3 Ağu 2011

bir şiirin hikayesi: Omayra

... Adın yoktu tanıştığımızda
eksiğini de duymadık
bazen bir rüzgarı, bazen birkaç zeytini
adının yerine kullandık

Adın yoktu tanıştığımızda
sonra da olmadı
çünkü başka biri oldun zamanla


Şimdi adın var
şimdi ruhumun sislere sarılı derinlikleri
yükseliyor ve tehdit ediyor
kıstırılmış varlığımın bütün cephelerini
yüzümün pususunda geziyor
sularda bilenmiş bıçaklar
uyandırılmış acılarım, bulanmış sarnıcım
etimle ruhum arasında çelişen ilke
geri döndü bana
kendi ellerimle kurduğum kara büyüden
içimdeki tarih bitti
siliyorum bir aşkı var eden
her ayrıntıdaki parmak izlerini
ve şimdi adın var
ve şimdi
ikimizin vaktinde
intikam saati geldi
Omayra, bu adı verdim sana …*

Omayra. Bir tek adını biliyorum. Önce onu da bilmiyordum. Adın yoktu senin. Eksiği de duyulmadı. Sayısız adsız arasında biriydin sadece. Adsızlar yok mu? Var olmak için ad mı gerekli? Adın olmadan var olamaz mısın? Peki kimdir, nedir ad veren? Ve adsızlık yokluk mudur? Omayra, artık adını bildiğim... Karanlıktan çık ve gel. Görsün herkes yüzünü, yorgun kara gözlerini. Omayra, adın oldu. Şimdi o kara gözlerine dalma vaktinde o adın ardındaki hikayeyi anlatma saati geldi...

Nevado del Ruiz. Adını kardan almış yanardağ. Karla kaplı yanardağ. Ne ilginçtir, değil mi; yanardağ denildi mi akla ateş renginde parıldayan, geçtiği yeri yakan lav gelir. Kar ise beyaz, dondurur. Lav ve kar. Yanmak ve donmak. Ki, bazen kar da yakar...

Takvim’de 1985 yılının 317’inci sayfası duruyor. Yani 13 Kasım. Sabah okula gitmeden önce mutfağa uğramış olsaydın, o sayfayı da koparacaktın. Bir rakamı gösteren sıradan bir kağıt parçası. Her gün koparılan sayfalardan sadece bir tanesi. Oysa o sayfalar ki, aslında ömrün yaprakları. Koparıldığı yerde tükenen, toplandığı yerde çoğalan ömür...

Kolombiya, Latin Amerika’nın kalbinin kuzeybatısıdır. Bogota ise Kolombiya’nın kalbinin tam ortası. Onun kuzeybatısında, Lagunilla nehrinin kenarında ise Armero. Bir zamanlar ‘ciudad blanca’, yani beyaz şehir derlerdi Armero’ya. Şimdi ise hiçbir haritada yoktur adı. Okuldan geldiğin gibi eve gidip, ödevlerini yaptın. Sonra matematik çalıştın. Cuma günü sınav yazılacaktı. Akşam olduğunda ise çalışma masandan kalkıp, oturma odasındaki koltuğa uzandın ve sevdiğin diziyi izlemeye başladın. 12 yaşında bir kız çocuğu idin, hayalleri olan, umut dolu. Kapkara, kısa kıvırcık saçların vardı. Ve bir de kara gözlerin. Topraklarının esmer rengi tenine de geçmişti. Kulaklarında küçük, altın küpeler. Omayra Sanchez; hayalleri olan, umut dolu küçük bir kız çocuğu idin...

Sen yorgun bakışlarla sevdiğin diziye dalarken, Nevado del Ruiz kaynamaya başladı. Sessizdi Armero, sokaklarda tek tük insanlar evin yolunu tutuyordu, gelecek felaketten habersiz. Sessizdi Armero ve karla kaplı Nevado del Ruiz kaynıyordu. Sonra patladı, açılan deliklerden lav fışkırmaya başladı. Biliyor musun Omayra, günler önce bizim kente yağan kar hala erimedi. Nevado del Ruiz’in yüzlerce yıllık karı nasıl bir anda eriyebildi? Lavla karın dansı Lagunilla’yı nasıl da ölüm akıtan bir nehre dönüştürebildi?

Sıcak lav, kızgın kül, kar suyu ve çamur akıyordu Lagunilla. Öyle hızlı akıyordu ki. Ve Armero’ya doğru yolunu almıştı. Sessizdi Armero. Sessizdi Omayra. Lagunilla keskin bir bıçak gibi sessizliği bir anda yırttı. Beyaz şehri yuttu, çamurdan çığ ile üzerini örttü. Çığ Omayra’nın evinin pencerelerinden girip, duvarları yok ettiği gibi, duvarın ardında olan herşeyi, herkesi akışına tutsak etti. Bu, gerçek olamazdı. Kabus görüyor olmalıydı. Bedeni sanki bu dünyayı, yaşanılan zamanı terk etmiş gibiydi. İlk zamanlardaki tufan mıydı bu? Gözlerini kapattı, vücudunu akışa bıraktı.

Gözlerini açtığında çamurlu suyun içinde buldu kendini. Kirli suyun yüzeyinde giysiler, eski gazeteler ve dallar yüzüyordu. Tam önünde duran dala tutunarak, sudan çıkmaya çalıştı. Olmadı. Tekrar denedi. Yine olmadı. Sonra bir acı hissetti. O kendini çıkmak için zorladıkça acı yükseliyordu. Bacakları bir şeylerin arasında sıkışmıştı. Korkmaya başlıyor, endişeli gözlerle etrafa bakınıyor. Kimse yok mu? Bağırmaya başlıyor, yardım çığlıkları yükseliyor. Sesini duyanlar koşarak yanına geliyorlar. Küçük kızı kollarından çekiyorlar, Omayra’nın çığlıkları ile duruyorlar. Kızı çıkaramıyorlar. Özel bir pompa gerekiyor. Pompa isteniliyor. Bekleyiş başlıyor. Lagunilla’nın yuttuğu beyaz kent gazeteci akınına uğruyor. Nereye baksan cesetler su yüzüne çıkıyor. Ve ölülerle dolu çamurlu suyun ortasında 12’sindeki Omayra; hayalleri olan, umut dolu Omayra. O kadar çok umut biriktirmiş ki küçücük kalbinde, çevredekilere umut veriyor. Kameralara gülümsüyor, dünyanın dört bir yanında felaketin sonuçlarını ekranlarda izleyenlere öpücükler gönderiyor. Ölüm kokan su ağzına aktığı halde gözünden tek bir damla yaş akmıyor. Onurla ölüme direniyor Omayra.

Cuma günü geldi. Evi duruyor olsaydı şimdi mutfağa gidip, takvimin yaprağını koparacaktı. Birden bire bugün yazılması gereken matematik sınavı aklına geliyor. O sınavı başarıyla geçmek için çok çalışmıştı. “Okul yerinde duruyor mu?” diye soruyor. Ama okul da, öğrencileri de yok artık. 30 bin insan öldü. Bir şehir, beyaz bir şehir kahverengi ölüm nehrinin altında yok oldu.

Akşam olduğunda kendisini yanlız bırakmayanlara seslenir: “Tamam, ara verin ve dinlenin. Yarın geri gelin ve beni artık buradan çıkarın.” Ama Omayra cesaret ve onurla ölüme karşı verdiği mücadeleye yenik düşüyor. Gücü tükeniyor. Hayat, onun küçücük bedeninden sıyrılmaya başladı. Kendinde değil artık. Yanında duranlardan, kendisini okula götürmelerini istiyor. Derse geç kalacağını söylüyor. Oysa bugün ders yok ki, Omayra. Okul yok artık. Ve bu şehirde bir daha hiçbir çocuk okula gidemeyecek.

Çok uykusu var. 60 saatten beri ölüm kokan suyun içinde esir. Biraz uyusa, belki uyandığında pompa gelmiş olur. Sadece biraz dinlenebilse. O kara gözlerini kapıyor, bembeyaz bir renk almış olan küçücük elleri değneği yavaş yavaş bırakıyor. Vücut ısısı normalin çok altına düşmüş olan bu küçük kız, hayalleri olan, umut dolu Omayra ölüme karşı savaşı kaybediyor.

Gelişen teknoloji sonucu dünyanın dört bir yanındaki insanların tanıdığı bu 12 yaşındaki Kolombiyalı kız çocuğu, gelmeyen teknik nedeniyle ölüyor. Bir pompa, sadece bir pompa Omayra’nın hayatını kurtarabilirdi. Ama Omayra öldü, dünya kamuoyunun gözleri önünde 60 saatlik bir direnişten sonra hayata yumdu o kara gözlerini...

***

Sayıklayan bir ağaç gibiyim Omayra
uğultusu geliyor ta derinden
gövdemin geçtiği masalların
içimdeki deprem ayakta tutuyor beni
geri dönüp vuruyor çalınmış zaman
bak sana korkaklığımı veriyorum
var olmanın bütün varoşlarından
ben yenildim, işte silahlarım
tılsım tamamlandı
sonuna geldim çizgilerini sildiğim
bir büyük haritanın
aşkım ölümün sınırında Omayra
olduğun yerde kal kımıldama! *


* Dizeler Murathan Mungan’ın ‘Omayra’ şiirine ait.

MERAL ÇİÇEK/PolitikART

1 yorum:

  1. Birkaç gün oldu Omayra ile tanışalı. Aslında nede çok uzağız insanoğluna, acılarına, sevinçlerine...:'(

    YanıtlaSil