele alınmıyor. Hala bir inşa sürecindeyiz, o sürecin sonunda farklı bir şey de olabilir, insanlar buna karar verir. Önemli olan, insanlara bu kararı verebilmeleri için gereken koşulları oluşturmaktır. Farklı bir yönetim ya da öz yönetim modelini talep edebilirler.
Geliştirilen modelin, Chiapas halkının gerçeği doğrultusunda inşa edildiğini söylediniz. Öncesinde de öz yönetim konusunda bir deneyim var mıydı?
Zapatista bölgesinde halk aslında hükümete karşı başlatılan silahlı mücadeleden önce de kısmi düzeyde kendini yönetiyordu. Yani Chiapas’taki topluluklar böyle bir yönetim modelini belli bir düzeyde uyguluyordu. Ama dışarıdan, sana neyi nasıl yapacağını söyleyen, bu konuda talimat yetkisini kendinde gören bir hükümet var. Hükümet bu şekilde oradaki halkın uyguladığı modeli ortadan kaldırıyordu. Ve ortadan kaldırılan, müdahale edilen sadece bir yönetim biçimi değildi. Bunun ötesinde demokratik kavgaya müdahale edildi, bu mücadele bastırıldı. Sonuç da pasiflik oluyor. Bundan dolayı da bizim açımızdan özerkliği geliştirmek, kendi öz yönetimimizi oluşturmak merkeziyetçiliği dayatan devlete karşı direniş anlamına geliyor. Direniş sadece silahlı direniş olarak algılanmamalı. Özerklik çok somut bir direniş, bir mücadeledir aslında.
Chiapas’ta uygulanan modele karşı bir iç mücadele yok. Genel kabul gören, normal görülen bir yönetim biçimidir. Diyelim bir köyle ilgili bir karar verilecekse, bu kararı köyün kendisi vermeli. Farklı köylerle bir birlik kurulur, toplantılar gerçekleştirilir, her köyün temsilcileri buna katılır. Burada sorunlar tespit edilir, çözümler aranır ve köylerden başlayarak bölgesel özerklik inşa edilir. Buna karşı halktan direnç söz konusu olamaz zaten.
Bu sistemi biraz açabilirmisiniz?
‘Comunidades’ dediğimiz topluluklar, alternatif idare sistemimizin en üst karar merciyi oluşturuyor. Devlet tarafından belirlenen ilçe sınırları coğrafik ve kültürel kriterler doğrultusunda yeniden düzenlendi. Coğrafya beş bölgeye bölündü, onlara caracol diyoruz. Bunlar büyük ölçüde birbirinden bağımsız işliyor. Merkezi toplantı sistemi içinde bunlar rol oynuyor. Öncelikle iletişim ve lojistik merkezleri olarak da işlev görüyorlar.
Ortak yaşamla ilgili karar verme yetkisinin comunidad’larda, yani en ufak birimlerde olması temel ilkelerdendir. Aklınıza gelebilecek bütün sorun ve ihtiyaçlar burada genel kurul toplantılarında tartışılıp, konsensüs prensibi ile karara bağlanır. Temsilciler daima seçimle belirlenir ve her an, görevlerini layıkıyla yerine getirmediğinde seçmenler tarafından tekrar görevden alınabilir. Yine rotasyon önemli bir ilke. Bununla hem iktidarcılığa karşı önlem alınırken, mümkün olduğu kadar herkesin idare çalışmalarına katılmasına imkan tanınıyor. Yani bu sistem içerisinde toplumun bütün üyeleri bir şekilde karar mercilerinde yer alıyor, herkeste belli bir bilinç gelişebiliyor. Köylerden caracol’lere doğru bir örgütlenme bu.
Kendi kararlarınızı kendiniz aldığınızda, bir nevi devletin bu bölgedeki yetki alanını sınırlıyorsunuz. Peki Meksika devletinin, ona rağmen geliştirdiğiniz özerkliğe yanıtı ne oldu?
Savaş ile yanıt verildi. Bu savaşın farklı biçimleri var. 18 yıldan beri sürdürülüyor. Ekonomik savaş yürütüyorlar örneğin. Mesela topluluk ruhunu bozmak için bazı ailelere mali yardım teklif ediyorlar. Bazıları bu yardımları kabul ediyor. Bu şekilde topluluğu ikiye bölmeyi amaçlıyorlar. Ya da ektiğimiz tarlaları ateşe veriyorlar. 18 yıldan beri aralıksız bir şekilde böyle bir devlet savaşı yürütülüyor.
Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN), halkın alacağı kararlara hiçbir şekilde müdahale etmeme kararını aldı. Bu kararı nasıl algılamalıyız?
