27 Tem 2011

‘Kapitalizm sonsuza dek sürmeyecek’

“Kapitalizm, kendinden önceki diğer toplumsal formasyonlarda da olduğu gibi sonsuza dek sürmeyecektir. Ağır bir siyasi kriz meydana geldiğinde alternatifleri ortaya koyma durumunda olmalıyız. Bundan dolayı bugün aşağıdan inşa edilecek daha özgür, demokratik, ekolojik bir sosyalizmin nasıl olabileceğini tartışmak zorundayız.” 

Raul Zelik Almanya’daki yeni kuşağın solunda duran kesimlerin önde gelen isimlerinden biridir. Şimdiye kadar 10 kitap kaleme almış olan Bask kökenli gazeteci-yazar, son olarak 68 kuşağından olup da hala sol siyasetin güçlü sesi olan Elmar Altvater ile ‘Ütopyanın yüz ölçümü. Kapitalizmin mitleri ve gelecek olan toplum üzerine’ (Die Vermessung der Utopie. Über Mythen des Kapitalismus und die kommende Gesellschaft) isimli kitabı çıkardı. Blumenbar Yayınları’ndan çıkan ve internette de ücretsiz indirilebilen kitapta iki ayrı kuşaktan Zelik ile Altvater, kapitalizmin yaşadığı krizi irdelerken, alternatifin parametrelerini ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bunu yaparken de ütopyaların aslında çok da gerçek olduğunu vurguluyorlar. Raul Zelik ile kitabın temel tezlerini ve ‘ütopik toplum’un alternatiflerini konuştuk.
 
Ekonomi sizin tabirinizle neden ‘hiçbir şekilde ekonomik değil’? ‘Ütopik’ toplum modeliniz nasıl bir ekonomi kavramını içeriyor?
Bir çok açıdan ekonomik olmayan aslında ekonomi değil, kapitalizmdir. Kapitalizmde piyasa fiyatlarının düşmemesi için mallar suni bir şekilde azaltılıyor. Örneğin düzenli olarak imha edilen gıda maddelerini düşünün. Ama aynı zamanda bir milyar insan herşeyden; giysi, yiyecek, içme suyu, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim vs. yoksun tutuluyor. Çevreye yaklaşıma bakalım. Yükselen verimlilik nedeniyle ürünler ucuzluyor ve daha az para kazanılıyor. Bundan dolayı kapitalizmde giderek daha fazla üretiliyor. Üretilen miktar karı kurtarmalı. Bu yapılırken de, eksik olan doğal kaynaklar giderek daha hızlı harcanıyor. Kapitalizm tutumlu olması gerektiği yerde savurgandır ve çoktan özgürlüğün diyarında yaşamamız gerektiği yerde cimrilik yapıyor. Bunun Aristo’nun kullandığı ‘oikonomia’ kavramı, yani ev idaresi ile alakası yok.

‘Radikal Demokrasi’ kavramı sizin için neyi ifade ediyor?
‘Demokrasi’nin kriz halinde olduğu artık genel olarak kabul edilen bir gerçektir. Colin Crouch’un çok ilgi gören kitabını burada örnek vermek isterim. Bazı medya tekelleri global kamuoyu üzerinde hakim bir etkiye sahip. Ulusaşırı şirketlerin lobiciliği, parlamentoların halkın çoğunluğunun destek vermediği kararlar vermesini sağlıyor. Siyasi sınıf, bağımsız toplumsal kurul olarak görülüyor ve öyle de davranılıyor. Bundan dolayı demokrasi kavramının asıl içeriği ile yeniden doldurulması gerekiyor; yani halkın egemenliği. Bu da genel kurul toplantıları biçiminde komünlerde, köylerde, meclislerde çok daha fazla doğrudan demokrasi anlamına gelir. Ve bu ayrıca burjuva toplumlarında hep demokrasi dışı kalan alanın, yani iş ve üretim dünyasının demokratikleşmesi demektir. Kapitalizmde işin başladığı yerde demokratik toplum biter.

Gerçek bir demokratikleşme tabii ki iş dünyasını da kapsamalıdır. Çalışan insan ne yapılacağı ve nasıl çalışılacağı konusunda söz sahibi olmalıdır. Yoksa başka türlü demokrasi sözü maskaralığı geçmez.

Altvater ile tartışmanızda Sovyet modelinin yenilme nedenlerini de ele alıyorsunuz. Sizce iktidar ve devlete yaklaşım ne denli rol oynamış olabilir. Veya şöyle sorayım: Sosyalizm ve devlet birlikte mümkün mü?
Devletler her zaman egemenlik kurumlarıdır da. Bu gerçek sosyalizmde de değişmedi. Sol bundan dolayı devlete karşı 20’inci yüzyılın hem sosyaldemokrasisi, hem de komünist hareketinden çok daha eleştirel olmak zorundadır. Önemli olan, devletin aşılmasıdır. Ancak öbür yanda, kulağa biraz paradoks gelse de, esas bir değişim devletsiz mümkün değildir. Çünkü devlet sadece iktidarın bir aktörü veya sadece egemenlerin aracı değildir. Yunan marksist Nicos Poulantzas’ın da dediği gibi; devlet aynı zamanda ‘güç ilişkilerin yoğunlaşmasıdır’. Sosyal mücadeleler devlet içinde (belli) bir ifade buluyor. Devlet içinde reformlara neden olan mücadeleler bundan dolayı farklı mücadelelerin çıkış koşullarını olumlu anlamda etkileyebilir.

Siz Türkiye’de bu sorunu bizden iyi bilirsiniz. Türk devleti tabii ki toplumun özgürleşmesine engel oluşturuyor. Ancak DTP’nin de yapmaya çalıştığı gibi devlet içinde de devletin ve toplumun değişmesi için çalışmak doğru bir yaklaşımdır. Ancak her ihtimalde devlete karşı daha eleştirel olmak zorundayız. Özgürlük öncelikle olarak yukarıdan yaratılmaz, her zaman alttan mücadele ile elde edilmelidir - hükümet solculardan oluşsa da.

Ekolojik krizin sosyal krizle iç içe olduğunu belirtiyorsunuz; ancak toplumun alt kesimlerince yapılan doğa tahribatlarına da dikkat çekiyorsunuz. Ekolojik sorunların aşılması toplumsal egemenlik yapılar ortadan kaldırılmadan mümkün müdür? Zira bu yapılar insan-doğa ilişkisinde de ifadesini buluyor.
Günümüzde yaşadığımız ekolojik felaketin birden fazla sebebi var. Yaşam ve tüketim beklentileri, insanlık nüfusunun artışı, fosil enerji modeli rol oynuyor. Devlet sosyalizmi, kapitalizmden daha az doğayı katletmedi. Bundan dolayı sorgulanması gereken tek eğilim, kar hırsı ile herşeye fiyat biçen ve böylece de çevreyi yıkan kapitalizm değil. Sovyet sosyalizmi için karakteristik olan ilerleme, sanayileşme ve büyüme teorileri ve tabii ki bir de enerji modeli radikal bir şekilde sorgulanmalıdır. Bunu söylerken doğaya veya köylü yaşama dönüşten bahsetmiyorum. Teknik gelişmeler insanlığa yeni imkanlar sunuyor. Ancak gerçekten neyin yararımıza olduğunu düşünmek zorundayız. Örneğin araba bireysel bir ulaşım aracı olarak yaşam kalitesi için gerçekten vazgeçilmez mi? Bence değil.

Maaşlı işi ‘fetiş’ olarak isimlendiriyorsunuz. İşin toplumsallaştırılmasında ne gibi sorunlar görüyorsunuz? Kendi tabiriyle ‘işçi sınıfı’ o zaman bir paradoks yaşamıyor mu sizce?
Maaşlı iş tabii ki elde etmeye değer değil. Bu işin kendisi için de geçerlidir. Verimliliğin, daha az emek ile daha çok mal üretebileceğimiz oranda yükselmiş olması iyidir. Bundan dolayı örneğin Almanya’da olduğu gibi sendikaların ‘iş, iş, iş’ talebinde bulunuyor olması akılsızcadır. Ancak öbür yanda herkese iş talebi doğrudur. Kapitalizmde yaşadığımız müddetçe iş topluma katılımı garanti ediyor - hem maddi hem de sosyal anlamda. Eğer gerekli iş azalıyorsa, o zaman herkesin daha az çalışacağı biçimde işin yeniden paylaştırılması gerekir. Bu mümkün olduğu gibi, yaşam kalitemizi de önemli düzeyde yükseltir. Daha güzel bir hayat mümkündür!

Sizce özellikle Avrupa’da hissedilen ‘ütopya bezginliği’nin sebebi nedir? İnsanlar neden hayal edemiyor?
Kolektif beyin yıkama olayı Avrupa’da oldukça kapsamlı bir şekilde çalışıyor gibi. Medya bizi ideoloji ile bombalıyor. Bunun yanında komünist devletlerdeki propaganda hiçbir şeydi. Ancak kriz gerçekten hissedilecek düzeye geldiğinde insanların ne diyeceğini kim bilebilir? Ekim 2008’de belli olmaya başladığı gibi; kapitalizm artık işlemediğinde, global para dolaşımı çöktüğünde ne olacak? Birçok insan daha radikal çözümler arayacaktır. Bu durum muhtemelen ırkçı, milliyetçi sağı da güçlendirecektir. Ama sol, dayanışmacı, enternasyonalist karşı modeller de daha fazla rağbet görecektir.

Ben tarihçi Eric Hobsbawm’e bu konuda katılıyorum. Kapitalizm, kendinden önceki diğer toplumsal formasyonlarda da olduğu gibi sonsuza dek sürmeyecektir. Ağır bir siyasi kriz meydana geldiğinde alternatifleri ortaya koyma durumunda olmalıyız. Bundan dolayı bugün aşağıdan inşa edilecek daha özgür, demokratik, ekolojik bir sosyalizmin nasıl olabileceğini tartışmak zorundayız. Unutmamalıyız, küresel kapitalizm birçok insan için korkunçtur. Ama çok çok daha korkunç da olabilir.

Raul Zelik ile Elmar Altvater’in 10 tezi
Raul Zelik ile Elmar Altvater, bir tartışmanın önünü açmayı hedefledikleri kitaplarında 10 temel teze yer veriyor. Günümüz gerçeğine göre oluşturulan, ancak farklı bir toplumu mümkün kılması öngörülen tezler şöyle:
1) Yaşanan ekonomik kriz, kapitalizmin iddia edildiğinin aksine çok da etkili olmadığını gösteriyor. Parasal yığılması sınırsız olan kapitalizmde mal üretimi ve aynı zamanda kaynak kullanımı giderek yükseltiliyor. Bunun sonucu olarak insanlık tehlikeli bir çıkmaza sürükleniyor.
2) Kriz, ‘ütopik’ olanın mümkün olduğunu da kanıtladı. Sanayileşmiş devletlerin büyük bankaları kamulaştıracağı ve konjonktür programları için bir kaç hafta içinde bir trilyon Dolar ayarlayacağını 18 ay önce söyleyen biri deli ilan edilirdi. Reel gelişmelerin daha çok otokratik bir fantaziye benzediği ve bir azınlığın gelecekte de zenginleşmesini güvence altına almak için devlet kasasından akla hayale sığmayan miktarların kullanıldığı aynanın öbür yanını teşkil ediyor. Ancak sonuç olarak görülen şudur: Gereken güç ilişkileri harekete geçirildiğinde farklı bir politika mümkündür.
3) Yaşanan kriz, mali kriz ile sınırlı değildir. Aynı zamanda küresel düzeyde fazla üretim, hızla ilerleyen iklim değişikliği ve giderek büyüyen sosyal farklılıklar yaşıyoruz. Bu temel sorunlar bazı kısmi düzeltme ile çözülemeyececktir. Bundan dolayı ekonominin radikal dönüşümü için alternatifler söz konusu değil. Sorun, sol bir karşı taslağın gerçekçi olmadığı yönünde değil; sorun, meselenin iktidar ve güçten ibaret olduğu yöndedir.
4) Toplumsal karşı güç denen şey kağıt üzerinde gerçekleşmeyip, somut mücadeleler gerektirir. Bunun için yeterince konseptler mevcut. Örneğin sağlık, eğitim, içme suyu ve enerji gibi alanların kamunun kontrolüne geçmesi sağlanabilir. Bu, neoliberal politika çerçevesinde özelleştirilen işletmelerin yeniden devletin veya belediyelere geçirilmesi anlamına gelmiyor. Demokrasi perspektifinden bakıldığında kooperatifler daha uygun gibi geliyor. Örneğin sağlık alanında da demokratik bir şekilde sağlık çalışanları ve hastalar tarafından idare edilen halk sigortalar kurulabilir. Sigortalılar da gelir düzeylerine göre aidat öderdi.
5) Günümüzde sadece yoksulluk değil, aynı zamanda zenginlik sorununu da yaşıyoruz. Zira kapital servetine sahip olan sürekli olarak servetini değerlendirmenin yollarını arar. Bundan dolayı kamusal araçların özelleştirilmesi ve doğal kaynakların satılması yönünde bunca baskı yapılıyor. Bu şartlar altında yükselen gelir vergisine, şirket ve servet vergisine dönmek gerekiyor.
6) Teknik alanındaki gelişmeler nedeniyle günümüzde daha az emek harcayarak daha fazla üretimin gerçekleştirilmesi mümkün kılınmıştır. Bu gerçek dikkate alındığında sendikaların ‘iş, iş, iş’ talebi oldukça saçma geliyor. Önemli olan, var olan toplumsal servetin ve hala gerekli olan işin farklı dağıtılmasıdır. Bunun için örneğin çalışma saatleri düşürülebilir, asgari ücret gibi adımlar atılabilir.
7) Sağlıklı bir kamu, demokrasi ve ortak çalışmayı gerektirir. Bundan dolayı çalışma sisteminin ve üretimin demokratik ve kooperatif bir şekilde örgütlendiği inisiyatifler devlet tarafından desteklenmeli.
8) Toplumsal ilerlemeyi büyüme faktörü ile sınırlamayan alternatif ekonomik şifrelerin devreye konulması gerekiyor. Bu şekilde en azından ‘ekonomi’nin yeni paradigmaları görünür kılınabilir.
9) Var olan fosik enerji modeli, doğal kaynakların kontrolü ile ilgili sorunlara yol açacaktır. Bundan dolayı hem ekolojik, ama hem de siyasi nedenlerden dolayı yenilebilir enerji kaynak kullanımı ve merkezi olmayan enerji temin ağını ilerletmek gerekiyor.
10) Bütün bu maddeler mülkiyet sorunu ile ilintilidir. Bir toplumun sahip olduğu karar ve hakimiyet yapıları her zaman mülkiyet biçimleri ile de alakalıdır. Üretilen ürünlerin özel mülkiyetine dayanan bir toplum, servet ve gücün bir yerde toplanmasına yol açar. Ancak devlet mülkiyetine dayanan toplumlar da demokratikleşmeyi başarı ile yürütemedi. Dolayısıyla toplumsal mülkiyet yeniden belirlenmeli ve icat edilmeli. Mülkiyetin idare edilmesi, üreticiler, tüketiciler ve toplumsal aktörlerin demokratik bir şekilde mülkiyetin nasıl kullanılacağına karar verebileceği bir çerçevede gerçekleştirilmeli.

Raul Zelik kimdir? 1968 Münih doğumlu Raul Zelik, Bask kökenlidir. 2005 yılından beri değişik üniversitelerde siyasal bilimler öğretim görevlisi olarak da çalışan Zelik, gazeteci ve yazar. Ödüllü romanları da bulunan Zelik’in, özellikle Latin Amerika ile ilgili yazılı çalışmaları yoğun ilgi görüyor. Efsanevi Basklı yazar Joseba Sarrionandia’nın ‘Donmuş Adam’ romanını Baskça’dan Almanca’ya çeviren Zelik, son olarak Elmar Altvater ile birlikte ‘Ütopya’nın Yüz Ölçümü’ başlıklı kitaba imza attı.

MERAL ÇİÇEK
20 Şubat 2010/Yeni Özgür Politika 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder