22 Tem 2011

Komisyona 50 bin kişi ifade verdi

Hakikat, özgürlük, geçmişle hesaplaşma, adalet, barış, demokrasi, gelecek gibi kavramlar aslında sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Bir Hakikat Araştırma ve Adalet Komisyonu bir yere kadar gerçeklerin açığa çıkarılmasının zeminini oluşturabilir; ki, Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu eksikliklere rağmen yapacağını yapmıştır. Ama o komisyon tek başına topluma adalet getiremezdi.

Güney Afrika’da Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu deneyimi - 2



Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun kurulması yönündeki önerisi, Güney Afrika’da ilk özgür seçimlerin gerçekleştirildiği 1994 yılında karara dönüştü. Temmuz 1994’te, dönemin Adalet Bakanı Dullah Omar bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun kurulacağını açıkladı. O dönem, konuyla ilgili yürütülen tartışmalar üç temel ayak üzerinde şekillendi: Affın kapsayacağı süre, oturumların kamuoyuna açık olup olmayacağı, 1990-1994 yılları arasında yasalaşan af düzenlemelerinin geçerli olup olmayacağı hususu.


Vahşetin tablosu: 50 bin insan ifade verdi

Burada vurgulanması gereken nokta, Ulusal Birlik ve Uzlaşı Yasa Tasarısı’nı şekillendirilen tartışma sürecinin ANC ile sınırlı kalmayıp, oldukça geniş bir kesimi kapsamış olmasıdır. Adalet Bakanlığı ve meclisin değişik komisyonlarında konuyla ilgili yürütülen ve 150 saatten fazla süren çalışmalarda, taslaklar 100’ü aşkın kez değiştirildi. Kamuoyu, halk toplantıları ile bu sürece katılım sağlayabilirken, konuyla ilgili iki uluslararası konferans ve çok sayıda seminer ile atölye çalışması gerçekleştirildi. Bu çalışmaların sonucu yazılı olarak parlamentoya iletildi. Özellikle Sivil Toplum Örgütleri bu sürece önemli düzeyde katılım sağlıyor. Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun ifade aldığı oturumların kamuoyuna kapalı yapılacağı yöndeki karar da STÖ’ler sayesinde iptal edildi.

Ulusal Birlik ve Uzlaşı Yasası 28 Haziran 1995’te mecliste büyük çoğunlukla kabul edilip (Hollanda asıllıların Özgürlük Cephesi - FF partisi yasayı reddederken, IFP ise çekimser kaldı), 15 Aralık 1995’te yürürlüğe girdi. Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun hukuki çerçevesini oluşturan yasa, 7 bölüm ve 49 maddede kapsamlı bir şekilde komisyonun görevlerini, yapısını ve hedeflerini belirler. Birinci bölümde terminoloji açıklanıyor, ‘ağır insan hak ihlali’, ‘tazminat’, ‘güvenlik güçleri’ ve ‘mağdur’ gibi önemli kavramlar tanımlanıyor. İkinci bölüm Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’nun görevlerini, işlevini, yapısını, çalışma biçimini ve mağdurlarla ilişkideki ilkeleri ortaya koyuyor. Üçüncü bölümde, komisyon kapsamında kurulacak olan İnsan Hak İhlali Komitesi’nin görevleri tanımlanırken, dördüncü bölümde af mekanizmalarıyla prosedürleri belirleniyor. Mağdurların rehabilitasyonu ve tazminatla ilgili beşinci bölümde, bu konuda çalışma yürütecek olan komitenin görevleri ortaya konuluyor. Komisyonun araştırmalarıyla sorguların çerçevesini ifade eden altıncı bölümden sonra yedinci bölümde genel hükümler yanısıra geçiş sürecinde (1990-1994) ait af yasaları iptal edilir.

Yasa ayrıca Cumhurbaşkanı Nelson Mandela’ya komisyonun üyelerini belirleme görevini verir. Mandela bir komisyonu, halktan önerileri almakla görevlendirir. 299 öneriden 25 kişilik bir liste hazırlanır. Komisyonun üyelerinin siyasi partilerin üst düzeylilerinden değil de, insan hakları ve barış mücadelesini vermiş, tarafsız kişilerden oluşması önemle vurgulanır. Hükümet ve siyasi partilerle görüşmelerden sonra Mandela 15 Aralık 1995’te komisyonun 17 üyesini açıklar. Komisyon üyelerine ek olarak, toplam 400 kişi komisyon çalışmalarına dahil edilir. Başpiskopos Desmond Tutu’nun başkanlığındaki komisyonunun diğer üyeleri şöyle: 1994’ten önce parlamentoda bulunan partiler arasında Apartheid’i reddeden tek parti olan İlerici Federal Partisi’nin eski milletvekili Alex Boraine, beyaz kadınlardan oluşup, işkence ve kayıp olaylarına karşı eylemler geliştiren Black Sash örgütünün eski başkanı Mary Burton, Apartheid karşıtı aktivist Piskopos Bongani Finca, avukat Sisi Khampepe, insan hakları avukatı Richard Lyster, Güney Afrika Metodist Kilisesi’nin eski başkanı Koza Mgojo, psikolog Dr. Hlengiwe Mkhize, Apartheid yıllarında ‘komünizmin hedeflerine destek’ nedeniyle cezaevi yatan insan hakları avukatı Dumisa Ntsebeza, gözaltında işkence olaylarını yargıya taşıyarak tanınan doktor Wendy Orr, yıllarca sürgünde yaşamak zorunda kalan psikolog Dr. Mapule Ramashala, Apartheid karşıtı aktivist doktor Fazel Randera, avukat Yasmin Sooka, Cape Town İşkence Mağdurları İçin Travma Merkezi Başkanı Glenda Wildschut, 80’lerin başında Ulusal Parti’den istifa edip, Demokratik Parti’nin kurucuları arasında yer alan Wynand Malan ve avukat Chris de Jager.

En fazla kadınlar komisyona başvurdu

Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kamuya açık oturumlarını 15 Nisan 1996’da East London’da başlattı. İfade veren ilk şahit, Steve Biko’nun sekreteri Nohle Mohapi oldu. Mohapi’nin eşi de işkence görüp, gözaltında yaşamını kaybetmişti. İlk haftada bilinçli olarak çok farklı çevrelerden mağdurları dinleyen komisyona hem Apartheid karşıtı aktivistlerin yakınları, hem ANC’nin bombalı eylemlerinde zarar gören beyazlar, hem ANC kamplarında veya emniyette işkence görenler, hem de polisler ifade verdi. İfade verenler sadece somut bir olayı değil, bir bütün olarak hayat hikayelerini paylaştılar. Ölüm tehditlerinden başlamak üzere, gözaltılar, işkence olayları ve cinayetler detaylı bir şekilde anlatıldı. Ayrıca bütün bunların yaratmış olduğu sonuçlar sadece komisyona değil, oturumların radyo ve televizyonlarda canlı yayınlanmasından dolayı bütün kamuoyuna anlatılıyordu.

Komisyonun 18 aylık görev süresinde yaklaşık 50 bin ifade aldı. Bunların 2 bini kamuoyuna açıktı. Mağdurlarla şahitler ifadelerini ya komisyonun bölge bürolarında ya da evlerinde verebiliyordu. Alınan 50 bin ifadenin 21 bininin doğruluğu teyit edilebilirken, birçok ifadenin doğruluğu belgelenemedi. Söz konusu 21 ifadede, 1960-1994 yılları arasında işlenmiş 38 bine yakın ağır insan hak ihlali tespit edildi. Ancak Apartheid yıllarında ve geçiş sürecinde işlenen ağır hak ihlallerinin sayısı bunun çok daha üstündedir. Özellikle kırsal alanlarda yaşayıp komisyona ulaşamayan, konumları ifade vermeye elverişli olmayan, travma yaşayıp yüzleşemeyen çok sayıda insan olduğu göz önünde bulundurulduğunda, mağdur sayısının çok daha yüksek olduğu hesaba katılmalı.

Komisyona ifade verenlerin yüzde 90’ı - çoğu kadın - siyahlardan oluşuyor. Çoğunlukla eşlerini ya da çocuklarını kaybeden kadınların komisyona başvurmuş olması dikkat çekici bir noktadır, zira Apartheid rejiminin uygulamalarına maruz kalan erkeklerin sayısı kadınların iki katını oluşturuyordu. Dolayısıyla geçmişle yüzleşme konusunda kadınların daha cesur bir yaklaşım gösterdiği yorumu yapılabilir.

Faillerin çok az bir kısmı komisyona başvurdu

Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’na bağlı çalışan ayrı bir soruşturma ekibi de vardı. Aralarında polislerle istihbarat elemanlarının da bulunduğu 60 kişiden oluşan ekip ifadeler doğrultusunda delil toplamakla görevliydi. Bu ekibin çalışmaları sayesinde birçok ‘kayıbın’ gömüldüğü yer tespit edilip, mezarlar açılabildi. Ancak ekibin çalışmaları polis ve istihbaratın bazı kesimleri tarafından engellenmeye çalışıldı. Yine emniyete ait belgelerin yüzde 90’ının geçiş sürecinde imha edilmiş olması ekibin çalışmalarını zorlaştırdı.

Mağdurlar yanı sıra failler de komisyona başvuruyordu. Zira komisyon, faillerin suçlarını itiraf etmesi karşılığında af edileceği vaadinde bulunuyordu. Komisyona ilk başvuran failler, ceza almış olup cezaevinde bulunan kişilerden oluşuyordu. Bunlar bu şekilde cezalarına indirim uygulanmasını umut ediyordu. Fakat Dirk Coetzee ve Eugene de Kock isimli kişilerin ifade vermesiyle birlikte durum hızla değişti. Söz konusu iki kişi, güvenlik güçlerine bağlı olup faili meçhul cinayetleri işleyen bir birliğin başında yer almışlardı. Coetzee ve de Kock ifadelerinde isim verince, çok sayıda fail de af başvurusunda bulunup başka kişileri de ihbar etti.

Faillerin ifadeleriyle ilgilenen Af Komitesi, Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu’na bağlı olsa da, bir nevi özerk bir yapılanma idi, zira kararları kesindi. Komite, faillerin bireysel başvuruları doğrultusunda af kararını verebiliyordu. Ancak bu da, faillerin kamuoyuna açık oturumlarda işlemiş oldukları suçları itiraf etmeleri şartına bağlı idi. Komitenin görev süresi içinde toplam 7 bin 112 fail başvuruda bulundu. Bunların bin 674’ü yargılanırken, geri kalanı - söz konusu suçlar siyasi bir motivasyon taşımadığından - reddedildi.

Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, 29 Ekim 1998’de 5 ciltten oluşan sonuç raporunu törenle dönemin Cumhurbaşkanı Nelson Mandela’ya teslim etti. 3 bin 500 sayfalık rapora ek olarak - Güney Afrika’nın İnsan Hakları Günü olan - 21 Mart 2003’te, 1960-1994 yılları arasında işlenen ve açığa çıkarılabilen suçların belgelendiği bir genel rapor Desmond Tutu tarafından dönemin Meclis Başkanı Thabo Mbeki’ye teslim edildi. Böylece Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu çalışmalarını sona erdirmiş oldu.

Güney Afrika deneyiminden çıkarılacak dersler

Özgürlük ve demokrasi mücadelesinin verilmediği ülke yok gibi. Hemen hemen her ülkede, tarihin farklı aşamalarında değişik mücadeleler verilmiştir. Bazıları arasında benzerlikler fazladır. Dolayısıyla çözüme ulaşmak için farklı deneyimleri incelemek yararlı olabilir. Her ülkenin kendi özgün somut koşulları olduğundan bir deneyimi baz alarak uygulamak mümkün değil. Ki, Kürtlerin farklı deneyimleri incelerken böyle bir yaklaşımlarından söz edilemez de. Ama kendi çözüm model ve araçlarını geliştirirken, farklı deneyimlerin hem başarılarını hem de eksikliklerini görmek, bunları değerlendirmek faydalıdır kuşkusuz.

Güney Afrika’da çok sayıda insana geçmişle hesaplaşma konusundaki görüşlerini sorduk. Hem hükümete bağlı kurumlarda ve sivil toplum alanında çalışanlarla, hem aktivistlerle, hem de Township’lerde yaşayan yoksul insanlarla görüştük. Hem beyazlarla, hem siyahlarla, hem de Hintlerle konuştuk. Ve gördük ki, çok kısa bir süre içinde sağlanan bütün başarılara rağmen hala parçalı bir toplum gerçeği hakim. Evet, ANC öncülüğündeki mücadele Apartheid’i yendi, bunun bir insanlık suçu olduğunu kabul ettirdi. 2 yıl kadar kısa bir süre içinde - ki, bunun uzun vadeye yayılmaması esas alındı - belli düzeylerde geçmişle hesaplaşılmasını sağladı. İntikam yerine barışa dair vurgularla ortak bir geleceğin nüvelerini atmaya çalıştı. Tamamen parçalanmış toplumları birleştirmeye çalışmak kadar zor bir görevi üstlendi. Ama bu zor görevi tam anlamıyla yerine getiremedi. Getirmesi belki de mümkün değildi.

Öncelikle hakikat tümüyle açığa çıkarılamadı. Faillerin büyük bir kısmı hesap vermeden, sürecin başarıyla tamamlanması için payına düşeni yapmadan, ‘normal’ hayatlarına devam ediyor. Onlar anlatmayınca, insanları nasıl kaybettirdiklerini, yakınlarının başına ne geldiğini bilmeyen mağdurlar için belirsizlik sona ermiyor. Onlar anlatmayınca, insanları neden, nasıl işkencelerden geçirebildiklerini, o işkencelere maruz kalanlar, hayatlarında yeni bir sayfa açamıyor. Onlar anlatmayınca,, katlettiklerini nereye gömdüklerini, bir mezarı bile olmayan analar huzura kavuşamıyor.

Faried Ferhelst’in anlattıklarından, silahlı direnişi yürütenlerin topluma yeniden entegre edilmeyişinin ne kadar önemli bir sorunu teşkil ettiğini anladık. Bir zamanlar elinde silahıyla ülkenin özgürlüğü için savaşan insanın bugün suça bulaşmış olması veya içki bağımlısı olması hakikaten üzücü bir durum da. Bu tabii ki eski militanların tümü için geçerli değil ama önemli bir kesimin bunu yaşıyor olması ciddi bir sorun olarak görülmeli. Güney Afrika’da yaşayan insanların büyük bir kısmı ülkenin bugünkü durumundan memnun değil. Bu memnuniyetsizliği en çarpıcı örneğini, Apartheid’e karşı silahlı mücadele vermiş olan eski militanların kurduğu ‘South African Veterans Association’ derneğinden görüştüğümüz Victor Steyn ifade etmişti: „Irk ayrımcılığın yerine sınıf ayrımcılığı geçti!“ Ve Güney Afrika’da sınıf gerçeği gerçekten çok bariz bir şekilde gözle görülür düzeydedir. Ekonomi, ağırlıkta beyazlardan oluşan ufak bir grubun elindeyken, toplumun büyük çoğunluğu yoksul. Ve sanmayın ki, yoksul olan sadece siyahlardır. Ki, Apartheid’ın bitimiyle birlikte Güney Afrika’da küresel kapitalizm için de yeni koşullar doğar. Bu durumu da en iyi, Cape Town şehir merkezinde tanıştığımız Peter isimli seyyar kitap satıcısının ağzından dinliyoruz. Ten rengi beyaz olan Peter vaktiyle ikinci el kitap satan şirin bir dükkana sahipmiş Cape Town’un merkezinde. Fakat şehrin en işlek caddesine büyük markalar için şık butikler ve galerya tarzı kapalı alışveriş merkezleri inşa edilince, sokaktaki dükkan kiraları tavan eder. Dükkanının kirasını ödeyemez durumuna gelen Peter de bundan dolayı, şık bir mimariye sahip o kocaman binaların önünde kurduğu standında kitaplarını kartonlar içinde satıyor.

Ve siyahilerin yaşadığı Township’ler... Nüfusları çoğu kez 1 milyonu aşan, şehrin kenarındaki ayrı şehirler. ANC iktidara geldikten sonra buralarda yüzlerce, hatta binlerce konuk inşa etmiş olsa da, insanların çoğunun yaşam koşullarında pek bir değişiklik yok. Hala aynı barakalarda yaşıyorlar. Belki bugün ırk ayrımcılığına uğramıyorlar ama ırk ayrımcılığının sistematikleşmiş hali olan Apartheid’ın, yaratmış olduğu sorunlar sürdüğünden, onların hayatında bir şekilde devam ediyor. Birçok insanın „Apartheid gitti ama gerçek demokrasi, özgürlük hala yok“ demesi bundandır.

Tüm bunlar hesaba katıldığında, hakikat, özgürlük, geçmişle hesaplaşma, adalet, barış, demokrasi, gelecek gibi kavramların aslında sıkı sıkıya birbirine bağlı olduğu görülür. Bir Hakikat Araştırma ve Adalet Komisyonu bir yere kadar gerçeklerin açığa çıkarılmasının zeminini oluşturabilir. Ki, Güney Afrika’daki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu eksikliklere rağmen yapacağını yapmıştır. Ama o komisyon tek başına topluma adalet getiremezdi. Yeni bir geleceğin inşa edilebilmesi için geçmişle hesaplaşmanın temel parçalarından biri olabilir, ama bu sürecin gerçekten sonuç verebilmesi için, diğer parçaların eksik bırakılmaması gerekir. Ve şu unutulmamalı; geçmişle hesaplaşma uzun vadeye yayılmamalı, geleceğe ertelenmemeli. Güney Afrikalılar kendi deneyimlerinde bunu özellikle vurguladı. Ama kısa vadede gerçekleştirilebilecek bir şey de değil geçmişle hesaplaşma, yılları, belki de on yılları gerektiren sancılı bir süreçtir.

8 Mart 2011'de Yeni Özgür Politika'da yayınlandı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder