3 Ağu 2011

bir adanın hikayesi: Ah Tamara...

Ayrılığın tarihini sormuşlar Anka kuşuna. Ayrılığın olmadığı, hasretlerin ebedileşmediği, kavuşmaların ölümle gelmediği zamanlar olmalıydı. Bütün efsanelerimiz ayrılığın ardından gelen büyük buluşmalardan yoksun olamazdı. Ama derin bir off çekti Anka kuşu. Bütün ayrılıkların şahidiydi o. Gün yeni doğuyordu, nazlı nazlı yükselen güneş gökyüzü ile dans ediyordu. Sipan ve Nemrut dağlarının eteklerine altından güller dökülüyor gibiydi. Sipan ve Nemrut, evvel zaman önce çocuklara has masumiyetlerinde ayrılığı bilmiyorlardı henüz. Her geceden sonra güneş yeniden doğardı, her kıştan sonra baharda çiçekler yeniden açardı, her yağmurdan sonra toprak yeniden çatlardı. Onların kalbi günahlara yuva olamazdı. Büyüklere özgüydü günahlar ve acımasızca aldılar onların çocukluğunu. İşlenmemiş bir günahı cezalandırarak günah işlediler ve yaşam dolu bu iki çocuğun damarlarında akan kanı lava dönüştürdüler, küçük bedenlerini ise kayadan bir dağa.


Yaşam ve ölüm
iki hasım şimdi
iki şüpheli şahıs
her an birisindir
her an ikisi

samanyolu uzanmış sere serpe
hasat bitmiş
erzak, kuruyarı istif
geriye bir şairin hüznü kalmış biçilmedik
boy vermiş, Başak uçları göbekte!
incecik bileklerime batıyor ah, Tamara!
büyüdükçe mi yitiriyoruz saflığımızı?

***

Birbirlerini görebilecek kadar yakın, dokunamayacak kadar uzaktılar artık. Hareketsiz kılınmışlardı. Ölmüş gibiydiler. Yaşama dair bir tek içlerinde, en derinlerinde kaynayan kızıl su kalmıştı. Çocuk kalpleri taştan bir mağaraya hapsedilmişti. Ayrılıksa geçen her günle birlikte taşınması daha da zorlaşan bir acı. Ve birike birike büyüyen özlem sevginin gücünü açığa çıkardı. Taştan bedenlerden ayıklandı ateşli yaşam suları ve tam orta yerinde buluştu lavları. Lavlarının akışı akım oluşturmuş, akım çukurlar arasındaki su akımını engelleyince göl olmuşlar. Bir daha ayrılmamak üzere bir oldular. Adlarını ise Wan taktılar...
Ama onlar ayrılığı yenerken, yeni ayrılıklara gebe olacaklarını bilmiyorlardı...

***

Bu toprakların en güzel gündoğumlarının birinde, gündoğumu kadar güzel bir kız çocuğu dünyaya gözlerini açmış. O kadar güzelmiş ki, bir yanda Sipan dağları, diğer yanda da ihtiyar şahaplar ve efsanevi zirvelerinden Artos bir başka parlayarak selamlamışlar kız çocuğunu. Adını Tamara koymuşlar. Yaşam anlamına geliyormuş Tamara, ülkesini sevenin adıymış.
Adada keşişler yaşarmış. Adaya kimsenin çıkmasına izin vermezlermiş, kendi içlerine kapalı yaşarlarmış. Tamara da Wan gölünün doğusundaki bu ufak adacıkta badem ağaçlarının gölgesinde kelebeklerin peşinden koşarak yaşamış mutlu çocukluğunu.

***

Wan gölünün kenarında sürüsünü otlatan bir genç çoban; sihirli adaya bakarmış. Yanındaki yaşlı amca değneğiyle çobanın omzuna dokunup, “Boşuna bakma, oraya gitmek yasaktır” uyarısında bulunsa da, gencin merakı her geçen gün daha fazla artmış. O adada ne vardı? Kendilerine neden yasaktı? En azından bir defa görseydi adayı, merakını giderebilseydi. Ne olacaktı ki? Kimsecikler tarafından fark edilmeden geri dönecekti. Sadece bir göz atacaktı adaya, kimseye görünmeden. Ertesi gün öğle saatlerinde göl kenarına inmiş. Ayakkabılarını ve çoban çantasını bir ağaca asıp, ‘deniz’ dedikleri göle dalmış ve sihirli adaya kadar yüzmüş. Gören kimse olmadığından emin olduktan sonra adaya çıkmış. Kalbi, bir yasağı delmiş olmanın heyecanıyla küt küt atmış ve adaya kısa bir göz atıp, hemen dönmek istiyormuş. Ama tam dönecekken durduğu yerde dona kalmış. Yorgunluğunu atarken badem toplayan Tamara da genç çobanla göz göze gelince bademlerini unutup, sadece çobanın şaşkın gözlerine bakmış. Ve iki gencin içine aşkın ateşi böyle düşmüş...

Adalı Tamara ile yabancı çoban her gece başkeşişten gizli buluşmuşlar. Gece ilerleyip el ayak çekilince Tamara bir fener yakıp işaret verirmiş sevdiğine, delikanlı da ışığa doğru sallarmış güçlü kulaçlarını. Ama yasak aşkları gizli kalmamış ve durumu öğrenen başkeşiş genç çobanı tuzağa düşürmek için tezgah kurmuş. Fırtınalı bir akşamda Tamara, yükselen dalgalar nedeniyle gölü tehlikeli gördüğünden feneri yakmamış. Ancak başkeşiş hain bir tuzak hazırlamış. Bir fener yakıp kıyıya çıkmış. Genç çoban da feneri görünce fırtınaya aldırmayıp suya atlamış. Fakat azgın dalgalarla başedememiş ve sular onu dibe çekerken son nefesiyle sevdiğine seslenmiş: “Ah Tamara...”

Tamara çığlığı duyup koşmuş kıyıya ama sevdiği yitip gitmiş dalgalar arasında. Felek bu kadar hain olamazdı, sevdiğini ondan alamazdı, onu yalnız bırakamazdı. En siyah elbisesini giymiş, gecenin karanlığında son bir defa daha kulağına değmiş “Ah Tamara” inleyişi. Tamara kollarını öfkeli göğe kaldırıp, ayakları birleşik, yavaşça gözlerini açıp son bir kez daha göle düşen aya baktıktan sonra, gözlerinde biriken yaşları boşaltıp kendini göle doğru bırakmış. Ve iki sevgilinin cansız bedenleri Wan Gölü’nün dalgaları arasında kavuşmuş birbirine. Adaya o günden sonra “Ah Tamara” denilir olmuş.

***

Soğuk olur anneciğim... soğuktur beklemek
soğuktur kör umut biriktirmek sağır beyinlerde
yeni yükünü yıkmaya benzemez
ama en az senden eksilen kanlar kadar kutsal
ve yardan, yarenden yoksun, öylece,
bir başına, sebepli bir intihar
sebepli bir koyverip kendini, arkadan geleceklere...
yani anneciğim soğuk olur dizinden uzak her yer
ölüler... ölümler artar ömrümde
kaygıyla bültenleri izlersin... soğuktur bahar gelmez
soğuktur, ihanet artar... soğuktur, iftira...
ve ben cüzzamlı bir yolcuyumdur
kimsenin konuk etmediği
düşümde bir sevda bulurum, adı: Tamara!
uzar, uzar sesim sessizlikte, bıkkınlığında sessizliğin
derken yarına inanmaya başlar birileri
düşlerinde umut bulur
saçlarında bölünmüş bir şefkatin sımsıcak izi
dudaklarında kaçak tütün tebessümü
ve tokalaşmaları sertçedir, samimidir
kendi renginde akar Kızılırmak
Dicle kendi dilinde çalkanır
ansızın hatırlanmış bir şey gibi
(...)
yaşam ve ölüm
iki hasım şimdi
iki şüpheli şahıs
her an biriyim, Tamara
her an ikisi

* Dizeler, Selim Temo’nun “Ah Tamara” adlı şiirinden alınmıştır.

MERAL ÇİÇEK/PolitikART

1 yorum:

  1. Kulaklarımda Metin Kemal Kahraman ne vakit dinlesem o iki sesin yarattığı ezgileri ilk çağlara yaşamın başlangıç anlarına sızılı bir yolculuğa uçarım...Bu anlatımda da öyle oldum...Anlatamadığım bir duyguya kapıldım sızılı kayıp bir ülkeyi aramak gibi anlatamıyorum işte ...)) selamlar

    YanıtlaSil