Evet, sivil idare için böyle bir karar alındı. Bu, özgürlüğe biçilen anlam ile ilgili. Kastettiğim, karar alma özgürlüğü, özerkliği inşa etme özgürlüğü, insanların ne istediğine karar verme özgürlüğü. Hiç kimse seni bir karar almaya zorlamamalı. Bu, EZLN için de geçerli. Sen bir ordusun, silahlı bir güçsün. Ordu dikey bir yapıdır. Evet, EZLN halkı Meksika devletinin askerlerine karşı korumakla görevli, bunun için kuruldu. Ama sonuçta bir ordudur, dikey bir yapıdır. Bundan dolayı demokratik yönetimi geliştirmeye çalışan halkın kararlarına karışamazsın. Topluluk, ordudan herhangi bir baskı görmeden kararlarını alabilmeli. Ordunun görevi, coğrafyanın ve halkın savunulmasıdır, yeni bir toplum kurmak değil.
Peki özerkliği inşa süreci kadınların toplumsal konumunu hangi düzeyde etkiledi?
Kadınların konumu çok değişti. Mücadeleye paralel olarak kadınlar eşitsizliğe karşı mücadele verdi. Yani biz bir yanda yerel halkların eşit haklarının kabul edilmesi için Meksika devletine karşı mücadele ederken, içimizdeki kadınlar da cinsiyetçiliğe karşı, sahip oldukları hakların kabul edilmesi ve saygı görmesi için mücadele yürüttü, hala yürütüyor. Diyebilirim ki, bu açıdan Chiapas’ta bir cins devrimi yaşandı. Kadınların mücadelesinin şu anki odağında maşizme, yani erkek egemenlikli zihniyete karşı mücadele var. Mesela çok sık vurgulanan bir husus, kadın bedeni ile ilgili. Kadın bedeninin hem kişiler, hem sistem, hem de kapitalizmin kontrolünde olamayacağının altını çiziyorlar, bu kontrole karşı savaşıyorlar. Erkek egemenlikli sistem ile kapitalizmi ayrı ele almıyorlar, tersine kapitalist sisteme karşı mücadelenin aynı zamanda ataerkilliğe karşı verildiğine dikkat çekiyorlar.
Kadınların bu konuda ne kadar yol aldığını, toplumsal bir güç haline geldiğini gösteren somut bir örnek vereyim. Zapatist köylerde alkol kadınlar tarafından yasaklandı!
Neden?
Çünkü dediler ki, ‘ekonomi bütün aileyi ilgilendirir, bir kişinin tekelinde olamaz. Biz de erkekler gibi tarlada çalışıyoruz. Nehirden eve su taşıyoruz. Yemeği biz pişiriyoruz. Ama erkekler sonra şehre gidip, zor koşullar altında kazanılan parayı içkiye harcıyor. Neden? Bunu istemiyoruz. Eğer hepimiz üretimin içinde yer alıyorsak, o zaman parayı ne için kullanacağımıza birlikte karar veririz. Alkol ise bireysel bir şey olup, aileyi yıkıyor’. Bundan dolayı topluluklarımızda alkol yasak.
Peki erkekler bu karara nasıl tepki verdi?
Kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip. Bu karar ayrıca taktik açıdan silahlı mücadelenin hazırlanması için de yararlı oldu. Çünkü eğer bir ordu kuracaksan, içinde yer alan insanların içmemesi gerekir. Mücadele eden bir halkız. Bundan dolayı alkol tüketmiyoruz. Kadınlar örgütlü ve eğer alkol istemediklerine karar verirseler, bütün toplum bu karara uyar.
Karma bir yapı olan EZLN’de kadınlar da komutanlık ediyor. Peki bir bütün olarak geliştirilen cinsiyet özgürlükçü, komünal, özerk yapılar karşısında toplumda ne gibi çelişkiler açığa çıktı?
Bütün geleneksel toplumların yaşadığı çelişkileri biz de tabii ki yaşıyoruz. Erkek kadınlarla ilgili hak sahibi olduğunu düşünürse, tabii ki toplumsal çelişki ve çatışmalar yaşanır. Bu dünyanın her yerinde böyle. Ama senin sosyalist bir yapılanman var ve bu yapı ‘hayır, eşitsiniz’ diyor. Bizde, Chiapas halkının eşit hakları için verilen mücadele ile cinslerarası eşit haklar için, cinsiyetçiliğe karşı verilen mücadele birbirinden ayırılamaz.
Bu mücadele yaşamın bütün alanlarında veriliyor. Toplumun bütün kesimleri, bütün üyeleri olarak her zaman çok duyarlı olmak, bilinçli hareket etmek durumundayız. Hani, bunun bizi ilgilendirmediğini, kaygı duymadığımızı söyleyemeyiz. Hayır, her zaman bunun için endişelenmek, duyarlı olmak zorundayız. Bu mücadelede özgürlüklerin birbirinden ayırılamayacağının bilincinde olmalıyız daima.
Kadınların karma ve özgün yapıları da var. Örneğin sadece kadınlara ait olan kooperatifler var, kadınlar bunu kendi başlarına organize ediyor. Elde edilen kârın ne için kullanılacağına da kendileri karar veriyor.
Çoğunlukla devletin tekelinde olan eğitimi de özerkleştirdiniz. Bu yeni eğitimden geçen kuşakta ne gibi farklar görüyorsunuz?
Evet, yeni bir kuşak yetişti. Daha hazırlıklı, donanımlılar. 16 yaşından itibaren İyi Yönetim Cuntaları’nda yer alıyorlar. Yaşamın her alanında yerlerini alıyorlar. Bugünün öğretmenleri, hemşireleri onlar. Ve onlar, örneğin aldıkları alternatif, halk odaklı eğitim nedeniyle dünyada, binlerce kilometre uzakta Kürdistan isimli bir yerin olduğunu ve oradaki insanların özgürlük için savaştığını biliyor. Gerçekten farklı, yeni bir kuşak yetişti.
18 yıldan beri devlete rağmen özerkliğinizi inşa ediyorsunuz. Ama bunun ötesinde, önünüzde duran hedefler ne?
Devlet sorunu hala yerinde duruyor. Belli bir düzeye ulaşmış olabiliriz ama halkın yaşam koşullarının daha da iyileştirilmesini istiyoruz, bunun için çalışıyoruz. Ayrıca mücadele eden diğer halklarla daha güçlü bağların geliştirilmesi gerekiyor. Özellikle Meksika içindeki diğer halklarla ortak mücadele geliştirme ihtiyacı önümüzde duruyor. Mücadele etmeleri gerektiğini görüyorlar, çünkü kapitalizmin içinde yaşıyorlar. Belki kendi coğrafyalarında özerk de olabilirler ama nihayetinde kapitalist ekonominin içindeler. Değişim, Meksika’nın diğer bölgelerinde de olmalı. Eğer gerçek bir değişim olacaksa, kendini bir ada, bir ghetto veya bir devletçik olarak görmemelisin. Kendi ekonomimizi inşa etmeye çalışıyoruz ama bütün bu süreçler içinde perspektif aynı zamanda ulusal ve uluslararası olmalı.
Farklı özerklik modelleri olduğundan, özerklik denildiğinde herkes aynı şeyi anlamaz. Mesela Chiapas’taki özerklik ile örneğin İspanya’daki özerklik arasındaki temel fark nedir?
İspanya’daki özerklik merkezi hükümet tarafından teslim edildi. Biz, kimseden böyle bir şey istemedik. Kimsenin onayını istemedik, yaptık. Merkezi hükümet ister beğensin, ister beğenmesin. Biz bunu zaten merkezi hükümete karşı geliştiriyoruz. Chiapas’ta Zapatista bölgelerinde uygulanan özerklik bölme amacını taşımıyor. Tersine, amacı entegre etmektir, ama eşitliğe dayalı. Biz buranın yerli halkıyız, 500 yıldan beri Meksika’nın dışındayız. Şimdi ise aynı, eşit haklarla Meksika’nın içinde yer almak istiyoruz. Özerkliğimizin amacı budur.
İspanya’daki özerklik ya da federasyon, devlet içi bir modeldir. Yine oradaki halklar, örneğin Bask ve Katalan halkları, anayasadaki millet kavramına biçilen anlama karşı çıkıyor. Zapatista düşüncesinde ulusun kendisi ile herhangi bir problem yok. Problem, onları marjinalleştiren ulus ile. Bundan dolayı kendi özerkliklerini inşa etmeye başladılar. Mesela Zapatistalar hiçbir zaman kendilerini Meksika’nın diğer bölümünden ayırmayı gündeme getirmedi. Biz şimdi bir yanda kendi yapılarımızı inşa ederken, bütün ülkeyi kapsayacak total bir değişimi de amaçlıyoruz. Ama bunu beklerken kendi yeni gerçeğimizi de inşa ediyoruz. Diyelim ki bütün ülkede bir değişim yaşandı, o zaman da aynı özerklik modeli uygulanmaya devam mı eder ya da başka inşa edilecek özerkliklerle birlikte mi çalışılır, onu şimdiden bilemeyiz. Bunlar, yanıtını henüz bilemediğimiz önemli sorular.
MERAL ÇİÇEK/Y. ÖZGÜR POLİTİKA - 6 Ağustos 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder