Mehtaplı Gecede
Bu koca beyaz gece içinde
Çam ağaçları, kumlular ve ay arasında
- Ami’ler bugün aya uçtular -
denizin önünde, bir kez daha şiddetli
dalgasını terk edilmiş kıyıda uyutan
- Almería’da korku sarmış etrafı, gazete bildiriyor
yanlışlıkla orada denize düşürülen
hidrojen bombalarından iz yok henüz -
beyaz, yıldırımsı sessizliğinde
bu dolgun, tek, saf yalnızlığın
- sekizyüz Vietkong öldürüldü dün gece
Hindistan’da açlık Brezilya’da açlık -
hüznünde ve güzelliğinde bu mehtaplı gecenin
çam ağaçlarının arasında
işgal edilmiş ay ile ve bir de Almería’daki korku ile
ve yıkılmış köy ile ve açlık ile.
1988 yılıydı. Herhangi bir gün. Sabahın erken saatlerinde Rio de la Plata’nın Atlantik Okyanus ile buluştuğu Montevideo kentinde işe gitmek üzere evlerinden çıkan, gözlerinde daha her zamanki gibi kısa geçen gecenin uykusunu taşıyan Uruguaylıların gözü, her sabah geçtikleri duvara takıldı. Eduardo Galeano’nun deyimiyle ‘kışın duman, yazın ise taze ekmek kokan şehir’in merkezindeki duvarda büyük harflerle ‘Adriana y Nestor se conocieron gracias a İdea Vilariño y al PVP’ yazıyor. Yani, Adriana ve Nestor, tanışmalarını sağlayan İdea Vilariño ve PVP’ye (Halkın Zaferi Partisi) teşekkür eder. Sevdalı iki gencin bir duvar yazısı ile o dönem 66 yaşında olan bir şairden ve bir de anarşist köklere sahip ufak bir marksist partiye teşekkür etmeleri ilginçtir tabii. Ama Uruguay’ın sokaklarını gezdiğinizde, mutlaka İdea Vilariño’ya ait dörtlüklere rastlarsınız.
İdea Vilariño, 18 Ağustos 1920’de Uruguay’ın başkenti Montevideo’da şair ve anarşist bir baba ile kitap dünyasına sevdalı bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Evlatlarına düşkün bu çiftin çocuklarına verdiği isimlerden, sahip oldukları ve aktarmaya çalıştıkları idealler anlaşılır: Alma (‘ruh’), İdea (‘düşünce’), Azul (adını Nikaragualı yazar Ruben Dario’nun eserinden alır), Poema (‘şiir’) ve Numen.
Ortaokuldan sonra tıp okumak isteyen İdea’nın geleceğe dair hayalleri, anne ve babasının erken ölümü ile yıkılır. Ardından bir yıl boyunca yataktan kalkamamasına neden olan hastalık ve bir an önce iş hayatına giriş yapma ihtiyacından dolayı ikinci seçeneği, edebiyatı tercih eder. Başkentin değişik okullarında ve kırsal alanda edebiyat öğretmeni olarak çalışır, yıllarca Montevideo’daki Pedagojik Kütüphane’nin sanat bölümünden sorumlu olur. 1940’lı yıllarda öğrenci dergisi olan ‘Clinamen’de çalışan İdea, kendini ‘1945 Kuşağı’ olarak adlandıran ve ülkenin entelektüel hayatını önemli düzeyde belirleyen eleştirel sanatçılar topluluğunda Mario Benedetti, Carlos Maggi ve İda Vitale gibi isimlerle birlikte aktif olarak yer alır. Hatta hareketin yayın organı olan ‘Número’ adlı derginin yayın kurulunda çalışır, Latin Amerikalı aydınların en temel forumu olan ‘Marcha’ isimli haftalık dergiye yazılar yazar. Uruguay toplumu, o dönem kendinden memnun bir şekilde hayatını sürdürür. Uluslararası düzeyde yükselen et, yün ve deri talebi nedeniyle ekonomik büyüme yükselir, ciddi sosyal sorunlar söz konusu olmaz ve siyasi alanda da iki büyük parti olan liberal Colorado’lar ile muhafazakar Blanco’lar hükümeti sürekli olarak bir birinden devralıp, giderek aralarındaki farkı yok ediyorlardı. Kendini ‘Latin Amerika’nın İsviçre’si’ olarak adlandıran ülkenin sınırları dışında olup bitenler toplum tarafından algılanmaz olur. İşte, böyle bir dönemde zihinsel krize ve toplumsal duraklamaya ilk tepki veren Número dergisi olur. Derginin birçok yazarı gibi İdea da, 1974 yılında cunta tarafından yasaklanan haftalık ‘Marcha’ gazetesinde şiirlerini ve kitap tanıtımlar yayımlar.
Ülkesindeki en popüler şairlerden olmasına rağmen sadece dört şiir kitabını yayımlar. Bunlar; ‘Nocturnos’ (Geceler), ‘Poemas de amor’ (Aşk şiirleri), ‘Pobre mundo’ (Zavallı dünya) ve ‘No’ (Hayır). Bütün kitapları büyük başarılar yakalasa da, klasik bir yapıt haline gelen, yazar Juan Carlos Onetti ile fırtınalı, ama bir o kadar da acılı ilişkisinin ürünü olan ‘Aşk Şiirleri’ olur. İdea bu kitaptaki bütün şiirleri Onetti’ye ithaf ederken, 1974 yılında cunta tarafından mahkum edildiği hapis cezasından sonra, bir daha dönmemek üzere ülkesini terk edecek olan Onetti de ‘Los adioses’ (Vedalar) romanını İdea’ya adar.
Juan Carlos Onetti’den sonra bir daha sevdalanmaz İdea. Malvin semtindeki evinde kitapları ve kedileri ile yaşarken bir kağıt parçasına yeni dizeler yazar, kağıdı yırtar, yeni bir sayfa alır, yeniden mürekkebe döktürür acısını. Eski sevgilisi ile konuşur, ‘biz’i yitirdikten sonra ‘ben’ demenin acizliğine yanar. Aşk, yalnızlık ve ölüm... Şiirin temel motifleri İdea’nın şiirlerinde de yeniden yeniden karşımıza çıkar. Ama dili sadedir, sahicidir. Süse gerek duymaz, metaforlara şüpheyle yaklaşır, sıfatları ölçülü kullanır. Ona göre her şiir sadece bir düşünceyi kaldırabilir. Her dizesinin bir ezgisi, kullandığı her sözcüğün bir ritmi var. Ve bu, onun şiir anlayışıdır: “Her lirik şiirin herşeyden önce bir ses bedeni olduğunu iddia ediyorum. İfadesi ne kadar duyular üstü veya yoğun olsa da, gerçekten bir şiir olup olmadığı konusu, seslerinin sıralanmasına, ritmine bağlıdır, bir şeyin nasıl söylendiğine bağlıdır“. Şiirlerini bu denli etkileyici, dilini bu denli güçlü kılan da belki bu sadeliği, dolaysızlığıdır; kendine karşı dürüstlüğüdür:
‘Tanırım senin şefkatini
kendi elimin avucu gibi.
Bazen, iki düş arasında, hatırlarım onu
daha önce kaybetmişim gibi...’
İdea’nın şiirleri İspanyolca şiir geleneğini takip eder. Onun şiirlerinde hem 16’ncı yüzyılda yaşamış İspanyol şair San Juan de la Cruz’un, hem de 20’nci yüzyılın başlarındaki modernist Latin Amerika şiirinin tadını almak mümkündür. İdea’nın halkın ozanı olmasının bir sebebi de bu olabilir; köklerle özgünlüğü buluşturarak, kocaman bir halkın sesi olmasıdır.
Kendi şiirlerini “nihilist ve kuşkucu, daha çok karamsar ve ıstırap edici“ olarak nitelendiren İdea, iç dünyasında bu denli umutsuz iken, halkın mücadelesindeki yerini de alır. Ve bunu bir çelişki olarak da görmez: “İnsan, asıl benliği, metafizik pozisyonu ile sınırlı değildir; belirleyici olan farklı gerçekler de var: insanların korkunç sefaletinin verdiği acı, sınıf yapılanmasını parçalamak ve daha adil bir toplum yaratmak için elinden geleni yapma yöndeki ahlaki emir. İnsan daha derindeki kendi özüne bağlı kalsa bile - ki, insanın dünyaya karşı tek bir duruşu olabilir - istese de istemezse de acıları görmek zorundadır, ahlaki yükümlülüğünü görmezden gelemez. Ve ondan sonra da mücadelede yer almaya, umudu güçlendirmeye başlarsın.“ İlk siyasi şiiri olan ‘A Guatemala’yı (Guatemala’ya) 1954 yılında, CIA desteğiyle Guatemala’da gerçekleştirilen askeri darbenin etkisiyle yazar. Küba Devrimi, ABD’nin Küba işgali, Vietnam Savaşı, Che Guevara’nın ölümü politik şiirlerinde işlediği konulardan sadece bazıları. Devrim yıllarında yazdığı şiirler Alfredo Zitarrosa, Daniel Viglietti, Pepe Guerra und dem Duo Los Olimareños gibi sanatçılar tarafından bestelenip, halk türküleri haline gelir. Askeri diktatörlüğe karşı yazdığı ‘Los orientales’ Uruguay halkının direniş marşı olurken, gençler tarafından ülkenin dört bir yanındaki duvarlara yazılan dizeleriyle de seslenir halkına.
1960’lı yıllara gelindiğinde Uruguay’da adaletsizlik ve yoksulluk giderek büyür, buna karşı oluşan ‘Tupamaros’ ulusal kurtuluş hareketi 1970’li yıllarla birlikte iktidara karşı şehir gerillası mücadelesini başlatır. İsmini, 1811 yılında İspanyol sömürgecilere karşı savaşan halk ordusundan alan Tupamaros’un destekçilerinden biri de İdea Vilariño. 1973 yılında ordu darbe gerçekleştirince bir numaralı düşman ilan edilen Tupamaros’un birçok taraftarı sürgüne giderken, İdea ülkesini terk etmeyi kabullenmez. Militanları saklar, evi sürekli olarak askerler tarafından basılır. Ancak mücadeleden vazgeçmez.
Askeri diktatörlüğün sona erdiği 1985 yılından sonra Montevideo Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışır, Latin Amerika’nın değişik ülkelerinde Rubén Darío, Julio Herrera y Reissig ile Juan Parra del Riego’nun eserleri üzerine dersler verir. ‘Brecha’ isimli sol haftalık gazete için yazılar kaleme alır, Arjantin ve Uruguay’daki devlet tiyatroları için Shakespeare’nin dramlarını dize biçimine geçirir. Tercüman ve besteci olarak da çalışan İdea, kendi seçtiği yalnızlığa rağmen, etrafında sessizlikten örmüş olduğu duvarlara rağmen sürekli olarak yeni kuşaklar tarafından keşfedilen bir şairdi. Şiirlerinin çok azını toplumla paylaştı, çoğunu kalbine geçirdi. Ve orada kaldılar, bu yılın 28 Nisan’ınde hayata gözlerini yumduğunda... Adriana ile Néstor’a gelince... Son yıllarda nadiren toplumun karşısına geçen İdea, Montevideo Ulusal Kütüphanesi’nde yapmış olduğu bir konuşmadan sonra genç bir adam şairin karşısına geçip, ‘Ben Néstor’ der. İdea onu hemen tanıyamaz, ‘Hangi Néstor?’ diye sorar. ‘Hani Adriana ile Néstor vardı ya, o duvar yazısı. O Néstor işte benim.’ ‘Ah, anladım. Peki Adriana nereye?’ ‘Bilmiyorum. İlişkimiz bitti.’ ‘Ah, hayatımın aşkı / Yanılmışım. / Sen değildin, sen değil...’
Bu koca beyaz gece içinde
Çam ağaçları, kumlular ve ay arasında
- Ami’ler bugün aya uçtular -
denizin önünde, bir kez daha şiddetli
dalgasını terk edilmiş kıyıda uyutan
- Almería’da korku sarmış etrafı, gazete bildiriyor
yanlışlıkla orada denize düşürülen
hidrojen bombalarından iz yok henüz -
beyaz, yıldırımsı sessizliğinde
bu dolgun, tek, saf yalnızlığın
- sekizyüz Vietkong öldürüldü dün gece
Hindistan’da açlık Brezilya’da açlık -
hüznünde ve güzelliğinde bu mehtaplı gecenin
çam ağaçlarının arasında
işgal edilmiş ay ile ve bir de Almería’daki korku ile
ve yıkılmış köy ile ve açlık ile.
1988 yılıydı. Herhangi bir gün. Sabahın erken saatlerinde Rio de la Plata’nın Atlantik Okyanus ile buluştuğu Montevideo kentinde işe gitmek üzere evlerinden çıkan, gözlerinde daha her zamanki gibi kısa geçen gecenin uykusunu taşıyan Uruguaylıların gözü, her sabah geçtikleri duvara takıldı. Eduardo Galeano’nun deyimiyle ‘kışın duman, yazın ise taze ekmek kokan şehir’in merkezindeki duvarda büyük harflerle ‘Adriana y Nestor se conocieron gracias a İdea Vilariño y al PVP’ yazıyor. Yani, Adriana ve Nestor, tanışmalarını sağlayan İdea Vilariño ve PVP’ye (Halkın Zaferi Partisi) teşekkür eder. Sevdalı iki gencin bir duvar yazısı ile o dönem 66 yaşında olan bir şairden ve bir de anarşist köklere sahip ufak bir marksist partiye teşekkür etmeleri ilginçtir tabii. Ama Uruguay’ın sokaklarını gezdiğinizde, mutlaka İdea Vilariño’ya ait dörtlüklere rastlarsınız.
İdea Vilariño, 18 Ağustos 1920’de Uruguay’ın başkenti Montevideo’da şair ve anarşist bir baba ile kitap dünyasına sevdalı bir annenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Evlatlarına düşkün bu çiftin çocuklarına verdiği isimlerden, sahip oldukları ve aktarmaya çalıştıkları idealler anlaşılır: Alma (‘ruh’), İdea (‘düşünce’), Azul (adını Nikaragualı yazar Ruben Dario’nun eserinden alır), Poema (‘şiir’) ve Numen.
Ortaokuldan sonra tıp okumak isteyen İdea’nın geleceğe dair hayalleri, anne ve babasının erken ölümü ile yıkılır. Ardından bir yıl boyunca yataktan kalkamamasına neden olan hastalık ve bir an önce iş hayatına giriş yapma ihtiyacından dolayı ikinci seçeneği, edebiyatı tercih eder. Başkentin değişik okullarında ve kırsal alanda edebiyat öğretmeni olarak çalışır, yıllarca Montevideo’daki Pedagojik Kütüphane’nin sanat bölümünden sorumlu olur. 1940’lı yıllarda öğrenci dergisi olan ‘Clinamen’de çalışan İdea, kendini ‘1945 Kuşağı’ olarak adlandıran ve ülkenin entelektüel hayatını önemli düzeyde belirleyen eleştirel sanatçılar topluluğunda Mario Benedetti, Carlos Maggi ve İda Vitale gibi isimlerle birlikte aktif olarak yer alır. Hatta hareketin yayın organı olan ‘Número’ adlı derginin yayın kurulunda çalışır, Latin Amerikalı aydınların en temel forumu olan ‘Marcha’ isimli haftalık dergiye yazılar yazar. Uruguay toplumu, o dönem kendinden memnun bir şekilde hayatını sürdürür. Uluslararası düzeyde yükselen et, yün ve deri talebi nedeniyle ekonomik büyüme yükselir, ciddi sosyal sorunlar söz konusu olmaz ve siyasi alanda da iki büyük parti olan liberal Colorado’lar ile muhafazakar Blanco’lar hükümeti sürekli olarak bir birinden devralıp, giderek aralarındaki farkı yok ediyorlardı. Kendini ‘Latin Amerika’nın İsviçre’si’ olarak adlandıran ülkenin sınırları dışında olup bitenler toplum tarafından algılanmaz olur. İşte, böyle bir dönemde zihinsel krize ve toplumsal duraklamaya ilk tepki veren Número dergisi olur. Derginin birçok yazarı gibi İdea da, 1974 yılında cunta tarafından yasaklanan haftalık ‘Marcha’ gazetesinde şiirlerini ve kitap tanıtımlar yayımlar.
Ülkesindeki en popüler şairlerden olmasına rağmen sadece dört şiir kitabını yayımlar. Bunlar; ‘Nocturnos’ (Geceler), ‘Poemas de amor’ (Aşk şiirleri), ‘Pobre mundo’ (Zavallı dünya) ve ‘No’ (Hayır). Bütün kitapları büyük başarılar yakalasa da, klasik bir yapıt haline gelen, yazar Juan Carlos Onetti ile fırtınalı, ama bir o kadar da acılı ilişkisinin ürünü olan ‘Aşk Şiirleri’ olur. İdea bu kitaptaki bütün şiirleri Onetti’ye ithaf ederken, 1974 yılında cunta tarafından mahkum edildiği hapis cezasından sonra, bir daha dönmemek üzere ülkesini terk edecek olan Onetti de ‘Los adioses’ (Vedalar) romanını İdea’ya adar.
Juan Carlos Onetti’den sonra bir daha sevdalanmaz İdea. Malvin semtindeki evinde kitapları ve kedileri ile yaşarken bir kağıt parçasına yeni dizeler yazar, kağıdı yırtar, yeni bir sayfa alır, yeniden mürekkebe döktürür acısını. Eski sevgilisi ile konuşur, ‘biz’i yitirdikten sonra ‘ben’ demenin acizliğine yanar. Aşk, yalnızlık ve ölüm... Şiirin temel motifleri İdea’nın şiirlerinde de yeniden yeniden karşımıza çıkar. Ama dili sadedir, sahicidir. Süse gerek duymaz, metaforlara şüpheyle yaklaşır, sıfatları ölçülü kullanır. Ona göre her şiir sadece bir düşünceyi kaldırabilir. Her dizesinin bir ezgisi, kullandığı her sözcüğün bir ritmi var. Ve bu, onun şiir anlayışıdır: “Her lirik şiirin herşeyden önce bir ses bedeni olduğunu iddia ediyorum. İfadesi ne kadar duyular üstü veya yoğun olsa da, gerçekten bir şiir olup olmadığı konusu, seslerinin sıralanmasına, ritmine bağlıdır, bir şeyin nasıl söylendiğine bağlıdır“. Şiirlerini bu denli etkileyici, dilini bu denli güçlü kılan da belki bu sadeliği, dolaysızlığıdır; kendine karşı dürüstlüğüdür:
‘Tanırım senin şefkatini
kendi elimin avucu gibi.
Bazen, iki düş arasında, hatırlarım onu
daha önce kaybetmişim gibi...’
İdea’nın şiirleri İspanyolca şiir geleneğini takip eder. Onun şiirlerinde hem 16’ncı yüzyılda yaşamış İspanyol şair San Juan de la Cruz’un, hem de 20’nci yüzyılın başlarındaki modernist Latin Amerika şiirinin tadını almak mümkündür. İdea’nın halkın ozanı olmasının bir sebebi de bu olabilir; köklerle özgünlüğü buluşturarak, kocaman bir halkın sesi olmasıdır.
Kendi şiirlerini “nihilist ve kuşkucu, daha çok karamsar ve ıstırap edici“ olarak nitelendiren İdea, iç dünyasında bu denli umutsuz iken, halkın mücadelesindeki yerini de alır. Ve bunu bir çelişki olarak da görmez: “İnsan, asıl benliği, metafizik pozisyonu ile sınırlı değildir; belirleyici olan farklı gerçekler de var: insanların korkunç sefaletinin verdiği acı, sınıf yapılanmasını parçalamak ve daha adil bir toplum yaratmak için elinden geleni yapma yöndeki ahlaki emir. İnsan daha derindeki kendi özüne bağlı kalsa bile - ki, insanın dünyaya karşı tek bir duruşu olabilir - istese de istemezse de acıları görmek zorundadır, ahlaki yükümlülüğünü görmezden gelemez. Ve ondan sonra da mücadelede yer almaya, umudu güçlendirmeye başlarsın.“ İlk siyasi şiiri olan ‘A Guatemala’yı (Guatemala’ya) 1954 yılında, CIA desteğiyle Guatemala’da gerçekleştirilen askeri darbenin etkisiyle yazar. Küba Devrimi, ABD’nin Küba işgali, Vietnam Savaşı, Che Guevara’nın ölümü politik şiirlerinde işlediği konulardan sadece bazıları. Devrim yıllarında yazdığı şiirler Alfredo Zitarrosa, Daniel Viglietti, Pepe Guerra und dem Duo Los Olimareños gibi sanatçılar tarafından bestelenip, halk türküleri haline gelir. Askeri diktatörlüğe karşı yazdığı ‘Los orientales’ Uruguay halkının direniş marşı olurken, gençler tarafından ülkenin dört bir yanındaki duvarlara yazılan dizeleriyle de seslenir halkına.
1960’lı yıllara gelindiğinde Uruguay’da adaletsizlik ve yoksulluk giderek büyür, buna karşı oluşan ‘Tupamaros’ ulusal kurtuluş hareketi 1970’li yıllarla birlikte iktidara karşı şehir gerillası mücadelesini başlatır. İsmini, 1811 yılında İspanyol sömürgecilere karşı savaşan halk ordusundan alan Tupamaros’un destekçilerinden biri de İdea Vilariño. 1973 yılında ordu darbe gerçekleştirince bir numaralı düşman ilan edilen Tupamaros’un birçok taraftarı sürgüne giderken, İdea ülkesini terk etmeyi kabullenmez. Militanları saklar, evi sürekli olarak askerler tarafından basılır. Ancak mücadeleden vazgeçmez.
Askeri diktatörlüğün sona erdiği 1985 yılından sonra Montevideo Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışır, Latin Amerika’nın değişik ülkelerinde Rubén Darío, Julio Herrera y Reissig ile Juan Parra del Riego’nun eserleri üzerine dersler verir. ‘Brecha’ isimli sol haftalık gazete için yazılar kaleme alır, Arjantin ve Uruguay’daki devlet tiyatroları için Shakespeare’nin dramlarını dize biçimine geçirir. Tercüman ve besteci olarak da çalışan İdea, kendi seçtiği yalnızlığa rağmen, etrafında sessizlikten örmüş olduğu duvarlara rağmen sürekli olarak yeni kuşaklar tarafından keşfedilen bir şairdi. Şiirlerinin çok azını toplumla paylaştı, çoğunu kalbine geçirdi. Ve orada kaldılar, bu yılın 28 Nisan’ınde hayata gözlerini yumduğunda... Adriana ile Néstor’a gelince... Son yıllarda nadiren toplumun karşısına geçen İdea, Montevideo Ulusal Kütüphanesi’nde yapmış olduğu bir konuşmadan sonra genç bir adam şairin karşısına geçip, ‘Ben Néstor’ der. İdea onu hemen tanıyamaz, ‘Hangi Néstor?’ diye sorar. ‘Hani Adriana ile Néstor vardı ya, o duvar yazısı. O Néstor işte benim.’ ‘Ah, anladım. Peki Adriana nereye?’ ‘Bilmiyorum. İlişkimiz bitti.’ ‘Ah, hayatımın aşkı / Yanılmışım. / Sen değildin, sen değil...’
MERAL ÇİÇEK
PolitikART
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder