Bêzar Dağı |
Kimimize Stalin,
kimimize Lenin… Bana da Fidel düştü. Ama ortaokul yıllarında devlet
ailelerimize dava açtı. İsmimi Şükrü olarak değiştirdiler. Fakat yeni ismim
sadece cebime bir türlü sığdıramadığım kimliğimde yazılı kaldı. Hiç kimse bana
Şükrü demedi. Şarkıda Şükrü denmesine de bozuldum, yalanım yok.
Nereden
başlayayım, size bu “Çîyayê Bêzar” şarkısının hikayesini nasıl anlatayım… Yani
bizim hikayemizi… Biz Malatya’da bir grup gençtik. Çoğumuz dersane öğrencisiydik.
Sene 1994’tü. Her yer hareketliydi. Dağların tümü… Herkes kendisine dağ
seçiyordu. En çok herkes dağların adını biliyordu. Ben, biz, yeşil bahçelerde,
kayısı ağaçlarının arasında büyümüştük. Hepimiz daha yeni yeni sararan
kayısılar gibiydik. Çok genç. Çekirdeklerimiz kararmamıştı bile. Biraraya gelip
gülüşür, tartışır, planlar yapar, hayaller kurardık. Çekirdeklerimiz
kararmamıştı ama gözümüz karaydı.
Bu bahsettiğim
grubun içinde dersane öğrencileri vardı, bizim köylü arkadaşlar, başka
köylerden gençler… Biz de kendimize dağı seçmiştik. Çoktandır dağ başlarında
düşlüyorduk kendimizi. Fırsat kolluyorduk. Derken, bizim köylü olup da çok
önceden dağa giden İrfan’ın yakınlarda bir yerlerde olduğunu, komutan olduğunu
duyduk. Kimler gidecekse gitsinmiş. Ben de yükümü tuttum. Kimselere söylemeden,
kuzenim ve köydeki diğer arkadaşla beraber, ayrı bir koldan vurdum Adıyaman
yoluna.
Mayıs’tı,
bahardı, yeşildi, çiçekliydi her yer. Yol boyu dereler coşmuş, kuzular etrafa
salınmış, her yeri çiçek ve tabiatın yeni yüzünün kokusu sarmıştı. Bindiğimiz
dolmuş süzüle süzüle vardı Adıyaman’a. Her şey gizlilik içinde; her şey
heyecan, istek, kaygı, coşku… Her şey iç içe… Derken vurduk bir köy yoluna.
Gittik ki ooo, herkes orada. Bekliyorlar. Bizden önce gitmişler. Sayımız epey
arttı. Sonra beklemeye başladık. Bizi İrfan ile buluşturacak olan aracıdan
gelecek haberi…
1993 katılımlı Gerilla Deniz Güner (Rizgar), Bêzar'da şehit düştü |
Bir gün sonra
dediler ki bize “Haydi kalkın, gidiyoruz”. Vay be! Demek ki gidiyoruz. Tabii
biz böyle kendi heyecanımıza boğulmuşken, arkamızda tenekeler çalınmaya
başlamış bile. Devlet istihbaratının herşeyden haberi varmış. Neyse, toplanıp
yürümeye başladık. Yürü babam yürü. Yol bitmez, güç biter. Köy çocuğu olsak da,
kayısı çocuğuyuz biz, dağ çocuğu değiliz ki. Genciz genç olmasına da, yine de
enerjinin bir sınırı var. Sözü uzatmayayım. Vardık İrfan ile buluştuk. Başkaca
bir iki gerilla daha vardı yanında. Epeyce heyecanlandım. Bir geceyi onlarla
bir mağarada geçirdik. Yeni hayata adım atmıştık artık. 17 Mayıs gecesiydi.
18 Mayıs günü
erkenden uyandık. Bundan sonrası yürüyüştü. Eğitim kamplarına ulaşıncaya kadar
yürüyecektik. Dağ başlarının serinliği sarhoş etmişti beni. Doruklarda kar
birikintileri kalmış ama hemen başında bakıyorsun bir çiçek boy atmış. Demek
böyleymiş dağ başında olmak. Mağarada uyuyup, şafakla uyanmak…
Yürümeye
başladık. Hepimizde başka bir ruh hali. Hepimizde başka bir dinçlik, başka bir
yorgunluk. Karışık mı kafam? Yok değil. Meraklıyım şu anda. Ne kadar gideceğiz,
nereye gideceğiz, orada kaç kişi var, ne kadar eğitileceğiz, sonra nereye
gönderileceğiz?..
Bir ara uçak
sesleri geldi, F-16. Saklandık. Tesadüftür dedik. Yürümeye devam ettik. Uzaktan
çobanlar gördük. Sürüleri yoktu ya, yine de işgillenmedik. Onlar gözden
kaybolunca, yine devam ettik. Derken açık bir yerdeydik. Bu sefer helikopter
sesleri gelmeye başladı. Daha şaşkınlığımızı atamamıştık ki helikopterler
göründü. Bunlar da neyin nesi şimdi? Bu düzlük yerde, kaçacak, sığınacak bir
parça bir şey yokken al sana helikopter. Birkaç kişide silah var sadece.
Hepimizde olsa ne yazar! Açık arazi.
Adamlar bizi
bombaladılar. Taradılar. Öldük…
Bêzar dağının
yamaçlarında, 18 Mayıs günü öldüm.
Ölülerimiz tek
tek sürüklendi.
Bir kamyon
kasasına doldurdular bizi. Alıp Adıyaman’da jandarma merkezine götürdüler. Üst
üste yığdılar. Annem erken duymuş. Gelip ölümü kurtardı. Diğerleri o gece
kaldılar. Onların anneleri, yarım yamalak alabildi ölüleri.
Budur benim
hikayem, budur işte Bêzar’ın hikayesi.
Şükrü değil, yok
hayır, Fidel’di benim adım.
* Adıyaman’da 17
Mayıs 1994 tarihinde, çoğu yeni katılım olan yaklaşık 28 PKK‘li kimi anlatıma
göre ihbar sonucu, kimi anlatıma göre ise itiraf sonucu, Türk devlet güçleri
tarafından kimyasal silah ile katledilirler. Tanınmaz hale gelen cesetleri ise
Adıyaman belediye mezarlığında bir çukura gömülür…
** Bu yazı Aralık 2009'da Evrim Alataş
tarafından kaleme alındı. PolitikART'ın 'Hikaye' sayfası için yazmasını rica
etmiştik, "Bir şarkının hikayesi" diye. Sonra Mart 2010'da arayıp,
yine PolitikART için bir yazı yazmasını isteyecektik ki tedavi için
hastanedeydi, (yanılmıyorsam) kızkardeşi telefona cevap vermişti. Arkadan sesi
gelmişti Evrim'in, "kimdir arayan?" diye. Durum böyle olunca
isteyemedik yazı yazmasını. Çok geçmeden, 12 Nisan 2010'da vefat etti. Bize son
yazısıydı "Son gördüğüm dağ Bêzar'dır; öldüğüm dağ Bêzar"...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder