Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!
***
19’uncu yüzyılın son yıllarının Büyük Britanyası. Aynı zamanda Victoria devrinin de son yılları. Sanayi devriminin yükselişi ve İmparatorluğu’nun zirvesi olarak kabul edilir bu devir. Ama bir de en muhafazakar dönemidir. Buna karşılık kilise-bilim, inanç-rasyonalite, zengin-yoksul, üretkenlik-insani değerler, ahlaki değerler-fuhuş çatışması vb. çelişkilerin en yoğun yaşandığı dönem. Cinsellikse tabuların başında gelip, baskı altında tutulmuş. Kadın da baştan çıkarıcı şeytan veya Azize Meryem gibi uç noktalarda konumlandırılmıştır.
Her türlü farklılığın bastırıldığı bu yılların sokaklarında, ayıplayan gözleri ve fısıltıları takmadan başı dik yürüyen, herkes gibi olma derdi olmayan Dublinli bir ozan: Oscar Wilde. Edebi hayatının zirvesini yaşamaktadır. ‘Dorian Gray’in Portresi’ yayınlandıktan sonra, özellikle 1892-1895 yılları arasında yayınlanan ve Londra’nın iğneleyici bir dille üst toplumla dalga geçen komedileri dilden dile dolaşır.
Derler ki, her zirve çöküşün başlangıcıdır. Wilde açısından da öyle. Edebi eserleri ile en büyük başarıyı yaşadığı bu yıllarda, kendisinden 16 yaş genç Lord Alfred Douglas’e aşık olur ve bir ilişki yaşarlar. Ancak bu ilişkiyi reddeden ve bitmesi için elinden geleni yapmaya hazır Alfred’in babası yani Queensberry Markisi, bir tezgah kurar genç ozana karşı...
***
Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.
***
Önce tehdit mektupları yollar. Bunların işe yaramadığını görünce, Wilde’nin yazmış olduğu bir tiyatro oyununun prömiyerini provoke etmeye çalışır. Bu da olmayınca farklı bir yola başvurur.
18 Şubat 1895 günü. Alfred’in babası, Oscar Wilde’ın sık sık uğradığı bir kulübe, vizit kartını bırakır. Altına da şunu yazar: ‘Poz veren eşcinsel Oscar Wilde için’. Derken, bu kez Wilde’ın eşcinselliği dilden dile dolaşmaya başlar. Yazar hayatına son verebilecek bir kampanya ile karşı karşıya olduğunu anlayan Wilde, Lord Alfred Douglas’ten manevi ve maddi destek sözünü aldıktan sonra markiye karşı iftira davası açar. Ne de olsa söz sanatının ustasıdır ve bu dava aristokrasinin sahteciliğini kamuoyu önünde deşifre etmenin bir fırsatı olabilir.
Ancak Wilde’ın hesabı tutmaz. Ve davalı Alfred’in babası, mahkemede ozanın sevgilisine yazmış olduğu mektupları delil diye sununca, Wilde davacıdan davalı konumuna düşer. Çünkü o yılların muhafazakar Britanyası’nda eşcinsellik suçtur, tabudur, toplumsal bir skandaldır. Ve cinsel tercihi ile suç işleyen ‘sapık’ cezalandırılmalıdır! Oscar Wilde’ın mal varlığı açık arttırıma sunulur, kitaplarına el konulur, babalık hakları iptal edilir. Ve bir de iki yıl hapse mahkum edilir. Reading Zindanı’nın hikayesi işte burada başlar. Ki, Reading bildiğimiz anlamda bir cezaevi değil, dönemin anlayışına göre ‘asosyal varlıkların’ terbiye edildiği bir işkencehanedir.
***
Yasaların yargısı doğru mudur
Ya da yanlış mıdır bunu bilemem;
Bildiğim tek şey bu hapishanede
Demir gibi sağlamdır tüm duvarlar,
Bir yıl kadar uzundur her geçen gün
Yıl bitmek bilmez, uzadıkça uzar.
Kabil’in Habil’i öldürdüğü
Günden beri hiç dinmedi acılar
Çünkü insanların insanlar için
Koymuş olduğu bütün yasalar
Tıpkı adaletsiz bir kalbur gibi
Taneyi eleyip samanı tutar.
***
Daha kısa bir süre önce entellektüellerin evlerinde misafir olmasıyla övündükleri romancı, şair ve oyun yazarı Oscar Wilde, artık C. 3. 3. numaralı mahkumdur. Leş kokan hücresi, akıl sağlığını ondan almaya kararlı: “Mevcut cezaevi düzeni, zihinsel kabiliyetleri öldürüp yok etmeyi hedef bellemiş gibi. Çılgınlığı yaratmak maksadı olmazsa bile, sonucudur... Bir İngiliz hapishanesinde tutulan sefile, zekaya sahip olmayan bir hayvanmış gibi davranılıyor. Ve çıldırmamak için elinden neredeyse hiçbir şey gelmiyor.” Cezaevinde konuşma yasağı alan Wilde şöyle devam eder: “İlk başlarda şeytani bir kabustu, hayal edebileceğim her şeyden daha kötüydü. Hücre korkutucu idi: Neredeyse hiç nefes alamıyordum, yemeklerin kokusu ve görünümü midemi bulandırıyordu. Açlık insanı güçsüzleştiriyordu, ama en kötüsü oradaki insanlık dışılığı idi. İnsanlar ne kadar da şeytani yaratıklardır. İnsanları tanımamıştım. O acımasızlıkları asla hayal edemezdim. Olayın en kötü yanı sana yaptırılan iş değildir. Her şeyi dayanılmaz şekilde zorlaştıran, oranın yaşam koşullarıdır. Hem bedenini hem de ruhunu kırarlar. Ve direnirsen deliliğe iterler seni.”
***
Parmaklıklar güneşi engelledi,
Kararttılar tatlı ay ışığını,
Cehennemi böyle ört bas ettiler
Yaptıkları bütün iğrenç şeyleri
İnsanoğlundan, tanrının oğlundan
Gizlemeyi ustaca başardılar.
Zehirli otlar gibi kötülükler
Büyür hapishanenin havasında,
Yok olur burada harcanıp gider
İyi olan ne varsa insanda:
Kapıyı tutar soluk bir keder
Umutsuzluk bekçiliğini yapar.
****
Hücresinde insan ilişkiler ve her türlü yazımsal faaliyetlerden mahrum bırakılan Oscar Wilde, 1896 yılının Haziran ayında İçişleri Bakanı’na 2 bin kelimeden oluşan bir dilekçe yazar. 60 yıl boyunca gizli tutulan bu dilekçede şöyle der: “Dilekçede bulunan kişi, 13 ayı aşkın bir süreden beri tecridin korkunç sistemine mahkum edilmektedir: her türlü insan ilişkilerinden yoksun, zihinsel oyalanmaya hizmet edebilecek yazı materyalinden mahrum, her edebiyatçı için ruhsal dengesinin korunması için hayati olan uygun ve yeterli kitaplardan yoksun ve mutlak sessizliğe mahkum, dış dünyadaki bütün olaylardan ve hayatın hareketlerinden kopuk...” Dilekçesinde zindandaki hayatı ölüm olarak nitelendirse de, tahliye edilme talebi gene reddedilir. Ve hapishanenin sadece kötü bir doktor olduğunu, modern cezaevinin ise sözde tedavi etmesi gereken hastalığı bizzat yarattığını çok net anlar.
1897 yılında tahliye edildiğinde fiziki olarak durumu çok kötüdür. Fransa’ya gider. Orada gazeteler için cezaevi yaşamı ve sistemi ile ilgili yazılar yazar, acil reform çağrısında bulunur. Ve Dieppe yakınlarındaki Berneval kentinde, son büyük uzun şiirini, Reading Zindanı Baladı’nı kaleme alır. 1898 yılının baharında yayınlandığında yok satar. Ama Wilde, içindeki şairin öldüğünün farkındaydı, özgürlüğüne kavuştuğu sandığı anda toplumsal prangalara mahkum edildiği o günlerde şöyle der: “Bu son eserimdir. Bir daha bir şey yazacağıma inanmıyorum: Hayat sevincim geçti ve hayat sevinci, irade gücü ile birlikte sanatın temelidir. İçimde bir şey öldü.”
Şairin içinde bir şey ölüyordu. Davacıdan davalıya dönüştüğü bir mahkeme duruşmasında başlayan uzun ölüm, 30 Kasım 1900’da tamamlandı.
***
Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez.
* Tozan Alkan’ın çevirisinden alınmıştır.
Meral Çiçek
26 Haziran 2010'da PolitikART'ta yayınlandı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder