21 Mar 2012

‘92 Cizre Newrozu milattır’

Kürt halkının kolektif hafızasında yer edinen Newroz’lardan biri de kuşkusuz 1992 yılındaki Cizre Newroz’udur. Devlet güçlerinin saldırıları sonucu o sene Cizre ve Şırnak’ta 57 insan öldü, yüzlercesi yaralandı. Cizre Newrozu böylece bir katliam ama aynı zamanda da serhildan olarak tarihe geçti. O serhildana giden süreci, Türk devlet güçlerinin 21 Mart 1992’deki saldırılarına karşı direnişi ve sonrasını, Cizre Newrozu’nun tanığından dinledik. Hatta tanık kelimesi biraz hafif kalır, Hasan Baykara ya da tanıdığımız ismiyle Weliyê Botî, 1992 yılında bizzat Cizre’deki Newroz koordinesinde yer aldı. Ayrıca HEP İlçe Başkanıydık. Katliamdan sonra ülkesini terkedip yurtdışına gelmek zorunda kaldı. Hala da Almanya’da yaşıyor. Cizre serhildanını, 20. yıldönümünde Ondan dinledik.

Newroz ve Cizre’den söz edildi mi, akıllara hemen 92 yılı gelir. İsterseniz o güne geçmeden, serhildana giden süreci anımsayalım. 
1984’ten, yani Eruh ve Şemdinli’den sonra kırsalda barınamayan devlet taraftarları yoğun bir şekilde Cizre’ye göç etmeye başladı. O dönemde Cizre’deki yurtseverler olarak çarşıya çıkmaktan dahi korkardık. Selam versek bir bela, vermezsek akşam polis kapımızda. Sonra oranın sosyokültürel yapısı aniden değişmeye başladı. 1986-87’den sonra, özellikle de Silopi’de 6 köylünün öldürülmesinin ardından köylerdeki yurtseverler de ilçe merkezine göç etmeye başladı. Diyebilirim ki 1988’in başına kadar Mit’çiler, korucular, devlet adamları Cizre’de cirit atıyordu. Hatta bazıları ‘Ay yıldızlı bayrak sallanıncaya kadar Cizre’nin kralı benim’ diyordu. Gerçi sonra hepsini temizlediler.
Yurtsever köylülerin merkeze göçü ile birlikte Cizre kendi komitelerini kurmaya, örgütlenmeye başladı. Cizre böyle yurtsever bir konuma gelebildi. İlk Newroz ise 1990 yılında çok gizli bir şekilde, gruplar
halinde 6-7 yerde tekerlekler yakılarak kutlandı. PKK’nin kuruluşundan sonra kitlesel olarak ilk defa 1990’da mahallelerin başında, kenar kısımlarında kutlandı. Hatta bazı yerlerde Başkanın adı yere kazıldı, mazotla yere Newroz yazıldı. 1991’e gelindiğinde ise bir patlama yaşandı, kitle ayağa kalktı.

Ne olmuştu 1991’de?

O dönemde Nusaybin’de 13 arkadaş şehit düşmüştü. Ama özellikle de Silvan’da şehit düşen, Batûwan aşiretinden Fikret arkadaşın cenaze töreniyle birlikte Cizre tamamen kenetlendi. O zaman HEP İlçe Başkanıydım. Fikret’in Cenazesini almak için Silvan’a gittik. Devlet cenazeyi oradan kaçırıp Diyarbakır morguna kaldırdı. Ailesine, aynı akşam toprağa verilmesi için baskı yaptılar. Biz ise cenazesini morgdan alıp, akşamdan defnedilmesine izin vermedik. Cudi Mahallesinde bir camiye götürdük, ‘gece orada nöbetini tutup sabah kitlesel defnedeceğiz’ dedik. Öyle de oldu. Kürdistan’daki ilk büyük serhildan, Fikret arkadaşın cenaze töreniydi. Ta Şırnak, İdil, Silopi’den gelen insanlarla birlikte 60 bin insan katıldı. Basın da yoğundu. Cizre Newroz’unun arka planında böyle bir süreç var.
Bir de devlet bir provokasyonla Newroz başlamadan bizi engellemek istedi. 15 Mart günü, Kurtuluş Mahallesi’nde, hemen karakolun önünde 12 yaşındaki bir çocuk Hizbulkontra tarafından öldürüldü. İnsanlar hemen ayağa kalktı ancak hemen önüne geçip, bu provokasyonun amacına ulaşmasına izin vermedik.

1992’de Cizre’deki Newroz örgütlenmesinin başında yer aldınız. Newroz’a nasıl hazırlanıyordunuz?
Üç tane mahallemiz vardı, üçünde de komiteler kurulmuştu. Bir ay kala hemen hemen her akşam mahallelerde toplantılar yapılıyordu. Ardından komite başkanları her akşam bir araya gelip tartışıyordu. Aslında o dönem bir uzun yürüyüş hedefi vardı. İdil, Cizre, Şırnak ve Silopi halkları Behdinan’a doğru yürüyecekti. Botan’ın Behdinan ile birlikte ayaklanması söz konusuydu 92 Newroz’unda. Bunu en az 3 hafta boyu sürekli tartıştık. Ama Dicle nehrini nasıl geçeceğimize çok takıldık. İki tane köprü var; biri Cizre’de, öbürü Siirt’te. Aralarındaki mesafe 100 kilometre. Başka da bir köprü yok. Neredeyse yarım milyon insanın bir uzun yürüyüşte birleşmesi söz konusuydu. Ki bu işte ayrıca devletin askeri, polisi, mit’i iti de hesaba katılmalıydı. Maalesef bunu kalem üzerinde başaramadık. Hatta İdil’den insanlar kalkıp 5-6 kilometre geldiler. Askerler de bunu fark etti, tankları-toplarıyla set koydular.
Newroz kutlamaları için de her akşam planlama toplantıları yapıyorduk. Üç gün kala kutlamalara başladık. Almanya’dan, İngiltere’den büyük bir heyet vardı. Bütün gruplar Cizre’deydi. Gelen misafirlerle ilgilenen, basınla ilişkiden sorumlu komitelerimiz vardı. Bir Alman milletvekili vardı, adı Uwe Helmke, onlar arasında en cesur olandı, elini kolunu sallayarak Cudi Mahallesine gelebiliyordu. O zaman Cizre’de bir tek Dağkapı Mahallesi devletin elindeydi.
Hazırlıklar tamamlandı. Avrupa’dan rozetler geldi, dağıtıldı. Pankartlar yazıldı, planlama yapıldı. Mezarlığa yürüyüp Bêrîvan arkadaşın kabrinde birleşecektik.

Geldik asıl gün olan 21 Mart’a...

Cudi Mahallesi rengarenk kuşanmıştı. Herkes kendi kıyafetlerini giymişti. Üç koldan mezarlığa gidecektik. Mahalle ile mezarlık arasındaki mesafe, 5 kilometre. İpek Yolu’nda toplandık. Kurtuluş Mahallesindekiler Çemkûrî dediğimiz yerde, Kadıoğlu Oteli önünde toplandı. Dağkapı Mahallesindekiler zaten hemen mezarlığın yanındaydılar. Onlarda bir sorun çıkmadı. Kurtuluş Mahallesinde toplananlar, bize yetişecekti. En son da bizim grup mezarlığa gidecekti. Ama onlar bize yetişemedi.
İpek Yolu’nda toplandığımızda ufak panzerler gelmeye başladı. Basının ve heyetlerin olduğu grubu gaz bombası ve rastgele ateş açarak dağıttılar. Sonra bizim gruba yöneldiler. Benim elimde megafon vardı; ‘kimse kalkmasın’ dememle birlikte panzerden taramaya başladılar. Önümde duran Lokman ve başka bir arkadaş orada şehit düştü. Hava da yağmurluydu, o taramadan sonra insanlar çamurda az kalsın boğulacaktı. Cadde boşaltıldı. 5-6 kişi cenazeleri bir eve taşıdık. Sonra yine caddeye çıktım. Bir kadın arkadaş geldi, üstünde çarşaf vardı. Hala da kim olduğunu bilmiyorum. Benden megafonu istedi. Uzattığımda bir tilili çekti. O zılgıtla beraber bütün insanlar yeniden caddeye akmaya başladı.
Sonra mazot tankların tümünü İpek Yolu’na dizdik. O tankları dizerek ilerledik. Düşünün, 100 metre diziyoruz, askerler geliyor, ses ve gaz bombası atıyorlar, çatışıyoruz. Öncesinden görevlendirdiğimiz 20-30 arkadaş vardı. Onlar, askerlerin attığı bombaları geri fırlatıyor, hatta bir ses bombası panzerin içine düşüp patlamıştı.

Mezarlığa ne kadar süre içinde ulaştınız?
Sabah 8’de yola çıkmıştık. Mezarlığa ulaşıncaya kadar saat 11 olmuştu yanlış hatırlamıyorsam. Çatışa çatışa, direne direne ilerledik. Yolda da en az 6 arkadaş şehit düştü. Mezarlığa geldiğimizde Kurtuluş Mahallesindekiler de mahalle kenarlarında bize ulaşmaya başladı. En az 30 bin insan vardı. Mezarlığın en tepesine çıktım, üstümüzde 3 helikopter dolaşmaya başladı. Bizim Banê Cirftê dediğimiz yerden tanklarla mezarlığa top atıyorlar, bir de helikopterden tarama yapıyorlar. Ama insanlar kararlı, dağılmıyorlar. Eller havada slogan atıyorlar. İlk Newroz pankartımızı da orada açtık. Üstünde ‘PKK gel e, gel PKK ye’ yazılıydı.  En az 6-7 yaralı vardı. Ambulans da gelmiyordu. Ağır yaralıları araçlarla hastaneye yetiştirmeye çalıştık. Diğerleri öyle kaldı. Orada bir konuşma yaptım; bizi korkutamayacaklarını, vazgeçmeyeceğimizi, bütün halkı öldürseler de kaçmayacağımızı söyledim. Çok sonradan öğrendik ki, orada Şırnak Alay Komutanı telsizden askerlere özellikle megafonun imha edilmesi ve kitleye rastgele ateş edilmesi için talimat vermiş. Ama nedense onun altındaki rütbeli bunu yapamamış. 

Fakat sonra kalabalığa yeniden silahla saldırmaya başladılar, değil mi?
Evet. Saat 12’ye kadar oradaydım, megafonla halka seslendim. Ardından da elbiselerimi değiştirmeye gittim, ayrı bir koçuk giydim. İpek Yolu’na gidecektik. Panzerler yine önümüzü kesti. Bêrîvan arkadaş öndeydi. Hatta birkaç kez uyarı da yaptım fazla öne çıkmaması için. Bir ara kendini tutamadı, 2-3 metre çıktı, ateş açtılar. Hatta orada akli dengesi yerinde olmayan Abdullah isimli bir köylümüz vardı, onu da yaraladılar.
Oradan mahallelere döndüğümüzde hiç kimse dağılmadı. 30 bin insanla İpek Yolu’na çıktığımızda en az 40-50 panzer, tank, top, uçak ile yolumuzu kestiler. O dönemin kaymakamı da en öndeydi. Bize ilk ateş açıldığında da, bunun emrini kaymakam vermişti. İki tane ufak panzerin yanında durdu, bir şeyler söyledi. O ayrılır ayrılmaz da bize ateş etmeye başladılar. Sonra kaymakam oradan ayrıldığında Nusaybin’e doğru gittiler, oradaki köylerde de birkaç kişiyi öldürdüler. Bu şekilde o köylerden gelişleri engellediler.
Ebûlez meydanı var, Avrupa’dan gelen heyetler buraya davet edilmişti. Sanatçılarımız vardı, konuşmalar yapılacaktı. Adamlar bırakmadı. Meydana geldiğimizde bir anons yaptık, ikinci emre kadar herkesin kendi sokağını tutmasını söyledik. 2-3 traktör çapında taşlar mevzi şeklinde yığılacak, hiçbir sokak nöbetsiz bırakılmayacak. Zaten dağılmaya başladığımız an yeniden vurmaya başladılar. Minarelere keskin nişancılar yerleştirilmişti, önlerinden geçen insanları tak tak vuruyorlardı. Çok kişiyi vurdular. Şehit sayısı 22’ye yükseldiğinde mecbur kalıp halkı dağıttık. Ardından da zaten gerilla devreye girdi. Büyük bir çatışma yaşandı. Devlet üç gün üç gece Cizre’ye giremedi. Ondan sonra da zaten Şırnak olayı oldu.

Serhildan’dan sonra Cizre’de neler yaşandı? 

Devlet, Cizre’yi yıkmak, oradaki gelişmeleri durdurmak için elinden geleni yaptı, T.C.’nin nesi varsa oraya dikti. Bir nebze de bunu başarabildi. Nusaybin Caddesi 10 kilometre uzunlukta. 10 kilometrenin tümüne tank, panzer dizildi. Kuş uçurtmuyorlardı. Devlet, ne kadar destekçisi varsa, hepsine para verdi, millete saldırttı. Kamil Atak onlar işte o dönemde devreye konuldu. Halkın yüzde 30’u, 40’ı o dönem Mersin’e, İstanbul’a, Adana’ya, Antalya’ya göç etti. Hepsi de yurtsever, o Newroz’da görev alan insanlardı. Devlet yol ortasında insanları alıp götürüyordu, öldürüyordu. Basîsk dediğimiz bir köy vardı, Kamil Atak’ın adamları yurtseverleri orada katlediyordu.
1-2 sene durgunluk yaşandı Cizre’de. Ama bu kez kırsaldan yeni bir göç dalgası gelince örgütlenme ve serhildanlar da yeniden başladı. Ondan sonra da Batman, Diyarbakır, Dersim ayağa kalktı, Kuzey Kürdistan’ın tümü ayağa kalktı. Cizre Kürdistan’a böyle bir serhildan geleneğini kazandırdı. O açıdan 92 Cizre Newrozu bir milat Newrozu oldu.

Cizre’de o dönemde çok güçlü bir halk örgütlülüğü vardı. Bu örgütlülük ne zaman, nasıl geliştirildi?

Aslında Kürt özgürlük mücadelesi Botan’a biraz geç yansıdı. Botan’daki şehirlere, Cizre’ye 1-2 sene geç yansıdı. 1987’de Cizre merkeze girildi. Ufak komiteler vardı. Hatta ta 79’da Mehmet Kurt vardı, öğretmendi. 82’de şehit düştü. Cizre’ye giren ilk Apocu’ydu. 80’lerin sonunda ise ilk gelen insanlardan biri de Baran kod adlı Adil Aslan’dı. Kadın arkadaşlar arasında Cizre’de en çok etki yaratan, Bêrîvan arkadaştır. 6 ay beraber kaldık. Hem kadın hem de gerilla olmasından dolayı girdiği her evdeki insanları etkileyebiliyordu. Biz de etkileniyorduk. Herkesi örgütledi. Kadın komiteleri kurdu. Öncesinde komiteler çok karışıktı. Ama Bêrîvan arkadaşın gelişiyle birlikte gençlik, kadın, iç milisler, dış milisler ayrı örgütlenmeye başladı.
O dönemde, yani 80’lerin sonunda Cizre halkını en fazla etkileyen şey, bu insanların söylediklerini yapmasıydı. Eskiden Cizre’de 40 tane örgüt vardı. Kendimiz de bunların içindeydik o zaman. Çok şey söyleniyordu ama hiçbir şey de yapılmıyordu. Seni ezen devlettir ama kimse de devlete karşı bir şey yapmıyordu. Gerillalar ise söylediklerini yapıyordu. Ağalık olayını bitirdiler. Cizre’yi en çok etkileyen iki kan davalı aile vardı, onları barıştırdılar. Birisi Süleyman Demirel’in kirvesiydi. Mardin Alay Komutanlığı bile bunları barıştıramamıştı. O zaman, İsviçre’de kanserden yaşamını yitiren Yılmaz arkadaş ve Şivan arkadaş onlara gidip ‘Ya barışacaksınız ya biriniz Edirne’ye, biriniz Van’a gideceksiniz’ dediler. O ailelerden sonra çok yurtsever çıktı, şehitleri var. Belki de S.Demirel onları barıştırsaydı birbirlerini öldürmeye devam edeceklerdi. Diyebilirim ki Cizre, Kürdistan’da kentsel anlamda ilk oturan yerimizdir. 84 patlamasından sonra bir fikir gelişti, yurtseverlik gelişti. Ben eskiden hanımımı tandır üzerine gönderemiyordum, korkuyordum. Ama sonra baktım ki ablam, kızkardeşim dağda. Kadınlar, çocuklar özgürlük ile tanışmaya başladı. İnsanlar yeniden kendi giysilerini giymeye başladı. Şal û şapik yasaklanmıştı, kefiye yasaklanmıştı. Gidip kefiyelerden gömlek yapıp giydik. Bunun alternatifini öyle düşünüyorduk. Ama mücadelenin gelişimi ile birlikte karşı durmaya başladık.

Tekrar o dönemin halk örgütlülüğüne dönelim. Komiteler dışında hangi örgütlenme araçlarınız vardı?

O zaman alınan bazı kararlar vardı. Tek tek insanlar örgütlenecek, mahallelerde komiteler kurulup eğitim verilecek, genç yaştaki kızlar yaşlı insanlarla evlendirilmeyecek, berdel ve başlık parası kalkacak, mahalleler kendi savunmalarını geliştirecek. Biz en az bir sene halkı bu şekilde örgütledik. Eğitimler yapıyorduk. O zaman basın da bu kadar gelişkin değildi. Küçük boydaki Serxwebûnlar geliyordu, onları gaz lambası ışığında mercekle okuyorduk. Kitap fazla yoktu, bize ilk gelen kitaplar, Manifesto ile Kürdistan’da Zorun Rolü idi. Bunlarla eğitim yapıyorduk.
Evden eve delikler açılmıştı. Diyelim bir evdeyim, polis kapıya dayandı, en az 2 kilometre hiç sokağa çıkmadan karşı tarafa geçebiliyordum.
Halk komiteleri vardı. Biri Cudi Mahallesinde, ona ben bakıyordum. Kurtuluş Mahallesindekine şehit düşen Kamil arkadaş bakıyordu. Dağkapı Mahallesindekine ise Melê Resûl bakıyordu. Kızıltepe’den Van’a kadar, olaylar olduğunda insanlar direkt Cizre’deki halk komitelerine geliyordu. Sorunlar orada hallediliyordu. O zaman Milliyet gazetesinde çıkan bir haber vardı; Cizre’de 2 senede sadece 4 olay devlet mahkemelerine yansımış. Bir hırsızlık olayı, iki de şoför soygunu. İnsanlar devlet mahkemelerine gitmiyordu. İster korucu olsun, ister korucubaşı, ister yurtsever, ister şehit babası; emin olun, asla taraf tutulmazdı. O iradeye kendini teslim edenlere asla ayrımcılık uygulanmazdı, adil bir sistem uygulanırdı.
İyi hatırlıyorum, bir Vanlı bir Kızıltepeli’nin koyunlarını yemişti. İkisi nereden anlaşıyor, nasıl geliyor; Cizre’deki halk komitesine başvuruyorlar. Bazen evden çıktığımızda listemizde çözülecek en az 7-8 mesele oluyordu. İnsanları kazanmaya çok önem veriyorduk. İnsan yanlış da yapar, seni öldürür de, kendini satar da ama nihayetinde senin insanındır. Görevlerini layıkıyla yerine getirmeyenler görevden alınıyordu, teşhir ediliyordu. O dönem en çok kadınlar seviliyordu. O günlere kadar evden bile dışarı çıkamayan kadınlar ‘Allah partiden razı olsun’ diyordu.

O dönem başka ilçelerde benzer bir örgütlenme düzeyi yakalanmış mıydı?

92’de başka hiçbir yerde yoktu. 93’ü de hesaba katarsak, Nusaybin’e yansıdı. Bak, hala Şırnak, Silopi, Hakkari demiyorum. 93’ten sonra Nusaybin’e, İdil’e yansıdı. Sonra da gelişti.  Mesela 1 Mayıs’ı, 15 Ağustos’u ilk silahla kutlayan da Cizre’dir. 1991 yılında böyle de tarihe geçti. Cizre’nin ilkleri çoktur. Unutulmayanları da çoktur. Mesela Cizre’de 91 yılında 9 yaşındaki Abidin Tuncel, panzerle ezildi. O çocuk panzer altındayken dahi iki parmağını kaldırıp slogan atıyordu. Diyarbakır’a yetiştirilemedi, şehit düştü. Ama hareket onun adını ‘küçük general’ taktı. İlk küçük general odur. Geçen festivalde stada onun fotoğrafını da astık.
Cizre diğer parçalara da yansıyabildi. Biz ateşler yakarken Güney Kürdistan’dan bize ateşlerle karşılık veriyorlardı.

Cizre nüfusu o zaman ne kadardı?

70 bindi, o zaman.

Bunun ne kadarı örgütlüydü?

Aktif çalışanlar 10 bindi. Zaten devletin bu kadar saldırganlaşmasının sebebi de bu örgütlülüktü. Kürdistan’da Cizre, 88-92 yıllarını kendi başına yaşadı. Devlet bunu sindiremedi. Nasıl örgütlendiğimize aklı ermiyordu. Adamlar sokağa çıkma yasağı ilan ediyor, biz deliyoruz. Şunu yapmayacaksınız diyorlar, biz yapıyoruz. Devletin en çok korktuğu şey de Bêrîvan arkadaşın şahadetinde oldu. İki tane panzerle bildiri attılar. Bêrîvan arkadaş Êzîdî idi. Bildirilerinde ‘bunlar dinsiz, şeytana tapıyorlar’ dediler. Ama Cizre halkı bunu öğrendikten sonra daha fazla sahip çıktı, daha fazla örgütlendi.
İnsanlar da birbirine sahip çıkıyordu. Devletin hiçbir fonksiyonu kalmamıştı. Diyelim düğün olacak, arkadaş fakir; hemen bir araya gelinip düğün yapılıyor. Fakirdir, dükkan açmak istiyor; biri briket getiriyor, biri ağaç, biri demir. İmece şeklinde herkes birbirine yardım ediyordu. Özellikle Cizre’deki zengin insanlar da çok yardım ettiler.


‘Cizre’yi, Kürdistan’ı  çok özlüyorum’

20 seneden beri ülkenizden uzaktasınız. Uzaktan baktığınız Cizre’yi nasıl görüyorsunuz?
Gurur duyuyorum. O dönemden daha etkili, daha örgütsel ağırlıklı eylemler görüyorum. Kenetlenme daha çok. Daha doğrusu daha örgütlü, daha sağlam, daha politik bir duruş görüyorum. Cizre’yi, Kürdistan’ı çok özlüyorum. 20 senedir gidemiyorum. Cizre halkına borçluyuz. Birey olarak da o halka borçlu hissediyorum kendimi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder