Berghof Vakfı Genel Müdürü Prof. Hans-Joachim
Giessmann, gelinen aşamada dış koşulların, Türk devleti ile Kürt
Hareketi arasında devam eden karmaşık ve uzun süreli barış ve müzakere
sürecine etkide bulunacak düzeyde değişim gösterdiğini belirterek, artık
zamana oynamanın mümkün olmadığını söyledi.
Çatışma araştırmaları ve barış politikaları konusunda Almanya’nın önde
gelen kuruluşlarından Berghof Vakfı’nın müdürü Hans-Joachim Giessmann,
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bir an önce müzakere tarafı olarak
resmen tanınması gerektiğini söyledi. Avrupa Parlamentosu’nda yapılan
11. Kürt Konferansı’na konuşmacı olarak katılan Prof. Giessmann, “Süreç
oldukça kritik bir aşamada” uyarısı yaptı.
Prof. Giessmann* ile çözüm sürecinde gelinen aşamayı, risk ve fırsatları konuştuk.
Türkiye’deki çözüm sürecini dikkatle izliyorsunuz. Sizce hangi aşamaya gelindi?
Oldukça
kritik bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Gelinen aşamada dış koşullar, bu
oldukça karmaşık ve uzun süreli barış ve müzakere sürecine etkide
bulunacak düzeyde değişim gösteriyor. Zamana oynamak da mümkün değil,
çünkü söz konusu dış koşulların daha da olumsuz bir hal alması
beklenebilir. O nedenle şimdiki moment, bütün tarafların yani hem Türk
hem de Kürt tarafının sadece süreci ayakta tutmak için değil, gözle
görülür sonuçlara ulaşmak için her türlü çabayı sarf etmeleri gereken
bir andır. Sadece tekil ve ufak sonuçlar olsa bile. Herkese müzakere
sürecinin karşılığını vereceğini göstermek için belirli, sembolik
bir
biçimde de sunulabilecek sonuçların kamuoyuna açıklanmasının mevcut
durumda çok önemli olduğunu sanıyorum. Bir noktada söz konusu toplumsal
kesime bu sürecin kârlı olduğunu, içinde yer alan taraflara ilerleme
kaydettirdiğini göstermeden öyle aylar veya yıllar boyu oturup konuşmak
olmaz. Türkiye’deki süreç iki senedir devam etmektedir. O nedenle mevcut
durumda dış koşulların olumsuz etki yapmasına izin vermemek çok
önemlidir. Gerçekten de önemli, yapıcı adımlara geçilmesi gereken ana
ulaşılmıştır.
Bahsettiğiniz yapıcı adımları somutlaştırabilir misiniz, hangi adımlar atılmalı?
Mevcut
durumda görüşmelerin durdurulma tehlikesi büyüktür. Çünkü Türkiye’nin
güneyindeki savaş durumu ve yaşanan gelişmeler içerisinde çözüm süreci,
bu savaş durumunun geleceğini belirleyecek denektaşı olarak ele
alınıyor. O nedenle şu anda yapılacak en önemli şey, müzakere
taraflarının tanınmasıyla ilgili net bir işaretin verilmesidir. Yani
PKK’nin, daha doğrusu Sayın Öcalan’ın bir kişi olarak değil de,
müzakere tarafı olarak resmen tanınması. Bununla birlikte müzakerelerin
araçsallaştırılmasından vazgeçilmelidir, kendi hedeflerini dayatmak için
müzakereler bir bakıma siyasi rehine alınmamalıdır.
Sizce Kürt tarafı bu durumda ne gibi adımlar atmalı?
Kürt
tarafının, Türk tarafının çözüm sürecinde yapıcı bir biçimde angaje
olmayı ve DAİŞ’e desteğine son vermeyi kabul etmesi durumunda ateşkesi
sürdürmeye hazır olduğunu açık ve net bir biçimde ilan etmesi
gerektiğini düşünüyorum. Sanırım böyle bir bağlantı kurulmalıdır. Ama
diyelim ki DAİŞ Kürtlerin kontrolündeki bir yeri yıkmak için saldırıya
geçti, Kobanê’de olduğu gibi; bunun müzakere sürecini durdurmak için bir
tehdit potansiyeli olarak kullanılması bence iyi değil. Yani böyle bir
bağlantının çok iyi olmadığını düşünüyorum. Bana göre PKK ateşkesi
sürdürmeye hazır olduğu yönünde şimdi net bir sinyal vermelidir ama
bunun için Türk tarafının da ciddi bir şekilde müzakere etmeyi kabul
etmesi gerekiyor.
Şu anda tersi bir durum söz konusu. Kürt tarafı,
müzakerelerin yapıcı bir biçimde yürütülmemesi durumunda ateşkese son
verme uyarısını yapıyor. Kanımca tersi bir mesaj verilmeli, çünkü o
zaman Kürt tarafı için uluslararası destek de sürer. Yani ‘ateşkesi
sürdürmek istiyoruz ama düzgün bir şekilde müzakere edilmesini de
istiyoruz’ denilse daha makul.
Avrupa’nın şimdiye kadar süreci yeterince desteklediğini, katkı sunduğunu düşünüyor musunuz?
Maalesef
gereken düzeyde katkı sunduğunu düşünmüyorum. Şimdi de örneğin
Pêşmergelere belirli silahlar gönderiliyorsa, bu oradaki insanlardan
ziyade Avrupa alanının korunması, yani Avrupa’nın çıkarları ile
alakalıdır. Êzîdîlerde gördünüz, bir reaksiyon gelinceye kadar ne kadar
zaman geçmişti.
Kürt Konferansı’ndaki konuşmanızda
Ortadoğu’da ulusal, uluslararası, bölgesel ve uluslarüstü çıkarların
içiçe geçmesini çözüm süreci açısından bir risk olarak değerlendirdiniz.
Bu durum aynı zamanda fırsatlar da sunmuyor mu?
Her sorun
kuşkusuz kendi içinde fırsatlar da barındırır. Ama mevcut gidişat, büyük
jeopolitik meselelerin önplana çıkacağını göstermektedir. Bununla
birlikte bölgesel düzenle ilgili siyasi sorunlar da öne çıkacaktır.
Türkiye de mevcut durumdan Ortadoğu bağlamında jeopolitik güç kazanmaya
çalışmaktadır. Bu da siyasi süreci bütün taraflar için oldukça riskli
bir yöne sokmaktadır. O nedenle mevcut durumda risklerin fırsatlardan
daha büyük olduğu kanısındayım. Mart 2015’ten sonra İsrail’de çok
muhafazakar, sağcı bir hükümetin olacağını tahmin ediyorum. Bu da
bölgedeki gerginliği artıracaktır. Mayıs ayında Nükleer Silahların
Yayılmasını Önleme Anlaşması’nın Gözden Geçirme Konferansı yapılacaktır.
Eğer o zamana kadar İran ile nükleer programı ile ilgili anlaşma
sağlanmazsa bölge çok hızlı bir biçimde bir barut fıçısına dönüşebilir.
Yani kısacası şu anda çok daha büyük zorluklar görüyorum.
Ama tabii
ki haklısınız. Türkiye’nin ve komşu devletlerinin, özellikle de Irak,
Ürdün, hatta Suriye’nin de istikrara kavuşturulması Avrupa’daki bütün
devletlerin ama aynı zamanda ABD’nin de yüksek oranda ilgilendirdiği bir
mevzudur. Bu bağlamda uluslararası devletler topluluğunun Türkiye’deki
çözüm süreci için angaje olma, taraflar üzerinde baskı kurma zamanı
gelmiştir, diye düşünüyorum.
Tam da bu noktada üçüncü bir göz nasıl bir rol oynayabilir veya nasıl bir etkide bulunabilir?
İki
taraf da arabulucuyu istemeli, kabul etmeli. Yoksa anlamı olmaz. Aynı
şekilde arabulucuyu sadece kendi pozisyonlarını savunmak için kullanmak
isteseler arabuluculuğun anlamı olmaz. Ben mevcut durumda Türk tarafında
üçüncü bir tarafı kabul etme koşullarının pek gelişmediği kanısındayım.
Kürt tarafında olabilir. Ama sonuçta iki taraf da üçüncü tarafı kabul
etmeli. Arabuluculuk için üçüncü bir taraf kazanılamadığında alternatif
olarak ‘içeriden arabuluculuk’ denilen seçenek var. Yani taraflar kendi
müzakere pozisyonlarını geliştirmek için bir uzmanlar konseyini
oluşturabilir. Hem Kürt tarafı hem de Türk tarafı, diğer tarafın kabul
edeceği saygın şahsiyetlerden oluşacak böylesi heyetler oluşturabilir.
Kürt
tarafı sürecin şeffaf olması gerektiğini vurguluyor. Şeffaflığın
sağlanması için Türk Hükümeti üzerinde baskı uygulanabilir mi?
Baskı
kuşkusuz doğru ve önemlidir. Ama bunun yanı sıra müzakere heyeti için
belirli bir profesyonel eşlik ve danışmanlığın gerekli olduğunu
düşünüyorum. Çünkü mevcut durumda şeffaf bir yol haritası göremiyorum.
İki tarafta da beklentiler o denli büyük ki, müzakerelerin
başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmaz gibi. Dolayısıyla müzakerelerin
parça hedefleri üzerinde bir uzlaşmanın sağlanması ve bunların da şeffaf
bir biçimde dışa aktarılması gereklidir. Yani kamuoyuna ‘ölçekler
bunlar, pozisyonlar bunlar, bunu müzakere masasında gündemleştireceğiz’
denilmeli. Ama bu yön bana göre eksik kalıyor. Bu nedenle de güvensizlik
var. Bu güvensizlik Kürt tarafında belki daha büyüktür ama Türk
tarafında da müzakerelerin başka amaçlar için istismar edilebileceği
yönünde kaygılar olabilir. Bu kaygıların ortadan kaldırılması gerekir,
yoksa müzakerelerin anlamı olmaz.
Yakın geçmişteki
deneyimlere bakıldığında, örneğin Kolombiya veya Kuzey İrlanda, Kürt
sorununun çözümü için faydalı olabilecek pratikler var mı?
Karşılaştırmak
her zaman zordur. Örneğin Kolombiya’da FARC ile hükümet arasında
müzakereler yürütülmesine rağmen ateşkes yok. FARC, askeri tehdit unsuru
olarak silahlı mücadeleyi bırakmaları durumunda müzakere masasında
siyasi güç kaybedeceğini düşünüyor. O nedenle sınırlı bir karşılaştırma
yapılabilir ancak. Ama Kolombiya’daki müzakerelerde model alınabilecek
bir uygulama, müzakere sürecinin belirli paketlere ayrıştırılmasıdır.
Mesela toprakla ilgili bir paket var. Geçmişle hesaplaşma paketi var.
Eski savaşçıların yeniden entegrasyonu ile ilgili bir paket var vesaire.
Bu örnek alınabilir çünkü bu şekilde uzlaşmanın sağlanma ihtimalinin
daha yüksek olduğu alanlara yoğunlaşılabilir ve böylece sembolik bir
biçimde müzakere sonuçlarının imkanları gözler önüne serilebilir.
Ardından da daha zorlu olan başlıklara geçilir. Bu konuda Kolombiya
sürecinin örnek alınabileceğini düşünüyorum. Orada süreç daha uzun bir
süreden beri devam etmektedir ama bu süre içinde üç paket üzerinde
uzlaşı sağlandı. Ama her paket genel başlık kapatıldığı andan itibaren
geçerli olacak. Yani bu durumda bir konuda uzlaşı sağlanırken bir
diğerinde müzakere devam ettiğinde bir taraf avantajlı konuma geçmiş
olmuyor.
Başka bir örnek daha var. Türkiye belki buna ikna da
edilebilir. Türkiye, Filipinler’de sağlanan barış anlaşmasında rol
oynayan Dostlar Grubu’nda yapıcı bir rol oynadı. O nedenle Türkiye’nin
kendisi için üçüncü bir tarafı veya farklı devletlerden oluşan bir
Dostlar Grubu’nu kabul etmemesi anlaşılır değil.
Yine Bask
Ülkesi’ndeki barış sürecinden – ki bu da çok karmaşık bir süreçtir –
Eminent Persons, yani ‘Seçkin veya Ünlü İnsanlar’ denen modeli
biliyoruz. Bask sorununun çözümü için BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan
ve Norveç eski Başbakanı Gro Harlem Brundtland gibi tanınmış, saygın
şahsiyetlerin ve eski politikacıların yer aldığı böyle bir grup kuruldu.
Bu da bir seçenek. Yani üçüncü taraf veya arabuluculuk için devlet dışı
aktörler de düşünülebilir, çünkü devletlerin de kendi çıkarları var.
Çözümün Türkiye’ye getirisi ne olur?
İstikrar.
Ayrıca iç politikada yüksek ölçüde itibar kazandırır; çünkü çok zor bir
siyasi meseleyi yıllar sonra askeri değil, siyasi yollardan çözme
başarısını göstermiş olur. Elbette ki bu siyasi sorunu şiddetsiz bir
biçimde çözmek ülkeyi ekonomik olarak da kalkındırır.
Hans-Joachim Giessmann:
Berghof Vakfı’nda genel müdürlük görevine başlamadan önce Berghof
Çatışma Araştırmaları Merkezi’ni yönetti. Hamburg Üniversitesi Barış
Araştırmaları ve Güvenlik Politikası Enstitüsü’nde müdür yardımcılığı
yaptı. Aynı üniversitede siyaset bilimi profesörü olarak çalışmaktadır.
Garden City, New York, Wroclaw ve Şanghay üniversitelerinde ders verdi.
2009-2014 yılları arasında Dünya Ekonomi Forumu’nun terörizm konulu
global danışma kurulunda yer aldı. Almanya Dış İşleri Bakanlığı’nın
Sivil Kriz Önleme Danışma Kurulu üyesidir.
DEVRİM ARSLAN/MERAL ÇİÇEK/BRÜKSEL
http://yeniozgurpolitika.org
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder