22 Tem 2011

'Kutsal teslis' ve Nietzsche'nin Zerdüşt'ü

Nietzsche, 1882 yılında Lou ve Rée'ye 'kutsal teslis'in şerefine fotoğraf çektirmeyi önerir. Rée ne kadar karşı çıktıysa da, Nietzsche ve Lou ısrar eder. Fotoğraf atölyesinde, normalde at ve eşeklere bağlanan eski bir yük arabası keşfeden Nietzsche, Lou'ya arabanın üzerinde diz çökmesini söyler. Ayrıca bir kırbacı eline veren Nietzsche, Rée ile arabayı çeker pozisyonuna geçer. Rée her ne kadar bu poza itiraz etse de, Nietzsche hiçbir pozun ilişkilerini daha iyi ifade edemeyeceğini belirtip, fotoğrafçıya deklanşöre basmasını söyler.
Friedrich Nietzsche. Bu isim, bahsi geçtiğinde çok şey anımsatır kuşkusuz. Tanrı'nın öldüğünü duyuran peygamber. Pos bıyıklı Alman filozof. Üstinsan kavramının yaratıcısı. Deli. Şair. Müzisyen. Filolog. Bengi dönüş. Güç istenci. 'Bilinçaltı'. Nihilist (?). Dahiyane. Kelimebaz...
Bu liste daha çok uzatılabilir. Ancak bu sıfatların hiçbirinin henüz kullanılmadığı yıllara döneceğiz bu yazı ile. 19'uncu yüzyılın 80'li yıllarına gideceğiz. Nietzsche'nin henüz yalnız ve farkına varılmadan hayatını yaşayıp, kitaplarını yazdığı yıllar. Düşüncelerinin şiddetli kuvvetinin henüz kimse - arkadaşları dahil - tarafından fark edilmediği, algılanmadığı yıllar.
Ki, onların bir yandan endişeli, bir yandan da acıyan gözlerle baktıkları, yalnızlık ve bedensel acı ile çaresizliğin kıyısına itilmiş biri gibi gördükleri eksantrik bir kişiydi Nietzsche. 1868 yılında, henüz 24 yaşında iken Basel'de Klasik Filoloji bölümünde profesörlüğe yükselmişti. Ancak 10 yıl sonra, ömrünün sonuna kadar peşini bırakmayacak hastalıkları nedeniyle öğretim görevine son vermek zorunda kalıp, Fransa, İtalya, Almanya ve İsviçre hattında göçer hayatına başlamıştı.
O, göçer hayatında peşinde olduğu bir şeylere ulaşmanın dayanılmaz çabası içindeyken, belki de dönemin en ilginç kadınlarından Lou Andreas Salomé, bir gece, bu iki kişinin yollarının, trajik sonuçlara neden olacak bir şekilde birleşmesine sebep olan bir rüya görür. 'Kendinden başka kimseye sadık olmayan' Lou, kendisine aşık düşünür Paul Rée ile paylaşır sıradışı rüyasını. Rüyasında iki dostu ile aynı evi paylaşır. Evin ortasında bir çalışma odası bulunur. Odanın her iki tarafında ise birer yatak odası. İki erkekle bir kadın olmalarına rağmen, tamamen ahenk içinde birlikte yaşayıp, birlikte çalışırlar. Rüyasında gördüğü 'kutsal teslis'i gerçekleştirmeye karar verir Lou. Ve bu konunun kendisine aşık olan ve daha sonra intihar edecek olan Paul Rée'ye ne kadar acı verdiğini düşünmez bile. Çünkü, aralarında Rainer Maria Rilke ile Sigmund Freud'un da bulunduğu çok sayıda erkeği kendine hayran bırakan Lou, sıradışı bir kadındır. O, erkeklere daima platonik yaklaşırken ve birlikte olduğu erkeklerin aksine eşi ile bir gün olsun aynı yatağı paylaşmazken, erkeklerin gözünde daima 'insan' değil, 'kadın' olacağı gerçeğine göre davranmaya itiraz etti ömrü boyunca.
Lou'nun 'kutsal teslis' planını gerçekleştirmek için Rée'nin aklına gelen ilk isim, dostu Nietzsche oldu. 1882 yılının Mart ayında mektupla ulaşır dostuna. Nietzsche'nin 21 Mart'ta cevap yazdığına bakılırsa, çok tereddüt etmediği anlaşılır: "Herhangi bir anlamı olacaksa, Rus kadınına benden selam söyleyin; bu türden ruhlara düşkünüm. Evlilik ise bambaşka bir konudur. Olsa olsa 2 yıllık bir evlilik sözünü verebilirim, o da önümüzdeki 10 yıl içinde yapmak istediklerimi dikkate aldığımda."
Çok zaman geçmeden 'kutsal teslis' bir araya gelip, bir araştırma programını çıkarır. Birlikte zihinlerini çalıştırırlar, incelemelerde bulunurlar, felsefik tartışmalar yürütürler. Nietzsche'nin gözünde Lou, her zaman aradığı 'öğrenci'dir: "Hangi yıldızlardan düşüp, yeryüzünde buluştuk biz?" Fikirleri etrafındakiler tarafından bir türlü algılanmayan, anlaşılmayan bu 'dahi', ilk defa onunla aynı zihinsel yüzeylerde gezen biri ile tanışır. Ama bir de Lou'yu daha yakından tanıyan hemen hemen bütün erkekler gibi o da aşık olur; hem de hiç olmadığı kadar...
Ayrıntılı bir anlatımı hak eden 'kutsal teslis' sonunda biter; hem de Nietzsche açısından oldukça acılı. Rée daha sonra, Nietzsche'nin Lou'yu öptüğü tahmin edilen Monte Sacro'da kendini uçurumlardan aşağı atarak hayatına son verirken, Nietzsche hayattayken o uçurumlardan düşer. Sağlığı iyice bozulur, kendini terk edilmiş hisseder, ne yapacağını bilemez. İnsanların arasına girmek ona dayanılmaz gibi gelir. Kendini yanlızlaştırır. Göçer hayatı yeniden başlar. Bu kez aramak için değil, kaçmak için göçer durur. Ne en ağır uyku hapları, ne de yorucu 8 saatlik yürüyüşleri uyuyabilmesi için işe yarar. Olayı ihanet olarak algılayan Nietzsche, yaşadığı çaresizliği, çoğunu göndermediği mektuplarla paylaşıp, acılarından kurtulmaya çalışır. Bazen - onu tamamen kaybetmeme umudu ile - "sevgili kalbim" diye hitap eder Lou'ye, bazen ise öfkesine hakim olamayıp, onu tehdit eder. Sonunda intihardan başka çözüm bırakmayan derinlerinde gezer uçurumunun.
Arkadaşı Franz Overbeck, 27 Aralık 1882'de ortak bir arkadaşa yazdığı mektupta, Nietzsche'nin durumundan duyduğu endişeyi şu sözlerle aktarır: "Sanırsam geçtiğimiz yaz ve sonbaharda, hayatının en kötü zamanını yaşadı... Bunun sonucu, ona bile yeni ve dayanılmaz olan bütünlükteki bir yalnızlaşmadır, ve yazın yaşadıklarından sonra, yalnızlık onun için en kötü zehirdir. N'yi şu an tamamen yere atan şey, Rus kadını ile hikayesinin sona ermesinden sonra - ki, bu aslında büyük şanstır - ailesi ile de bağlarının tamamen kopmuş olmasıdır. Böylece, artık karanlık noktalarla dolu geleceği tamamen karanlığa bürünmektedir. Mutluluk ve insanlardan yoksunluğu daha büyük olamazdı."
Yeni yıla giriş ile birlikte Nietzsche'nin hayatındaki bu kriz doruğuna ulaşır. Gücü tükenmiştir. Aristo'nun dram teorisine göre zirveden sonra her daim çöküş gelir. Nietzsche ise tragedyanın kurallarını bozmayı bilmeseydi, Nietzsche olmazdı. Onu sadece ve sadece olağanüstü yaratıcı bir akıl, bir irade eylemi kurtarabilirdi - ve bunu çok iyi biliyordu. Overbeck'e yazdığı bir mektubunda şöyle der: "Bütün bunlara rağmen önümüzdeki yıllarda geleceğim açısından bir şeyler hissetmeliyim ve kendimi, kendime karşı daha sağlama almalıyım. Bütün 'aklımla' tutklulu ve ani bir yaratık olmaya devam ediyorum; yalnızlık, ne kadar uzarsa, ne kadar birikirse, tehlikeli bir şeydir... Şimdi çok basit bir şekilde görevimin karşısında duruyorum ve çözümünden sonra neyin beni bekleyeceğini de biliyorum."
'Uçurumun kenarında kanatlanmak' sözünün en iyi tarif ettiği insanlardan biridir Nietzsche. Acılardan doğan bebek misali gövdesinde kanat açan ise 'Zerdüşt' oldu. "İnsanlığın sahip olduğu en derin kitap" dediği 'Böyle buyurdu Zerdüşt'ün ilk bölümünü 10 gün gibi kısa bir süre içinde yazar: "Zerdüşt 30 yaşında iken, yurdunu ve Urmi gölünü terk edip, dağlara çekildi. Burada 10 yıl usanmadan ruhunu ve yalnızlığını içine çekti. Sonunda kalbinin rengi değişti ve bir sabah tan kızıllığı ile uyandı, güneşin karşısına geçti ve ona şöyle dedi: 'Ey büyük yıldız! Aydınlattıkların olmasaydı, nice olurdu senin mutluluğun! On yıl var ki buraya, mağarama çıkıyorsun. Eğer ben, kartalım ve yılanım olmasaydık ışığından ve yolundan bezerdin. Fakat biz her sabah seni bekledik. Işığının fazlasını aldık. Ve bunun için seni kutsadık. Bak; ben, fazla bal toplamış arı gibi uzanacak ellere muhtacım. İnsanlar arasında akıllılar deliliklerine, fakirler de zenginliklerine bir defa daha sevininceye kadar armağanlarımı paylaştırmak istiyorum. Bunun için aşağılara inmeliyim. Nasıl ki sen, cömert yıldız, akşamları denizin arkasına iniyor ve arka dünyaya ışık götürüyorsan ben de senin gibi, inmek istediğim insanların aralarına inmeliyim. Ey, en büyük mutluluğu bile kıskanmadan görebilen tok göz, beni kutsa. Taşmak isteyen kadehi kutsa ki içinde su, altın gibi aksın ve mutluluğun parıltılarını her tarafa taşısın. Bak, bu kadeh yine boşalmak, Zerdüşt yine insan olmak istiyor.' Zerdüşt'ün inişi böyle başladı..."
'Böyle buyurdu Zerdüşt'ün girişi olan bu kısım, 'Şen Bilimi'nde yer alan 342 nolu aforizmanın aynısıdır: "Hava yağmurluydu; ama ondan önce, kullandığım bir dizi boyu tamamen berrak günler vardı. Ondan önce gerçek bir duygu uçurumundaydm (mektuplarım oldukça bölük pörçük idi), ama kendimi oldukça dik bir şekilde bu çukurdan kendi yüksekliğime yükselttim... Bu arada, aslına bakılırsa, çok az gün içinde, en iyi kitabımı yazdım ve daha çok şey söyleyecek olan, geçen sene henüz atmaya cesaret edemediğim o belirleyici adımı attım [Hatırlıyor musunuz? Zerdüşt henüz 1882 yılı baharında, Şen Bilim'in sonunda kendini bildirmişti]. Bu kez bütün güçlerime ihtiyacım oldu, ve hepsi de hizmetimdeydi."
Friedrich Nietzsche, 1883 yılına kadarki eserlerinde öncelikle yaşadığı dönemin analizini ve var olan yapıların eleştirisini yaparken, 'Zerdüşt' ile birlikte var olanın alternatifini oluşturmaya çalışır. Ve daha üstün bir insanın peygambervari ilanı, Nietzsche'yi ahlakı yeniden değerlendirmeye iten düşünsel adımlara yolu açar. Bu açıdan en temel eseri olarak görülür Zerdüşt. Ölümcül acıların bağrından çıkan bir eserdir Zerdüşt: "Onun oluşumu bir çeşit hacamat idi. Boğulmamış olmayı ona borçluyum." Ve işte Zerdüşt'ü doğuran acıların, mutsuzlukların, yalnızlıkların, terkedilmişliklerin, hayal kırıklıklarının, ihanetlerin kaynağını bir kez de Nietzsche'den dinleyelim: "Bunlardan biri, bayan Salomé ile tanışmam ki, tanışmalarım arasında en değerli ve en sonuç verici olandır. Ancak bu ilişki ile Zerdüşt'üme hazır hale geldim. Bu ilişkiyi senden dolayı kısıtlamak zorunda kaldım. Bu durum karşısında senin anlayamayacağın kadar zorlandığım için özür dilerim. Lou, insanın düşünebileceği en yetenekli, düşünceli insandır. Tabii ki düşündürücü özelliklere de sahiptir. Ben de öyleyim. Ancak düşündürücü özelliklerdeki güzel yön ise, adı üzerinde olduğu gibi, düşündürtmeleridir. Bu tabii sadece düşünürler için geçerlidir... Dr. Rée'nin benim için yıllarca nasıl bir teselli olduğunu ve bayan Salomé ile ilişkimin nasıl bir inanılmaz iyilik anlamına geldiğini anlayamazsın." (Kardeşi Elisabeth'e 1884 baharında yazdığı mektuptan).

MERAL ÇİÇEK
* 20 Mart 2010'da PolitikART'ta yayınlandı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder