Ayant vu le massacre immense, le combat
Le peuple sur sa croix, Paris sur son grabat,
La pitié formidable était dans tes paroles.
Tu faisais ce que font les grandes âmes folles
Et, lasse de lutter, de rêver de souffrir,
Tu disais : " j'ai tué ! " car tu voulais mourir.
Ton oubli de toi-même à secourir les autres
Victor Hugo’nun 1871 yılının Aralık ayında kaleme almış olduğu Viro Major şiirinin bu dizeleri pek bilinmediği gibi, şairin şiirini atfettiği kadın da pek tanınmaz. Aynı kadının onuruna Paul Verlaine'in bir balad yazdığı da maalesef pek bilinmez: "Citoyenne! Votre évangile/ On meurt pour!C'est l'Honneur! Et bien/ Loin des Taxil et des Bazile/ Louise Michel est très bien." Louise Michel est très bien... Louise Michel: Paris Komünü'nün kadın kahramanı, anarşist, militan, özgürlük pedagogu, feminist, yazar, Montmartre'nın Kızıl Bakiresi.
29 Mayıs 1830’da Fransa'nın Vroncourt isimli küçük kentinde hizmetçi olan bir annenin ve şato sahibi bir babanın evlilik dışı çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası Louise’nin doğumundan kısa bir süre sonra ortadan kaybolsa da, Louise mutlu bir çocukluk geçirir. Voltaire hayranı ve Cumhuriyet savunucusu eski bir avukat olan dedesinden evde o döneme göre alışılmadık iyi bir eğitim alır. Dedesi sayesinde edebiyata ilgisi gelişen Louise erken yaştan itibaren şiir yazar, bazılarını o dönem sürgünde yaşayan Victor Hugo’ya gönderir. Hugo ile mektuplaşmaları şair ölünceye dek sürer. Küçüklüğünden itibaren insanlara ve hayvanlara karşı sevecenliği ile yardımsever paylaşımcı karakteri en dikkat çeken özelliği olur. Dedesinin kendisine verdiği harçlıkları genellikle ihtiyacı olanlara verir, hatta bu maksatla dedesinden para çaldığı da olur.
İlkokul öğretmeni olmak amacıyla sınavlara girer ve kazanır. Ancak bu mesleği yapabilmesi için imparatorluğa bağlılık yemini etmesi gerekir. Sıkı bir cumhuriyet taraftarı olan Louise, bunu reddeder ve özel okullarda çalışmak zorunda kalır. Fakat bireyin sağlıklı gelişimini engelleyen, iktidar ilişkileri ve bu bağlamda toplumsal hiyerarşileri sürekli yeniden üreten eğitim sistemini reddettiğinden, 1853'te - batıda kadınların henüz normal öğrenim görme koşullarının bile oldukça düşük olduğu bir dönemden bahsediyoruz - özgürlükçü bir eğitim sistemini geliştirip alternatif bir pedagoji anlayışına sahip kendi okulunu açar. İlk yaptığı değişikliklerden biri, sabah duası yerine çocuklara, daha sonra ulusal marş olacak ‘Marseillaise’yi söylettirmek olur. İki yıl sonra aynı bölgede bir başka okulda 'cumhuriyetçi fikirleri çocuklara aşıladığı' için ilk kez emniyetin dikkatini çeker.
Bunun üzerine Paris’e giden Louise, burada halkın yaşadığı sefaleti ve sosyal adaletsizlikleri ilk defa kendi gözleriyle görür. Bahsi geçen, Batı Avrupa'da sanayileşmenin yeni bir alamaya ulaştığı, bunun sonucu olarak özellikle Londra, Paris, Berlin (ve ABD'de New York) gibi şehirlerin kırsal alanlardan yoğun göç aldığı, dolayısıyla büyük işsizlik, sömürü ve açlık gibi olguların şehrin 'kirli' sokaklarının tabelalarına yazıldığı bir dönemdir.
Paris'te bir yandan kız okulunda öğretmenlik yaparken, bir yandan da işçi gazetesi Le Cri du Peuple ('Halkın çığlığı') için yazmaya başlar. Rejimce yasaklanan devrimci kulüplere üye olur ve burada sosyalist, komünist ve anarşist düşünceyle tanışır. Çok sevdiği okul müdürü 1865 yılında vefat edince, yine kendi okulunu açar ve yoksul çocuklara parasız eğitim verir.
1870 yılına gelindiğinde imparatorluğun sonu da yaklaşır. III. Napolyon tarafından başlatılan Fransız-Prusya savaşı Fransa’nın yenilgisiyle sonuçlanır ve Paris kuşatma altına girer. Şehrin kendi seçtiği komünle kendi kendini yönetiyor olması gerektiği fikri hükümet tarafından reddedilir. Ocak 1871’de, kuşatma dördüncü ayına ulaştığında, daha sonra Üçüncü Cumhuriyetin başbakanı olacak olan Louis-Adolphe Thiers, ateşkes çağrısında bulunsa da Prusyalılar Paris’i kuşatır. Hükümetin teslimiyetçi tavrı halkta öfkeye yol açar. Bu sırada onbinlerce işçi Ulusal Muhafızlar adlı askeri birliğin silahlı üyesi olarak şehrin savunmasında önemli rol oynar. Ulusal Muhafızlar saflarında bir kadın taburu da savaşır. O kadın savaşçılarından biri de Louise Michel. Yoksul mahallelerdeki taburlar, kendi subaylarını seçerek Paris’te bulunan topları ele geçirir. Halkın altı aylık direnişi sonucu Prusyalılar şehrin küçük bir bölgesine hapsedilir ve ilerleme gösteremezler. Direnişle ilgili kararlar Muhafızların Merkez Komitesi tarafından alınır. Thiers, bu kaygan durumun alternatif bir politik iktidar merkezi yaratabileceğini fark edip, Muhafızların gücünü kırmaya çalışır. Ancak başarısız kalır ve Muhafızların başlattığı ayaklanmaya kısa bir süre içinde diğer ordu birlikleri de katılır. Thiers Versailles’e kaçar ve Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi Paris’teki tek etkili yönetim olup, 26 Mayıs’ta komün seçimlerini düzenler.
Louise Michel Paris Komünü’nde kadınların örgütlendirilmesinde öncü olarak yer alır. Nicel olarak komüne yoğun katılım sağlayan kadınlar, nitel olarak ise hem işçi, hem kadın olarak ezilmişliğe karşı mücedeleyi, dogmatik düşünceler yerine ‘dipten gelen devrimi’ ve merkeziyetçiliğe kaşı yerelliği esas alırlar: "Devrimci kadın çifte bir mücadele verir: dış özgürlüğü uğruna - bu mücadelede devrimci erkek yoldaşı olur, aynı hedefler için, aynı davada birlikte mücadele ederler - ve kendi iç özgürlüğü için. Bu, erkeğin uzunca bir süreden beri zaten sahip olduğu bir özgürlüktür. Bu mücadelede kadın yalnızdır. (...) Proleter köledir ama bütün kölelerin kölesi de proleterin karısıdır." [L.M.]
Paris Komünü radikal demokratik bir deneyim olarak tarihe geçer. Ancak bu halk yönetimi sadece iki ay sürer. Zira Prusya Başbakanı Bismarck'ın sinsi hesaplarıyla serbest bırakmayı kabul ettiği esir Fransız askerlerinin yardımı ile Fransız ordusu, şehri işgal edip komünarlara karşı savaş başlatır. Bu savaşta 20 bin komüncü yaşamını yitirirken, 43 bini tutuklanır ve yaklaşık 5 bini de sürgün edilir. Louise Michel mahkemede yargılanır. Daha doğrusu onu yargılamak isterler. Ama O, savaş mahkemesindeki oyunu terse çevirir: "Kendimi savunmak istemiyorum, başkasının da beni savunmasını istemiyorum. Yaptıklarımın tümünün sorumluluğunu üstleniyorum. [...] Komünün suç ortağı olmakla suçlanıyorum. Tabii ki suç ortağı idim. Çünkü komün her şeyden önce toplumsal devrimi istiyordu ve toplumsal devrim en çok dilediğim şeydir" der o dönem 41 yaşında olan (ama 36 olduğunu iddia eden).
'Ceza' olarak kendi topraklarından sürülenlerden biri de O'dur. 1873 yılında Fransız sömürgelerinden Yeni Kaledonya’ya götürülür. Ama devrimci her yerde devrimcidir, değil mi? Ve Louise de boş oturmak yerine bulunduğu yerde mücadelesini sürdürür. Ki mücadele çok boyutludur, çok yönlü kimliği de bunun ifadesi. Yerli halkın dilini öğrenerek, öğretmenlik yapar. Ama bir 'beyaz' olarak değil, insan olarak, özgürlük için - buna toplumsal özgürlük de dahil - gerektiğinde silahı da eline almış olan bir kadın olarak. Sömürgecilere karşı Yeni Kaledonya halkı 1878'de isyana kalktığında onların yanında yer alır: "Onlar da bağımsızlık, özerk bir yaşam, özgürlük için mücadele ediyor. Nasıl ki Paris'te halkın tarafında yer aldıysam, burada da halkın tarafındadır yerim." Ayrıca kurduğu ufak bir grupla özellikle Mihail Bakunin ve Piotr Kropotkin’in eserlerini inceler ve “eski toplumun yapısının nasıl parçalanacağına” dair düşünceler geliştirir. Louise Michel, bu dönemde anarşizmi esas alır ve benimser: “Hükümete ait gemilerle Kalendonya’ya sürüldüğümüz ve onur kırıcı fiziki eziyetlere maruz bırakıldığımız dönemde anarşist oldum. Özgürlük için verdiğimiz haklı mücadelemizden pişman olmamız için kaplan ve aslanlar gibi kafeslerde tutulduk.”
Louise, arkadaşı Nathalie Lemel ile birlikte özellikle komün deneyimini sorgular: “Düşünmek için çok zamanım vardı. Yoldaşlarımızı düşünüyordum ve gittikçe en dürüst olanların bile iktidara gelmeleri durumunda mücadele ettikleri alçaklara benzeyecekleri sonucuna vardım. İktidarın olduğu yerde özgürlükten söz edilemeyeceğini anladım. (...) İktidara gelen her insan için devlet sonuçta kendisinin yansıması olur. Köpek kemiği nasıl görüyorsa, insan da devlete öyle bakar. Köpek kemiği parçalar, ama kendi çıkarı için savunur da. İktidar insanı nasıl ki sert, bencil ve acımasız yapıyorsa, kölelik de o denli alçaltır. İnsanın özgür ve mutlu yaşamını bir tek anarşizm sağlayabilir. Zor ve baskıyı reddettiğim için anarşistim.” 1880 yılındaki genel af sonucu Fransa’ya dönmesine izin verilir. Binlerce Parisli tarafından karşılanan ve artık devrimci ve anarşist olarak gittiği her yerde etkileyici konuşmalar yapan Louise, 1882'de 'memura hakaret' suçlamasıyla 2 hafta tutuklu kalır. 1886'da tekrar 'yağmalamaya çağır' nedeniyle tutuklanıp 6 yıl hapis ve 10 yıl polis denetimine mahkum edilir. Cezaevinde kaldığı süre içinde romanlar kaleme alır (şiir de yazar). Ancak 3 yıl sonra devlet başkanı tarafından af edildiğinde bu durumu sert bir şekilde protesto eder. Onun derdi 'af' edilmek değil. Dolayısıyla tahliye günü geldiğinde çıkmayı reddeder. Ne yapacağını bilemeyen cezaevi müdürü çaresizliğinde içişleri bakanına yazar. Zorla cezaevinden çıkarıldıktan hemen sonra bir konuşmasında devlet yetkililerine hakaret ettiği gerekçesiyle 4 aylık hapse ve para cezasına çarptırılır ama ceza uygulamaya konulmaz. Benzer suçlamalardan açılan davalar eksik olmaz.
Cezaaevinden çıktıktan sonra Batı Avrupa’yı gezip, değişik toplantı ve kongrelerde yaptığı konuşmalarda özellikle iktidar olgusunu çözümler. Yine anarşist hareket içerisinde cins mücadelesini aktif bir şekilde yürüten nadir kadınlardandır Louise Michel: “Anarşistler, düşünce özgürlüğünün her yerde tanındığı bir çağda sınırsız özgürlüğü savunmayı hak ve görev olarak bilen insanlardır... Özgürlükten yanayız ve bunun, kökeni ve biçimi ne olursa olsun, ister dayatılmış, ister seçilmiş olsun, kralcı ya da cumhuriyetçi olsun, herhangi bir iktidarın varlığıyla bağdaşmayacağına inanıyoruz... Eşitlik olmadan özgürlük olamaz!... Bizim istediğimiz eşitlik, özgürlüğün önkoşulu olan fiili eşitliktir.”
1890 yılının 1 Mayıs’ı öncesinde şehir şehir gezip, insanları eylemlere katmak için konuşmalar yapınca, ‘delidir’ denilerek kısa bir süreliğine tımarhaneye kapatılır. Artık siyasi iktidarın sistematik karalama kampanyası ile karşı karşıyadır. Hatta iktidarın gözünde öyle bir tehdit ki suikast ile ortadan kaldırılması hedeflenir. Ağır yaralanır. Artık Fransa’da yaşam koşulları kalmayan Louise, Londra’ya gidip, uluslararası anarşist hareketlerle daha sıkı ilişkiler kurar. 5 yıl İngiltere’de yaşadıktan sonra ülkesine döner. Sayısız toplantıya katıldıktan sonra 1904 yılının sonlarında tamamen güçsüz bir şekilde Cezayir gezisinden sonra Fransa’ya döner. Fiziki olarak artık ayakta durma gücünü bulamayan Louise ölüm döşeğindeyken 1905 Rus Devrimi’nin, daha doğrusu yılın ilk günlerindeki genel grevin haberi gelir. Bu haber üzerine yatağından kalkarak odanın içinde sevinç çığlıkları atarak dans eder, sonra yeniden yatağına uzanıp, “Tamam, şimdi ölmeye hazırım” der. Ve 9 Ocak 1905'te, vaktiyle çocuklara okuttuğu marşın anayurdu Marsilya'da gözlerini yumar. 20 Ocak'ta Montmartre Mezarlığı'na gömüldüğü Paris’te 120 bin kişi tarafından son yolculuğuna uğurlanır.
ne övmeyi ne yermeyi hedeflemiyorum,eleştirmen değilim okuyucuyum o kadar..anlatımı ve anlaşılırlığı tarafından bakıyorum yazıya ..farklı bir dil seziyorum çok anlaşılır, hem düne hem bu güne dair meseleleri anlatabiliyor üstelik gözüme parmak sokmadan sadece anlatıyor ..üslubu çok beğendim iyi ki ben bu blokla karşılaştım yazanına selamlar...
YanıtlaSil