Bundan tam 50 yıl önce imzalanan ‘Elysée Sözleşmesi’ ile, Almanya ile
Fransa arasındaki uzun düşmanlık tarihi sona erdirildi. Bu ‘ezeli
düşmanlık’, birçok savaşa ve dolayısıyla ölüme sebep olmuş. Özellikle
1643 yılında Fransız tahtına çıkan 14. Louis’in krallık döneminden 2.
Dünya Savaşı’na kadarki yaklaşık 300 yıllık süre içinde bu düşmanlık
zirveye çıkmış. Bu nedenle 2. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’nın
birliğini oluşturma yolunda atılacak en önemli adım, bu iki ezeli
düşmanı barıştırmaktı.
22 Ocak 1963’te, dönemin Batı Almanya
Başbakanı Konrad Adenauer ile dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Charles de
Gaulle tarafından Elysée Sarayı’nda imzalanan ‘Elysée Sözleşmesi’, bu
‘barışı’ güvence altına alacaktı.
Dün, sözleşmenin 50. yıldönümü
vesilesiyle Alman başkenti Berlin’de bir dizi resmi kutlama
gerçekleştirildi. Alman Şanselör Angela Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı
François Hollande, Fransız Büyükelçiliğinde bir araya gelip birlik
mesajı verdi. Ardından Hollande için Alman Cumhurbaşkanlık Konutu olan
Bellevue Sarayı’nda askeri tören yapıldı. Öğleden sonra ise Fransız
milletvekillerinin katılımı ile Alman parlamentosunda ortak bir oturum
yapıldı.
Bunca uzun bir düşmanlık tarihinin ardından iki ülke
arasında dostça ilişkilerin geliştirilmesi kuşkusuz olumlu ve örnek bir
durum. Ancak bu dostluğun bir diğer yüzü farklı bir kesime karşı
düşmanlıksa eğer, en basit deyimle kötüdür. Daha fazla demokrasi ve
özgürlük değil de, baskı ve zulüm yaymak için yapılan yol göstericiliği
tehlikelidir.
Bundan neredeyse tam 6 yıl önce, yani 5 Şubat 2007’de
Paris’te kapsamlı bir operasyonda 14 Kürt siyasetçi ve aktivist
gözaltına alınmıştı. Bu operasyonla, hala devam eden bir sürecin startı
verilmiş oldu. O günden bu yana 200’ü aşkın Kürt gözaltına alındı,
onlarca kişi tutuklandı. ‘Adli gözetim’ altında bulunanlara, Kürt
derneğinin bulunduğu sokağa girme yasağı, belirli kişilerle görüşme
yasağı gibi akla sığmayan ‘tedbiri’ cezalar verildi.
Fransa’da
yaşayan Kürtler açısından bu operasyon bir ilkti. Almanya’daki Kürtler
ise benzer bir süreci 1980’li yılların sonu, 1990’lıların başında
yaşamıştı. O dönem, ‘Düsseldorf Davası’nda yargılanmak üzere 20 Kürt
siyasetçisi bir operasyonla gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Yine o dönem
Almanya’daki Kürt dernekleri kapatılmaya başlandı. Kasım 2011’de
Paris’teki Ahmet Kaya Kürt Kültür Merkezi mahkeme kararıyla kapatıldı.
Yani bir süreden beri, örgütlülüklerini giderek güçlendiren, kurumlaşan
Kürtlere karşı deyim yerindeyse sürek avını başlatan ve meşru
faaliyetleri kriminalize eden Fransa devleti, Alman devletinin 20-25 yıl
önce geliştirdiği çizgide ilerliyor.
Paris’te Kürt kadın
siyasetçileri Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’e yönelik
katliam, böyle bir zemin üzerinden gerçekleştirilebildi.
Pazar
akşamı ise AKP Genel Başkan Yardımcısı ve eski Adalet Bakanı Mehmet Ali
Şahin, “önümüzdeki günlerde korkarım Almanya da buna benzer bir takım
olaylarla karşılaşabilir” dedi. Yani açıktan tehdit ediyor. Alman
hükümeti ise henüz konuyla ilgili resmi bir açıklama yapmadı.
Dostluklarının
50. yılını kutlayan Almanya ile Fransa, Kürtler ve özgürlük
mücadeleleri konusunda düşmanlıklarını sürdürerek saldırılara zemin
sunmaya devam edecek mi, yoksa çözümden yana bir tavır alacak mı? İkinci
ihtimal mevcut politikalar gözönünde bulundurulduğunda zayıf görünüyor.
Ama ilk seçeneğin söz konusu devletler açısından da ne kadar ciddi
tehlikeler içerdiğini Paris katliamı ortaya koymuştur.
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nivis&id=3199
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder