Goebbels, Savaş ve Propaganda Bakanlığı başına geldiği gün "Bir şey söylemek için değil, belli bir etki sağlamak için konuşulur. Yalan söyleyiniz, mutlaka inanan olacaktır." sözleriyle aslında Almanların da tarihsel kötülük dünyasında yerini almasını sağlayan o meşhur karanlık dönemi de başlatmış oldu. Daha sonra savaş yıllarında "Siyasi haberler askeri silahtır. Onların önceden belirlenmiş ödevi, savaşı sürdürmektir, haber vermek değil." sözleriyle de Alman basınının görevlerini hatırlatmıştır! Türkiye'de yeni dönemde Türk medyası tüm kirli propaganda taktikleriyle donanıp Kürtlere karşı Başbakanlarının kahvaltı sofralarında hizalanırken "hizalanmayanların hikayesi" bu.
* * *
Hikayemiz, 'malum' hayaletin sadece Avrupa'da değil bütün dünyada dolaştığı 68’li dönemde şimdiki adıyla Ho Chi Minh City, o zamanların Saygon'unda geçer. Hıristiyan alemi ve onun takviminin vesayeti altındaki ülkeler 68'e gireli bir ay olduysa da, Vietnam'da 'tet' Ocak ayının sonunda kutlanır. Savaş başlayalı beş yıl olmuştu. Ve uzun bir süreden sonra ilk defa roketler yerine havai fişekleri delecekti karanlığı. Ülkenin güneyini komünistlerin kuzeyine karşı işgal eden ABD, yılbaşı bayramı vesilesiyle kuzeydekilerle, yirmi dokuz ocakta saat 06:00'da başlayacak otuz altı saatlik bir ateşkes anlaşması yapmıştı.
Otuz bir ocak sabahı saat 02:47'de Saygon'daki ABD elçiliğinde nöbet tutan bir polis 'sinyal 300' parolası ile alarm çağrısında bulunur. Düşman saldırısı. Ve hemen ardından bina ağır bir patlamayla sarsılır. Viet Kong'un "tet harekatı" ile, tıpkı on yıl önce Fransızların yenildiği Dien Bien Phu muharebesindeki gibi ABD'lilerin yenilip ülkenin birleştirilmesi amaçlanıyordu. Amaçlarına ulaşmaları beş yıl daha sürecekti. Ama savaşın güneyde şehirlere ulaşmasıyla birlikte hem Vietnam'daki hem de Washington'daki Amerikalıları şoke etmişti. Zira o dönem hem Beyaz Saray hem de Pentagon düzenli bir şekilde, basmakalıp laflarla zafere her zamankinden yakın olduklarını, her şeyin kontrol altında olduğunu bildiriyordu.
Fakat madem her şey kontrol altında, 'düşman' nasıl olur da fark edilmeden Saygon'un kalbine kadar ilerleyip Amerikan elçilik binasına sızabildi? Ki elçilik baskınının haberi, Amerikan kamuoyunun giderek daha geniş kesimlerinin dünyanın öbür ucundaki bu savaştan bıkkınlık duymaya başladığı, savaş karşıtlarının artık sadece büyük üniversitelerindeki öğrencilerle sınırlı olmadığı bir döneme denk gelir. Mevzideki baş komutan general Westmoreland ise daha fazla asker istiyordu. İki hafta geçmeden birkaç bin ABD'li asker daha geldi, ne zaman başladığını bile bilmedikleri bir savaşa katılmak, ölmek ve öldürmek üzere.
Sahi, bu savaş ne zaman başlatılmıştı? Vietnam Savaşı resmi olarak bin dokuz yüz altmış üç yılında, gerçekte ise sömürgecilere karşı verilen kurtuluş mücadelesi ile başlar. Bin dokuz yüz kırk beşte Ho Chi Minh Vietnam'ın bağımsızlığını edince Fransızlar, birkaç yıl evvel Japonlara devretmek zorunda kaldıkları "sömürü hakları"nı yeniden dayatır ve dolayısıyla, Fransızların bin dokuz yüz elli dörtte Dien Bien Phu'daki yenilgisiyle bitecek bir savaş başlar. Vietnam Hanoi başkentli komünist kuzey ile Saygon başkentli kapitalist güney arasında ikiye bölünür. Dünyayı komünizm hayaletine karşı savunmaya yeminli ABD ise güneydeki hükümeti uşaklaştırır. Önce silah ve dolar yardımında bulunur, sonra askeri danışmanlarını ve hava desteğini yollar. Altmış iki yılında Güney Vietnam'daki Amerikan askerlerin sayısı üç bin iki yüz iken, sadece altı yıl içinde bu rakam beş yüz bine ulaşacaktı. Bunlardan her hafta beş yüzü kara torbalar içinde eve gönderiliyordu - ölü olarak.
Son Amerikan askeri helikopterle Vietnam'ı terk ettiğinde takvimler bin dokuz yüz yetmiş beşi yazıyordu. Ancak 'Tet 68', buna rağmen Vietnam savaşının hem zirvesi hem de dönüm noktasıydı. Ve böyle olmasında, bir fotoğraf da rol oynadı...
* * *
Saygon'daki ABD elçiliğine bombalı saldırıdan bir gün sonra, bir süreden beri Associated Press için Vietnam'da bulunup fotoğraf çeken ABD'li Eddie Adams, o gün bir-iki iyi kare yakalamak üzere ofisinden çıktığında, 20'nci yüzyılın en etkili fotoğraflarından birini çekeceğini bilemezdi. Bir elinde makinesi, şehir merkezinin caddelerinde yürürken, birden güney Vietnamlı asker ve polislerin bir evin girişinde bir kişiyi tutup, zorla onların gittiği yöne sürüklediğine şahit olur. Bir köşede dururlar. Birden emniyet müdürü gelir. Elini tabancasına götürdüğünde, askerlerce sürüklenen ve kolları arkada bağlı kişi ile Eddie Adams arasındaki mesafe sadece bir buçuk metredir. Emniyet müdürünün tetiğe basmak üzere kolunu kaldırmasıyla Adams de makinesini kaldırıp deklanşöre basar.
Zayıf bedeni üzerine kısa kollu kareli bir gömlek giymiş olan genç adam, gözlerini kapatmış, içinden belki dua ediyor. Yüzünü hafiften, sağından iyice yaklaşan tabancaya karşı sola çevirmiş. Gündüz ortasıdır. Siyah-beyaz karede birkaç hafif bulut, gökyüzünün o anki maviliğini anımsatıyor. Tetiğe basan kişinin sırtı bize dönük. Çok sakin görünüyor. Yanında, kamuflaj desenli kasklar takmış güney Vietnamlı askerler, ilgisizce izlerken cinayeti. Arkada bir araç görünüyor, insanlar görünüyor. Yollarına devam ediyorlar. Bir şey olmamış gibi. Sanki şu an bir insan sokak ortasında infaz edilmiyormuş gibi. Sanki orada korkunç bir cinayet işlenmiyormuş gibi. Savunmasız, elleri arkadan bağlı bir Vietnamlı keyfi bir şekilde - savaşın kendilerine sunduğu katletme çekini canları istediği gibi harcayan - devletin elemanlarınca öldürülmüyormuş gibi.
Bu fotoğraftan önce de dünya kamuoyu savaş esnasında çekilmiş kareler görmüştü gazetelerin birinci sayfalarında. Ondan sonraki yıllarda da. Ölü bedenler yansıdı objektiflere. Savaşın beraberinde getirdiği yıkım, açlık, yoksulluk. Yaralar yansıdı. Ama hiçbir kare öldürme anını yakalayamamıştı. Ve hiçbir kareye hem mağdur hem katil sığdırılmamıştı. Orada bir insan öldürülüyordu. Yüzünde acı, korku, üzüntü. İnsana dair duygular. İnsani duygular. Vurulan aslında insanlık. Vurulan halk. Vuran üniformalı. Vuran devlet. Asker. Polis. Vuran soğuk. Yüzü ifadesiz. Fotoğrafa bakanı dehşete düşürüyor. Çünkü o savaş. O ölüm. O vahşet. Evet, Eddie Adams'ın bin dokuz yüz altmış sekiz yılının otuz ikinci gününde çektiği bu fotoğrafın anlattığı tam da bu - tek bir söze gerek duymadan, foto altı olmadan.
Bu fotoğrafın yaratmış olduğu etkinin bir de başka bir nedeni vardı. Katledilenin de katledenin de adı vardı. Katledilenin adı Nguyen Van Lem idi. İddialara göre Viet Cong şehir gerilla üyesiydi. Hatta 'tet harekatında yer alıp, bazı polis yakınlarına yönelik suikastlardan sorumlu olduğu ileri sürüldü. İddiaların hiçbiri kanıtlanmadı. Katledenin adı ise Nguyen Ngoc Loan. Güney Vietnam ulusal emniyet şefi. Saygon'da her gazetecinin tanıdığı bir sima. Popülerliğini seven, muhabirlerin zaman zaman jeepine atladığı bir emniyet amiri. Aylar sonra kendi yaralandığında, onu çatışma bölgesinden çıkarıp hayatını kurtaranlar bizzat gazetecilerdi.
* * *
Eddie Adams'ın fotoğrafı, savaşın acımasızlığının, vahşetin simgesine dönüştü. Dünyanın dört bir yanında savaşa karşı mücadele eden insanlar bu fotoğrafı yükseltti. Adams de bir yıl sonra Pulitzer Ödülü'ne layık görüldü. Yıllar sonra şöyle diyecekti: "General, Viet Kong'luyu öldürdü. Ben kameramla generali öldürdüm. Fotoğraflar hala dünyadaki en güçlü silahtır." Loan, savaştan sonra ülkesinden kaçtı. ABD'ye gidip, Virginia'da bir restoran açtı. Ancak orada da kimliği açığa çıkınca yoğun protestolar altında lokantasını kapatmak zorunda kaldı. Eddie Adams ise on dokuz eylül iki bin dörtte, yetmiş bir yaşındayken öldü. Nguyen Van Lem'in, öldürüldüğünde kaç yaşında olduğunu bilmiyoruz. Hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, ölümün onun esmer yüzüne yansıdığı gün savaşa dair bir şeylerin kırıldığı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder