Geçen hafta bu köşede, Almanya’nın Türkiye’ye (daha doğrusu Kuzey
Kürdistan’a) Patriot füze savunma sistemlerini gönderme nedenlerine bu
hafta göz atacağımızı belirtmiştik. Konu bir hafta önce gündeme
girdiğinde, hükümeti oluşturan CDU/CSU ve FDP, NATO-ortağına „yardım“ın
zorunlu ve gerekli olduğunu savunurken, meclisteki diğer partiler karşıt
gibi görünüyordu. Daha doğrusu SPD ile Yeşiller, böyle bir karar için
parlamentonun onayı gerektiğini vurgularken, Sol Parti prensip olarak
karşı olduğunu ve sonuna kadar Patriot’ların gönderilmesini engellemeye
çalışacağını kaydetmişti.
Aradan geçen birkaç günlük sürede Sol Parti
pozisyonunu korurken, SPD ile Yeşiller, artık Patriot’ların
gönderilmesine onay vermeye hazır. SPD, Aralık ayında mecliste yapılacak
oylamada hükümeti destekleyeceğinin işaretini verdi. Yeşiller de, bazı
kriterlerin yerine getirilmesi durumunda destek vereceklerini duyurdu.
Sol
Parti dışındaki siyasi partilerin, Türk devletinin savunma değil
saldırgan pozisyonunda olmasına rağmen Patriot’ların gönderilmesini
desteklemesini birçok açıdan izah etmeye çalışabiliriz. Ama bence işin
detaylarına girmek yerine Alman emperyalizmine ve Mezopotamya’da
yaşadığı travmaya bakmakta fayda vardır.
Uygarlık tarihinin her
aşamasında sömürgecilik ve emperyalizm ile karşılaşıyoruz ancak
özellikle 15. yüzyıldan itibaren gelişen sürecin bu kavramlarla
isimlendirilmesi, kolonyalizmin zirve yapması ile ilgili. Almanya - veya
o dönemki adıyla Prusya (Preussen) - bu sürece nispeten geç giriş
yapar. Alman emperyalizmi, Alman ulus devletinin, yani Reich’ın
kurulduğu 1871 yılı ile başlatılır. Ancak ondan önce dönemin Prusya
Başbakanı Otto von Bismarck, Osmanlı İmparatorluğu Sultanı’na „askeri
danışmanlık“ yapan (ve 1838’de 1. Xan Mehmûd İsyanı’nın bastırılmasında
önemli rol oynayan) Helmuth von Moltke ile Genelkurmay Başkanı Albrecht
von Roon üçlüsü, Alman emperyalizminin (1864-1871 yılları arasında)
zeminini oluşturmada öncülerdir.
Alman emperyalizmi de sömürgeciliği
de, çok da klasik kolonyalizme benzemez. Her ne kadar 19. yüzyılın son
yıllarında Güneybatı Afrika’da Namibya, Kamerun, Togo, Tanzanya ve
Ruanda gibi ‘Alman sömürgeler’ kurulsa da, bunlar ile büyüme ve güçlenme
iddiasındaki Reich’ın ‘ihtiyaçları’ pek karşılanamaz. Zira o dönemde
tam da uluslaşma sürecinde bulunan Almanlar için esas olan, ekonomik
potansiyel ile egemenlik alanları arasındaki çelişkiyi gidermekti. Bu
çelişkiyi gidermeden, küresel egemenlik yarışında güçlü bir rakip
oluşturmaları mümkün olmayacaktı.
Dönemin ‘kültür ulusu’ Almanya,
başkasının emperyalizmini taklit etmeyecekti. ‘Böl ve yönet’
İngilizlerin temel taktiği iken, Almanlar ‘güven’ kazanarak ideolojik,
politik ve ekonomik yaklaşımlarını ‘benimsetmeyi’, bu şekilde de
oturtmayı esas alır. Bu hususu, Almanya-’Enverland’ Osmanlı
ilişkilerinde çok somut görmek mümkün.
1. ile 2. Dünya Savaşı
arasındaki yaklaşık 30 yıllık süreç, Alman emperyalizminin ikinci
aşamasını oluşturur. Bu dönem aynı zamanda Reich için tam bir travma
niteliğinde. Öyle ki petrolün önemini diğer güçlerden çok önce kavrayan
ve savaşta Osmanlı tarafını tutan Wilhelmist Almanya, Alman-Türk zaferi
durumunda bütün Ortadoğu ve hatta Kafkasya’daki petrol kaynakları
denetiminin altına alacağını hesaplıyordu. Bunun hazırlıkları kapsamında
petrol üretimini ve ticaretini güvence altına almak için çok sayıda
şirket kurdu, anlaşmalar yaptı. Reich’ın Osmanlı’daki sağlam altyapı
çalışmalarının (örneğin Bağdat Tren Hattı) bir de böyle bir boyutu
vardı. Bir de Mezopotamya’daki ilk petrol kuyularını Almanlar kazdı.
Örneğin İngilizlerin 1919’un başında Musul işgalinde buldukları iki
petrol kuyusu da Alman askerlerce açılmıştı.
Ancak Kayzer
Wilhelmgiller, 1910’lu yıllarda başta Mezopotamya olmak üzere bütün
Ortadoğu üzerinde hakimiyet kurma ve yeraltı kaynaklarına sahip olma
hayallerine dalarken, savaşta yenildiler. Bütün bölge, diğer emperyalist
sömürgeci güçlerce yeniden dizayn edilecekti. Almanların payına, sahip
olduklarını kaybetmek ve petrol kaynaklarını sömürmek için yaptıkları
her şeyin başta İngilizler olmak üzere diğer güçlerin eline geçmesini
izlemek düştü.
Gelelim tekrar Suriye konusuna. Patriot’larla ilgili
yürütülen tartışmada sık sık dile getirilen bir argüman da, Almanya’nın
Libya hatasından ders çıkarmak zorunda olduğu. Hatırlanırsa Almanya
geçen sene, NATO’nun Libya savaşına katılmayıp, BM Güvenlik
Konseyi’ndeki oylamada çekimser oy kullanmıştı. Ancak yaklaşık 100 yıl
önce Ortadoğu’nun yeniden düzenlenmesinin dışında kalan Almanya, bu kez fırsatı kaçırmak istemiyor. Patriot konusuna bir de bu açıdan bakmalı derim.
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nivis&id=2876
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder