28 Kas 2012

Reich’ın Mezopotamya travması ve Patriotlar

Geçen hafta bu köşede, Almanya’nın Türkiye’ye (daha doğrusu Kuzey Kürdistan’a) Patriot füze savunma sistemlerini gönderme nedenlerine bu hafta göz atacağımızı belirtmiştik. Konu bir hafta önce gündeme girdiğinde, hükümeti oluşturan CDU/CSU ve FDP, NATO-ortağına „yardım“ın zorunlu ve gerekli olduğunu savunurken, meclisteki diğer partiler karşıt gibi görünüyordu. Daha doğrusu SPD ile Yeşiller, böyle bir karar için parlamentonun onayı gerektiğini vurgularken, Sol Parti prensip olarak karşı olduğunu ve sonuna kadar Patriot’ların gönderilmesini engellemeye çalışacağını kaydetmişti.
Aradan geçen birkaç günlük sürede Sol Parti pozisyonunu korurken, SPD ile Yeşiller, artık Patriot’ların gönderilmesine onay vermeye hazır. SPD, Aralık ayında mecliste yapılacak oylamada hükümeti destekleyeceğinin işaretini verdi. Yeşiller de, bazı kriterlerin yerine getirilmesi durumunda destek vereceklerini duyurdu.
Sol Parti dışındaki siyasi partilerin, Türk devletinin savunma değil saldırgan pozisyonunda olmasına rağmen Patriot’ların gönderilmesini desteklemesini birçok açıdan izah etmeye çalışabiliriz. Ama bence işin detaylarına girmek yerine Alman emperyalizmine ve Mezopotamya’da yaşadığı travmaya bakmakta fayda vardır.

Uygarlık tarihinin her aşamasında sömürgecilik ve emperyalizm ile karşılaşıyoruz ancak özellikle 15. yüzyıldan itibaren gelişen sürecin bu kavramlarla isimlendirilmesi, kolonyalizmin zirve yapması ile ilgili. Almanya - veya o dönemki adıyla Prusya (Preussen) - bu sürece nispeten geç giriş yapar. Alman emperyalizmi, Alman ulus devletinin, yani Reich’ın kurulduğu 1871 yılı ile başlatılır. Ancak ondan önce dönemin Prusya Başbakanı Otto von Bismarck, Osmanlı İmparatorluğu Sultanı’na „askeri danışmanlık“ yapan (ve 1838’de 1. Xan Mehmûd İsyanı’nın bastırılmasında önemli rol oynayan) Helmuth von Moltke ile Genelkurmay Başkanı Albrecht von Roon üçlüsü, Alman emperyalizminin (1864-1871 yılları arasında) zeminini oluşturmada öncülerdir.
Alman emperyalizmi de sömürgeciliği de, çok da klasik kolonyalizme benzemez. Her ne kadar 19. yüzyılın son yıllarında Güneybatı Afrika’da Namibya, Kamerun, Togo, Tanzanya ve Ruanda gibi ‘Alman sömürgeler’ kurulsa da, bunlar ile büyüme ve güçlenme iddiasındaki Reich’ın ‘ihtiyaçları’ pek karşılanamaz. Zira o dönemde tam da uluslaşma sürecinde bulunan Almanlar için esas olan, ekonomik potansiyel ile egemenlik alanları arasındaki çelişkiyi gidermekti. Bu çelişkiyi gidermeden, küresel egemenlik yarışında güçlü bir rakip oluşturmaları mümkün olmayacaktı.
Dönemin ‘kültür ulusu’ Almanya, başkasının emperyalizmini taklit etmeyecekti. ‘Böl ve yönet’ İngilizlerin temel taktiği iken, Almanlar ‘güven’ kazanarak ideolojik, politik ve ekonomik yaklaşımlarını ‘benimsetmeyi’, bu şekilde de oturtmayı esas alır. Bu hususu, Almanya-’Enverland’ Osmanlı ilişkilerinde çok somut görmek mümkün.
1. ile 2. Dünya Savaşı arasındaki yaklaşık 30 yıllık süreç, Alman emperyalizminin ikinci aşamasını oluşturur. Bu dönem aynı zamanda Reich için tam bir travma niteliğinde. Öyle ki petrolün önemini diğer güçlerden çok önce kavrayan ve savaşta Osmanlı tarafını tutan Wilhelmist Almanya, Alman-Türk zaferi durumunda bütün Ortadoğu ve hatta Kafkasya’daki petrol kaynakları denetiminin altına alacağını hesaplıyordu. Bunun hazırlıkları kapsamında petrol üretimini ve ticaretini güvence altına almak için çok sayıda şirket kurdu, anlaşmalar yaptı. Reich’ın Osmanlı’daki sağlam altyapı çalışmalarının (örneğin Bağdat Tren Hattı) bir de böyle bir boyutu vardı. Bir de Mezopotamya’daki ilk petrol kuyularını Almanlar kazdı. Örneğin İngilizlerin 1919’un başında Musul işgalinde buldukları iki petrol kuyusu da Alman askerlerce açılmıştı.
Ancak Kayzer Wilhelmgiller, 1910’lu yıllarda başta Mezopotamya olmak üzere bütün Ortadoğu üzerinde hakimiyet kurma ve yeraltı kaynaklarına sahip olma hayallerine dalarken, savaşta yenildiler. Bütün bölge, diğer emperyalist sömürgeci güçlerce yeniden dizayn edilecekti. Almanların payına, sahip olduklarını kaybetmek ve petrol kaynaklarını sömürmek için yaptıkları her şeyin başta İngilizler olmak üzere diğer güçlerin eline geçmesini izlemek düştü.
Gelelim tekrar Suriye konusuna. Patriot’larla ilgili yürütülen tartışmada sık sık dile getirilen bir argüman da, Almanya’nın Libya hatasından ders çıkarmak zorunda olduğu. Hatırlanırsa Almanya geçen sene, NATO’nun Libya savaşına katılmayıp, BM Güvenlik Konseyi’ndeki oylamada çekimser oy kullanmıştı. Ancak yaklaşık 100 yıl önce Ortadoğu’nun yeniden düzenlenmesinin dışında kalan Almanya, bu kez fırsatı kaçırmak istemiyor. Patriot konusuna bir de bu açıdan bakmalı derim. 


http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nivis&id=2876

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder