Geçen yıl 11 Eylül’de Barcelona’da, Katalonya
tarihinin en büyük gösterisi gerçekleştirildi. Katalanların ulusal gününde,
polise göre 1 buçuk, düzenleyicilere göre ise 2 milyon insan ülkenin
bağımsızlığı için yürüdü. “Katalonya – Avrupa’nın yeni bir devleti” şiarıyla
düzenlenen yürüyüşte taşınan birçok dövizin üstünde “Katalonya İspanya değil”
yazılıydı.
Yürüyüşten kısa bir süre sonra Katalan Bölge Hükümeti, parlamentoyu feshedip erken seçim kararını aldı. Hükümet bu adımı atarken, 25 Kasım 2012’deki erken seçimlerde yurttaşların sadece bir parti için değil, bağımsızlık referandumu için de oy vereceğini duyurdu. O yüzden de bölge parlamentosu seçimlerine katılan siyasi partiler, kapsamlı programlardan ziyade referandum ve özerklik konusundaki yaklaşımlarını kitleye sundu. Ve nihayetinde Katalonya’nın bağımsızlığı için referandum yapılmasını savunan siyasi partiler çoğunluğu elde etti. Şimdi ise 11 Eylül 2014’e yetiştirilmesi ön görülen bağımsızlık referandumu için hazırlıklar yürütülüyor.
Konu İspanya devleti tarafından sert tepki görürken, ülke dışında bu haberler nasıl karşılandı? Doğrusu hem Katalonya hem de İskoçya konusunda çok kez “Bunlar kendilerini kandırıyor, çok hayalciler” ya da “Bunlar zaten hepsi milliyetçi, boşver” şeklinde yorumlar duydum. Gerçekten öyle mi?
Aslında geçtiğimiz günlerde 5 yıl aradan sonra gittiğim Katalonya’da cevabını aradığım soru sadece bu değildi. Aradan geçen süre içinde nelerin nasıl değiştiğini görmek istedim. 11 Eylül 2012’deki gösterinin etkisini ve ardındaki gerçeği anlamak istedim. Bağımsızlık konusu -kamuoyu yoklamalarına göre- neden artık daha fazla destek buluyor? Bağımsızlıktan ne anlaşılıyor? Ve siyasi partiler nasıl bir gelecek projesine sahip?
Yürüyüşten kısa bir süre sonra Katalan Bölge Hükümeti, parlamentoyu feshedip erken seçim kararını aldı. Hükümet bu adımı atarken, 25 Kasım 2012’deki erken seçimlerde yurttaşların sadece bir parti için değil, bağımsızlık referandumu için de oy vereceğini duyurdu. O yüzden de bölge parlamentosu seçimlerine katılan siyasi partiler, kapsamlı programlardan ziyade referandum ve özerklik konusundaki yaklaşımlarını kitleye sundu. Ve nihayetinde Katalonya’nın bağımsızlığı için referandum yapılmasını savunan siyasi partiler çoğunluğu elde etti. Şimdi ise 11 Eylül 2014’e yetiştirilmesi ön görülen bağımsızlık referandumu için hazırlıklar yürütülüyor.
Konu İspanya devleti tarafından sert tepki görürken, ülke dışında bu haberler nasıl karşılandı? Doğrusu hem Katalonya hem de İskoçya konusunda çok kez “Bunlar kendilerini kandırıyor, çok hayalciler” ya da “Bunlar zaten hepsi milliyetçi, boşver” şeklinde yorumlar duydum. Gerçekten öyle mi?
Aslında geçtiğimiz günlerde 5 yıl aradan sonra gittiğim Katalonya’da cevabını aradığım soru sadece bu değildi. Aradan geçen süre içinde nelerin nasıl değiştiğini görmek istedim. 11 Eylül 2012’deki gösterinin etkisini ve ardındaki gerçeği anlamak istedim. Bağımsızlık konusu -kamuoyu yoklamalarına göre- neden artık daha fazla destek buluyor? Bağımsızlıktan ne anlaşılıyor? Ve siyasi partiler nasıl bir gelecek projesine sahip?
Farklı bir ulusal kimlik
algısı
2007 ve 2008’de bir süre kaldığım Katalonya’ya bu gidişimde gözüme çarpan ilk değişiklik, balkon ve pencerelere asılan bayrakların sayısındaki artıştı. Her binanın dışında – ister şehir merkezinde ister dışında – en azından bir bayrak görmek mümkün. Fakat bayraklar arasında fark var. Resmi Katalan bayrağı olan Senyera, 5 sarı, 4 de kırmızı yatay, ince çizgiye sahip. Estelada ise solunda, içinde yıldız olan bir üçgen taşıyor. Yıldızlı bayrak, sadece Özerk Katalan Bölgesi’ni değil, bütün Katalan ülkesini kapsıyor. O yüzden Katalonya’nın özgürlüğünü ve bağımsızlığını simgeliyor. Fakat Estelada’nın iki ayrı biçimi var. Birinde üçgen mavi, yıldız ise beyaz. Bu bayrak, ulusalcılar tarafından sahipleniliyor. Sarı üçgenli, kırmızı yıldızlı bayrak ise sol bağımsızlıkçıların bayrağı. Dolayısıyla bayraktan yola çıkarak hangi Katalan’ın nasıl bir siyasi görüşe sahip olduğunu görmek mümkün.
2007 ve 2008’de bir süre kaldığım Katalonya’ya bu gidişimde gözüme çarpan ilk değişiklik, balkon ve pencerelere asılan bayrakların sayısındaki artıştı. Her binanın dışında – ister şehir merkezinde ister dışında – en azından bir bayrak görmek mümkün. Fakat bayraklar arasında fark var. Resmi Katalan bayrağı olan Senyera, 5 sarı, 4 de kırmızı yatay, ince çizgiye sahip. Estelada ise solunda, içinde yıldız olan bir üçgen taşıyor. Yıldızlı bayrak, sadece Özerk Katalan Bölgesi’ni değil, bütün Katalan ülkesini kapsıyor. O yüzden Katalonya’nın özgürlüğünü ve bağımsızlığını simgeliyor. Fakat Estelada’nın iki ayrı biçimi var. Birinde üçgen mavi, yıldız ise beyaz. Bu bayrak, ulusalcılar tarafından sahipleniliyor. Sarı üçgenli, kırmızı yıldızlı bayrak ise sol bağımsızlıkçıların bayrağı. Dolayısıyla bayraktan yola çıkarak hangi Katalan’ın nasıl bir siyasi görüşe sahip olduğunu görmek mümkün.
Bu arada vurgulamakta yarar vardır: Tıpkı Bask
Ülkesi’nde de olduğu gibi Katalonya’da ulusal kimlik, etnisiteye değil, aidiyet
duygusuna dayanıyor. Diyelim ki bir kişinin annesi aslen Endülüslü, baba tarafı
ise Madrit’ten gelmiş. Ama kendisi Katalan. Çünkü orada doğmuş-büyümüş, oranın
dilini konuşuyor, oranın kültürüyle yetişmiş ve kendisi için benimsemiş.
Genelde hakim olan yaklaşım bu. İspanyol kimliği ise keskin bir biçimde ‘Biz
farklıyız. Dilimiz, kültürümüz ayrı‘ denilerek reddediliyor. Elbette
Katalonya’da yaşayıp kendini İspanyol hissedenler de vardır, fakat benim görüştüğüm
herkes Katalan aidiyetini taşıyor. Mesele burada üstten, örneğin devletten
gelen bir asimilasyon sonucu kökenlerini inkar etme değil. ‘Bu doğru, bu da
yanlış’ şeklindeki ak-kara mantıkla bakmaktan ziyade buradaki ulusal kimlik
algısının farklı olduğunu görmek gerekiyor. Ve sanıyorum ki bu farklı kimlik
modeli, oranın tarihi ile doğrudan bağlantılıdır.
Özerkliği genişletme çabaları
Önceki gidişimde bağımsızlık bu kadar yaygın bir
konu değildi. Daha çok sol hareketler tarafından gündeme getiriliyordu. Diğer
Katalan partiler, var olan sistem içinde özerklik statüsünün genişletilmesini
savunuyordu. 2003 yılından itibaren, o dönem Katalan hükümetini oluşturan
ulusalcı CiU ve sosyaldemokrat PSC, bu amaçla bir reform üzerine çalışmaya
başladılar. Reform ile merkeze karşı yerelin yetkilerinin güvence altına
alınması, öz yönetimin genişletilmesi, Katalonya ile İspanya arasındaki mali
açığın düşürülmesi ve merkezi devletten yatırımların sağlanması hedefleniyordu.
Mali açığı, Katalonya’da çok önemsenen ve bağımsızlık gerekçesi olarak ele
alınan bir konu. Mevcut sistemde Katalonya’da toplanan vergiler olduğu gibi
Madrid’e aktarılmak zorunda. Ne kadarının Katalonya’ya iade edileceğine merkezi
devlet karar veriyor. Katalonya, İspanya devleti toprağının yüzde 6.3’ünü oluşturuyor.
7.5 milyonluk nüfusu da İspanya’nın nüfusunun yüzde 16’sini teşkil ediyor. Kişi
başı geliri, İspanya’nın yüzde 19’una denk geliyor. Hal böyle olunca her yıl
toplanan vergiden 16 milyar Euro Madrid’den geri dönmüyor.
İspanya’da şu an iktidarda olan sağcı PP, Katalan
Özerklik Statüsü’nün reformdan geçirilmesine karşı çıkarken, 2004’te genel
seçimleri kazanan sosyaldemokrat PSOE ile bu konuda uzlaşma sağlanmıştı. Zaten
2003 seçimlerinden sonra Katalonya’da CiU ile iktidarı paylaşan Katalonya Sosyalist
Partisi (PSC) de PSOE’nin Katalan kolu niteliğinde.
CiU ve PSC tarafından 30 Eylül 2005’te Katalan Parlamentosu’na sunulup
onaylanan reform taslağında Katalanlar, halk yerine ulus olarak isimlendirildi.
Taslak, 10 Mayıs 2006’da PP’nin itirazlarına rağmen İspanya Parlamentosu’ndan
da geçirildi. Fakat maddelerinin yarısı değiştirilmişti. Bu haline rağmen 18
Haziran 2006’da Katalonya’da yapılan halk oylamasına katılanların yüzde 73.9’u
yeni statüyü onayladı. Ancak oy hakkı bulunanların sadece yarısı oy kullanmıştı.
Kral Juan Carlos 19 Temmuz 2006’da imzasını attı ve statü 9 Ağustos 2006’da
yürürlüğe girdi. Kriz ulusalcılara yaradı
Bu arada sağ popülist PP, statüdeki 223 maddeden
114’ünün anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Mahkemes, 4 yıla yakın bir incelemenin ardından 28 Haziran 2010’da şu sonucu
açıkladı: 14 madde ya tümüyle ya da kısmen anayasaya aykırı. 27 maddenin
değiştirilmesi gerekiyor. Katalanların ulus olarak isimlendirilmesinin ise
yasal hiçbir sonucu olmayacak.
Anayasa mahkemesinin bu kararı Katalonya’da büyük
tepkiyle karşılandı. 10 Temmuz 2010’da bir milyondan fazla Katalan Barcelona’da
kararı yürüyüşle protesto etti. Yürüyüşte taşınan pankart ve dövizlerin çoğunda
mahkeme kararından söz edilmiyordu bile. Ondan ziyade tek bir kelime öne
çıkıyordu: Bağımsızlık. Mahkeme kararı o yüzden bir dönüm noktası olarak
değerlendiriliyor. O güne kadar İspanya devleti içinde bir çözüm bulma arayışı
hakim iken, ondan sonra bağımsız bir Katalan devleti merkez sağ tarafından da
savunulmaya başladı. Bir yıl içinde yerellerde yapılan referandumlarda 1
milyondan fazla Katalan, bağımsızlık için oy kullandı. İnsanlar giderek
sorunlarının İspanya içinde çözülemeyeceğine, Madrid’in onları temsil
etmediğine, tek alternatifin ayrı bir devlet olduğuna inanmaya başladı.
Önemli bir husus, bu siyasi krizin ekonomik krizle
aynı döneme denk gelmesiydi. Birçok insan ekonomik krizden Madrid’i sorumlu
görüyor. Bağımsızlıkçı Sol dışında bu konuda Katalan Bölge Hükümeti’ni
sorgulayan pek kimseyi göremedim. Katalonya’nın topladığı vergiler hakkında
karar veremediği için mali krizi çözemediğini, belediyelerin bütçesinin
kesildiğini, dolayısıyla İspanya devletinin onları krizin içine düşürdüğünü söyleyenler
az değil. Görüştüğüm birçok aktivist ve analist, bağımsızlık isteyenlerin
sayısındaki artış ile ekonomi kriz arasında bir bağın olduğunu doğruladı.
Katalonya’da yeni dönem
2010 yılında anayasa mahkemesinin kararıyla patlak
veren siyasi kriz ve kopuşun ardından Katalanların ulusal günü olan 11 Eylül
2012’de bağımsızlık talebini yükseltmek amacıyla büyük bir gösteri yapıldı.
Barcelona’daki bu yürüyüşe 1,5 - 2 milyon arası insan katıldı. Aynı dönemde
Katalan Özerk Bölge Başkanı Artur Mas (CiU), PP’li İspanya Başbakanı Mariano
Rajoy ile görüştü. Görüşmenin amacı, Barcelona ile Madrid arasındaki mali
ilişkilerin yeniden şekillendirilmesiydi. Rajoy, Katalan hükümetinin istemini
reddedince Katalan başbakan birkaç gün sonra erken seçimlere gidileceğini açıkladı.
Amaç, bağımsızlık isteyen bir halk çoğunluğunu sağlayıp bunu temel program
haline getirmek ve bir sonraki dönemde referandumu gerçekleştirmekti.
Ancak Mas’ın partisi olan CiU, 25 Kasım 2012’de
yapılan seçimlerde amaçladıkları çoğunluğu sağlayamadı. Hatta vekil sayısı
62’den 50’ye düştü. 135 sandalyeli Katalan Parlamentosu’nda CiU’dan sonra
ikinci büyük parti konumundaki Katalonya Sosyalist Partisi (PSC) de 28’den 20
sandalyeye düştü. Sağ popülist PP vekil sayısını 18’den 19’a çıkarırken, sol
partilerin oyları yükseldi. Katalonya Cumhuriyetçi Sol oy oranını ikiye
katlayıp 21 vekil çıkarmayı başardı. Önceki dönemde 3 vekile sahip olan
Yurttaşlar (C’s) 9 sandalyeye sahip oldu. İlk defa seçimlere katılan Halk
Birliği Adaylığı (CUP) ise 3 vekille parlamentoya giriş yaptı.
Katalonya ve Katalan ülkesi
Bugün Katalonya dendiğinde sadece İspanya devletinin 17 özerk bölgelerinden biri anlaşılıyor. Oysa Katalanların ülkesi çok daha geniş. O yüzden ‘Katalan Ülkeler’, yani ‘Paisos Catalans’ kavramı kullanılıyor. Bu isim, İspanya idari sisteminde ayrı özerk bölgeler statüsündeki Valencia ve Balear Adalar yanı sıra Aragon’un batı şeridini, aşağıdaki Murcia bölgesinin bir kısmını, Fransa devlet sınırları içindeki Doğu Pireneler Bölgesi’ni, Sardenya’ya bağlı Alghero (Katalanca adı L’Alguer) ve Andorra Prensliği’ni de kapsar. Yüzyıllardan beri sosyal, kültürel ve ekonomik bir bütünlük teşkil eden bu bölge, ilkçağda da ortak özelliklere sahipti. Akdeniz’deki kıyıları doğal bir halka oluştururken, İber Yarımadası’nın iç kısmındaki platolar Katalan ülkesinin batı sınırı konumundaydı.
Katalanların yaşadığı topraklardaki ilk yerleşmelerin 20 bin yıl önce meydana geldiği tahmin ediliyor. Yazılı kaynaklarda adından söz edilen ilk halk ise, İberler. İberlerin kökenlerine ilişkin farklı teoriler mevcut. Yaygın bir görüşe göre boylar halinde Neolitik Çağ’da (M.Ö. 4.000) Kuzey Afrika’dan göç etmişler. Başka bir görüşe göre İberler, Berberilerin ana/atalarıyla akraba. Üçüncü bir görüş ise İberleri Avrupa’nın yerli halklarından sayıp, bölgedeki büyük megalitik kültürün hem yaratıcısı hem de mirasçısı olarak değerlendiriyor. Bu görüşe göre İberler ile, M.Ö. 1000’den günümüz İrlanda, Britanya ve Fransa’da Keltler tarafından boyunduruk altına alınan soylar arasında yakın bağlar vardı.
İşgal ve sömürü startı
İber Yarımadası’nda M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren işgaller dönemi başlar. Önce Fenikeliler, ardından Katarcalar ve Grekler gelir. Hem koloniler hem de ticaret üsleri kurarlar. Roma ile Kartaca arasındaki savaşlarda jeostratejik konumlarından kaynaklı farklı ittifaklar geliştirme şanslarına sahip olsalar da, İkinci Pön Savaşı’nı (M.Ö. 218-201) Roma kazanınca İberya da İmparatorluğa dahil edilir. Sonrası, toplum ve dil yapısını kökten sarsan (ve sadece Bask halkının kendini koruyabildiği) Romanizasyon ve ardından Hıristiyanlaştırma. 5. yüzyılda Batı Gotlar bugünkü Barcelona’yı başkent ilan eder. Onları, 711’de şehri ele geçiren Araplar alt eder. 445-534 yılları arasında Vandaller tarafından işgal edilen Balear Adalar, Bizans’a dahil edilir.
Katalan kontluklar kuruluyor
8. yüzyıldan itibaren artık Katalan kontluklar kurulur. Kont Guifre el Pelos 878 yılında Eski Katalonya’nın büyük bir kısmını birleştirir. Elbette sorunsuz geçmez bu dönem. İşgaller, fetihler, savaşlar Avrupa’nın birçok yerinde olduğu gibi burada da asırlarca eksik olmaz. Ama 10. yüzyılda Şarlman Hanedanlığı ile İslam arasında sıkışan Katalonya bir kültür ve bilim merkezi olur. O dönem bütün Avrupa’da üne kavuşan manastırlarda matematik ve astronomi dersleri verilirken, Arapça ve İbranice metinler de tercüme edilir. Resim sanatı ve mimarlık alanında da çok gecikmeden kendi özgünlüğünü ortaya çıkarır. Bugün kültür kenti olarak anılan Barcelona ve çevresi bu alanda işte bu denli köklü bir mirasın taşıyıcısı.
Kraliyete geçiş
Katalonya ve Katalanlar’dan yazılı kaynaklarda ilk olarak 12. yüzyılın başında söz edilir. Daha önce söz konusu etnik, kültürel ve siyasi birlik için Barcelona adı kullanılırdı. Bu dönem aynı zamanda kontluktan Katalonya-Aragon Kraliyeti’ne geçiş dönemidir. Bir yüzyıl sonra Katalonya fetihler sonucu giderek genişler ve bugünün sınırlarına yaklaşır. 14. ve 15. yüzyılda Akdeniz’de Katalonya-Aragon Kraliyeti hakimdir. Bu hakimiyet sadece hanedanlığa değil, Katalan burjuvazisinin geliştirdiği ticarete dayanır. Öyle ki bütün Akdeniz bölgesinde 80 konsolosluk kurulur. Akdeniz’de yürütülen uluslararası ticaretin hukukunu Katalan yasalar belirler. Siyasi ve ekonomik büyümeye paralel bütün sosyal yaşam ve özellikle de Katalan kültürü, edebiyatı ve sanatı olağanüstü bir yükselme yaşar.
İlk bölünme
Katalan şehirlerinde özerk yasal zemine sahip bir idari yapılanma geliştirilirken, şehir meclisleri seçimle belirlenir. Buradaki hukuk ve idare sistemi, komşu Kastilya’dan çok farklı. Katalan-Aragon Kraliyeti mutlak bir monarşi değil, kralın iktidarı parlamenter nitelikteki farklı kurumlarca sınırlandırılıyor. İlk Katalan parlamentosu 1359 yılında kurulur. Kendi anayasasına sahip olsa da, Kastilya’dan tamamen bağımsız da değil. Kastilya Kralı IV. Philipp döneminde (17. yüzyıl) Katalan halkının tepkisini çeken çok sayıda provokasyon yaşanır. Bunlardan biri de, Kuzey Katalonya’nın Kastilya Kralı tarafından Fransız Kralı’na verilmesi. Bu şekilde 1659 yılında Katalonya ikiye bölünür.
11 Eylül: Barcelona’nın düşüşü
İspanya Kralı II. Carlos’un ölümünden sonra Avrupa kraliyetleri arasında İspanya topraklarını paylaşım savaşı çıkar. 1701-1714 yılları arasında süren bu İspanya Veraset Savaşı‘nda Katalanlar, özerkliklerini korumak için Kastilya-Fransa ittifakına karşı İngiltere, Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, Hollanda, Portekiz, Branderburg ve Savua Dukalıkları’nın aralarında anlaşarak kurduğu ittifakı destekler. Ancak 1713’te son kale konumundaki Barcelona işgal edilir. Katalanlar işgale karşı 14 ay boyunca direnir fakat, 11 Eylül 1714’te yenilir. Katalonya tümüyle Kastilya krallığınca ilhak edilir. Katalanların kurumları fesh edilir, yasaları iptal edilir, dilleri yasaklanır.
Katalan uluslaşması
Özerkliklerini kaybeden Katalanlar, her şeye rağmen varlıklarını sürdürür. Hatta 19. yüzyıla gelindiğinde yoğun sanayileşme ve ticaret sonucu eski ekonomik gücüne yeniden kavuşur. Kültürel açıdan da bir rönesans yaşar. 1906 yılında ilk Katalan Dili Kongresi düzenlenir. Katalanca’nın standartlaştırılması için yoğun çabalar sergilenir. Bunda, sanatın bütün alanlarında oldukça etkili olan bir kültür entelijensiyasının rolü büyük. Giderek eski kurumlarını da yeniden inşa eden Katalonya, 1932’de monarşinin devrilmesiyle birlikte özerkliğini de yeniden kazanır. Ancak özgürlük uzun sürmez.
Darbe ve özerklik
18 Temmuz 1936’daki askeri darbe ile birlikte İspanya’da iç savaş patlak verir. Katalonya, cumhuriyetçilerin tarafında yer alır. 1939’da darbeciler savaşı kazanıp, General Franco liderliğinde diktatörlük inşa eder. Franco, İspanya devleti sınırları içindeki her türden bölgeselliği acımasızca bastırır. Katalonya yeniden özerkliğini kaybeder. Bir kez daha dili ve kültürü yasaklanır.
Franco’nun 1975 yılındaki ölümünden sonra İspanya’nın idari yapısı yeniden ele alınır. 11 Eylül 1977’de, yani bağımsızlığın yitirildiği günün yıldönümünde Barcelona’da bir buçuk milyon Katalan, özerkliğin yeniden tanınması için yürür. 1978’te Katalonya’nın otonomi statüsü için çalışmalar başlatılır. Aynı senenin sonunda bir referandum ile İspanya devletinin yeni anayasası kabul edilir. Katalan siyasetçilerin sunduğu özerklik statüsü ise Madrit tarafından ciddi boyutlarda kesilir. Devlet, özellikle Bask Ülkesi ve Katalonya’nın bağımsızlığının önüne geçmek için sınırlı bir özerkliği tanır. Fakat bunu yaparken tarihsel bölgeleri böler. Barcelona başkentli Katalonya, ayrı bir özerk bölge statüsüne sahip olurken, Valencia ile Balear Adaları ayrıştırılır. 1980’de Özerk Katalan Bölgesi’nin ilk parlamentosu seçilir. Ancak mesele burada bitmez.
Sokak bizi meclise taşıdı
“11 Eylül 2012
tarihinde 1 buçuk milyon insan bağımsızlık talebi ile sokağa çıktı. Biz de
sokaktaki mücadele güçlendiği için meclise girmeye karar verdik. Ama insanlara
sorunlarını çözmeyi vaat etmedik, onların sesini meclise ulaştırma sözünü
verdik. Çünkü, bir parti güçlü bir halk hareketine dayanmazsa parlamento onu
yer. Bu bilinçle geldik.”
Halk Birliği Adaylığı (CUP), henüz genç bir parti.
Katalan Sol Bağımsızlıkçı Hareketi’nin siyasal partisi konumunda. Aslında iki
hareketin çatısını oluşturuyor. Toprağı Savunma Hareketi (MDT), 70’li yıllarda
kuruldu. ‘İleri’ anlamına gelen Endavant ise Katalonya’nın özgürlüğü için
mücadele eden daha genç, dinamik bir oluşum olup Valencia ve adalarda da
örgütlü. “MDT daha çok yaşlı kesim, eski tüfekler. Yenilere çok yardım
etmiyorlar, çok genç buluyorlar. 70’lerde bir şey yapmadılar ama daha iyi
olduklarını söylüyorlar. Oysa biz dünyaya geldiğimizde bir hareket yoktu” diyor
CUP milletvekili Quim Arrufat. 1500 kadrosu bulunan CUP, 2012’de ilk defa
seçimlere katılıp 3 vekil çıkardı. Anketler, şimdi seçim olması durumunda
CUP’un milletvekili sayısını 9’a çıkarabileceğini gösteriyor.
Yereldeki sol, sosyalist, ekolojist, feminist vb. gruplar için buluşma yeri olmayı başarıp hızla büyüyen CUP’un genç milletvekili Arrufat, yıllardan beri Katalan-Kürt dayanışması için de büyük emekler veriyor. Onunla bağımsızlık konusunu ve parlamenter zemindeki mücadeleyi konuştuk.
CUP, Katalonya parlamentosunda temsil edilen en genç parti. Parlamenter zeminde mücadele etme kararına giden süreci özetler misiniz?
Sol bağımsızlıkçı Katalan hareketinin çıkışı her ne kadar 1970’li yıllara dayansa da, kurumsal olarak yeni sayılırız. Yani 70’li yıllarda mücadele eden kuşak, 2000’li yılların başına gelindiğinde fiilen artık yoktu. 2000’lerde yeni bir kuşak mücadeleyi devraldı. 2007’de ilk defa yerel seçimlere katılıp, şehirlerde 30 belediye meclisi üyeliğini kazandık. Bu ilk küçük başarımızdı.
2010 yılında yerel parlamento seçimleri olacaktı. O seçimden önce hareket olarak kapsamlı bir tartışma süreci yaşadık. Seçimlere katılıp katılmayacağımızı tartıştık. O dönem yapılan anketlerin sonuçları, 2-3 vekil ile meclise girebileceğimizi gösteriyordu. Ve seçimlere katılmamaya karar verdik. Çünkü daha fazla büyümeye ihtiyacımız vardı. Özellikle de yerel yönetimlerde, belediye meclislerinde temsilimizi güçlendirmeye, hareket olarak genişlemeye, yerelde il ve ilçe örgütlenmeleri çoğaltmaya karar verdik o tartışmanın sonucunda.
2011 yılında belediye meclis üyelerimizin sayısı 105’e yükselmişti. Ayrıca 4 tane de belediyeyi kazanmıştık. Aktif çalışanlarımızın sayısı 2 bini aşmıştı. Gençlik grupları tek çatı altında, Arran olarak birleşmişti. Kadro sayısı 700. Son 10 yılda kurulan, fakat kendi başına çalışma yürüten kültürel-sosyal merkezlerimiz arasında bir ağ örmeyi başardık. Bu tarz yerel merkezimizin sayısı 140 civarında. Bu örgütlenmeyi sağladıktan sonra parlamento zemininde de mücadele etmeye karar verdik. 25 Kasım 2012 seçimlerinde 126 bin oy aldık. Normal bir seçimde bu oy sayısı ile 6-7 vekil çıkarmıştık. Fakat Katalan Parlamentosu’nun tarihindeki en yüksek katılımlı seçimleri yaşadık geçen sene, seçmenlerin yüzde 75’inden fazlası oy kullandı. Biz de bu durumda sadece 3 milletvekili çıkarabildik. Bir de birçok insan meclise giremeyeceğimizi düşünerek oyları boşa gitmesin diye bize oy vermedi.
Peki seçimlere katılma yöndeki temel argüman neydi?
Toplumumuz üç temel kriz yaşamaktadır: Sosyal kriz, ulusal kriz ve ekonomik kriz. Bunlar artık reformla halledilemeyecek, demokratik bir karar gerektiren krizlerdir. Zaten son 35 yılda diktatörlük sürekli olarak reforme edildi. Bu süre içinde Katalonya’daki siyasi partiler de bu durumdan bir şekilde nemalandılar, faydalandılar ya da devamını sağladılar. Bu duruma artık son vermek istedik. Parlamentoda, sistemle bu şekilde uzlaşmayan bir sese ihtiyacımız vardı. Bir argüman buydu. Ama tek mesele bu değildi.
2010-2012 arasında binlerce insan sokaklara çıktı. Biz bu üç dalgayı halkın mevcut krizlere yanıtı olarak okuduk. Demokratik krize yanıt olarak 15-M [2011/12’de özellikle Barcelona ve Madrid’deki park işgali eylemleri düzenleyen 15 Mayıs Hareketi] ortaya çıktı, Barcelona’da çok güçlüydü ve küçük şehirlerdeki yansıması da kuvvetli oldu. Bu hareketin sloganı ‘Gerçek bir demokrasi için’ idi. Hatırlarsanız Haziran 2010’da 1 milyon insan bağımsızlık için yürüdü. 11 Eylül 2012’de de 1 buçuk milyon aynı sloganla ulusal krize karşı eylemdeydi. İlk defa bu kadar çok insan bağımsızlık talebini sokağa taşıdı. Ve bu büyük yürüyüş, iktidarın erken seçimlere gitmesine sebep oldu. Sokaktaki mücadele güçlendiği için meclise girmeye karar verdik. Ama insanlara sorunlarını çözmeyi vaat etmedik, onların sesini meclise ulaştırma sözünü verdik. Çünkü, bir parti güçlü bir halk hareketine dayanmazsa parlamento onu yer. Bu bilinçle geldik. Hareketimiz dedi ki, meclise gireceğiz, ama bütün hareket meclis için çalışmayacak. Çünkü biz esasen yerelde, mahallelerde vs. örgütleniyoruz ve bunu sürdürmek, güçlendirmek istiyoruz. Esas mücadele alanımız meclis değil.
CUP, Sol Bağımsızlıkçı Hareket’in bir parçası. Nasıl bir bağımsızlık anlayışına sahipsiniz?
Bizim açımızdan bağımsızlık, yaşamın her alanında halkın bağımsızlığı ile alakalı bir durumdur. Demokratik bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık vs. Katalonya’da artık referandumu kazanmak için yeterli düzeyde bağımsızlık isteyen bir kitle var.
Bağımsızlık, bizi sadece yeni bir anayasa oluşturacağımız bir sürece götürmeyecektir. Güney Amerika’ya benzer bir halk anayasasını hedefliyoruz. Bu anayasal sürecin bizi başka bir ekonomik sisteme götürmesini öngörüyoruz. Toplumun çoğunluğunun böyle düşünmediğini biliyoruz. Ekonomik kriz insanları çok hızlı değiştirebiliyor. Önümüzdeki aylar ve yıllar içinde büyük değişimler yaşanabilir. O yüzden sayımız az olsa da kendimizi hazırlıyoruz.
Yereldeki sol, sosyalist, ekolojist, feminist vb. gruplar için buluşma yeri olmayı başarıp hızla büyüyen CUP’un genç milletvekili Arrufat, yıllardan beri Katalan-Kürt dayanışması için de büyük emekler veriyor. Onunla bağımsızlık konusunu ve parlamenter zemindeki mücadeleyi konuştuk.
CUP, Katalonya parlamentosunda temsil edilen en genç parti. Parlamenter zeminde mücadele etme kararına giden süreci özetler misiniz?
Sol bağımsızlıkçı Katalan hareketinin çıkışı her ne kadar 1970’li yıllara dayansa da, kurumsal olarak yeni sayılırız. Yani 70’li yıllarda mücadele eden kuşak, 2000’li yılların başına gelindiğinde fiilen artık yoktu. 2000’lerde yeni bir kuşak mücadeleyi devraldı. 2007’de ilk defa yerel seçimlere katılıp, şehirlerde 30 belediye meclisi üyeliğini kazandık. Bu ilk küçük başarımızdı.
2010 yılında yerel parlamento seçimleri olacaktı. O seçimden önce hareket olarak kapsamlı bir tartışma süreci yaşadık. Seçimlere katılıp katılmayacağımızı tartıştık. O dönem yapılan anketlerin sonuçları, 2-3 vekil ile meclise girebileceğimizi gösteriyordu. Ve seçimlere katılmamaya karar verdik. Çünkü daha fazla büyümeye ihtiyacımız vardı. Özellikle de yerel yönetimlerde, belediye meclislerinde temsilimizi güçlendirmeye, hareket olarak genişlemeye, yerelde il ve ilçe örgütlenmeleri çoğaltmaya karar verdik o tartışmanın sonucunda.
2011 yılında belediye meclis üyelerimizin sayısı 105’e yükselmişti. Ayrıca 4 tane de belediyeyi kazanmıştık. Aktif çalışanlarımızın sayısı 2 bini aşmıştı. Gençlik grupları tek çatı altında, Arran olarak birleşmişti. Kadro sayısı 700. Son 10 yılda kurulan, fakat kendi başına çalışma yürüten kültürel-sosyal merkezlerimiz arasında bir ağ örmeyi başardık. Bu tarz yerel merkezimizin sayısı 140 civarında. Bu örgütlenmeyi sağladıktan sonra parlamento zemininde de mücadele etmeye karar verdik. 25 Kasım 2012 seçimlerinde 126 bin oy aldık. Normal bir seçimde bu oy sayısı ile 6-7 vekil çıkarmıştık. Fakat Katalan Parlamentosu’nun tarihindeki en yüksek katılımlı seçimleri yaşadık geçen sene, seçmenlerin yüzde 75’inden fazlası oy kullandı. Biz de bu durumda sadece 3 milletvekili çıkarabildik. Bir de birçok insan meclise giremeyeceğimizi düşünerek oyları boşa gitmesin diye bize oy vermedi.
Peki seçimlere katılma yöndeki temel argüman neydi?
Toplumumuz üç temel kriz yaşamaktadır: Sosyal kriz, ulusal kriz ve ekonomik kriz. Bunlar artık reformla halledilemeyecek, demokratik bir karar gerektiren krizlerdir. Zaten son 35 yılda diktatörlük sürekli olarak reforme edildi. Bu süre içinde Katalonya’daki siyasi partiler de bu durumdan bir şekilde nemalandılar, faydalandılar ya da devamını sağladılar. Bu duruma artık son vermek istedik. Parlamentoda, sistemle bu şekilde uzlaşmayan bir sese ihtiyacımız vardı. Bir argüman buydu. Ama tek mesele bu değildi.
2010-2012 arasında binlerce insan sokaklara çıktı. Biz bu üç dalgayı halkın mevcut krizlere yanıtı olarak okuduk. Demokratik krize yanıt olarak 15-M [2011/12’de özellikle Barcelona ve Madrid’deki park işgali eylemleri düzenleyen 15 Mayıs Hareketi] ortaya çıktı, Barcelona’da çok güçlüydü ve küçük şehirlerdeki yansıması da kuvvetli oldu. Bu hareketin sloganı ‘Gerçek bir demokrasi için’ idi. Hatırlarsanız Haziran 2010’da 1 milyon insan bağımsızlık için yürüdü. 11 Eylül 2012’de de 1 buçuk milyon aynı sloganla ulusal krize karşı eylemdeydi. İlk defa bu kadar çok insan bağımsızlık talebini sokağa taşıdı. Ve bu büyük yürüyüş, iktidarın erken seçimlere gitmesine sebep oldu. Sokaktaki mücadele güçlendiği için meclise girmeye karar verdik. Ama insanlara sorunlarını çözmeyi vaat etmedik, onların sesini meclise ulaştırma sözünü verdik. Çünkü, bir parti güçlü bir halk hareketine dayanmazsa parlamento onu yer. Bu bilinçle geldik. Hareketimiz dedi ki, meclise gireceğiz, ama bütün hareket meclis için çalışmayacak. Çünkü biz esasen yerelde, mahallelerde vs. örgütleniyoruz ve bunu sürdürmek, güçlendirmek istiyoruz. Esas mücadele alanımız meclis değil.
CUP, Sol Bağımsızlıkçı Hareket’in bir parçası. Nasıl bir bağımsızlık anlayışına sahipsiniz?
Bizim açımızdan bağımsızlık, yaşamın her alanında halkın bağımsızlığı ile alakalı bir durumdur. Demokratik bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık vs. Katalonya’da artık referandumu kazanmak için yeterli düzeyde bağımsızlık isteyen bir kitle var.
Bağımsızlık, bizi sadece yeni bir anayasa oluşturacağımız bir sürece götürmeyecektir. Güney Amerika’ya benzer bir halk anayasasını hedefliyoruz. Bu anayasal sürecin bizi başka bir ekonomik sisteme götürmesini öngörüyoruz. Toplumun çoğunluğunun böyle düşünmediğini biliyoruz. Ekonomik kriz insanları çok hızlı değiştirebiliyor. Önümüzdeki aylar ve yıllar içinde büyük değişimler yaşanabilir. O yüzden sayımız az olsa da kendimizi hazırlıyoruz.
Peki bu hedefe nasıl varmayı düşünüyorsunuz?
Bize göre bağımsızlığa giden iki yol var. Birinci senaryoya göre meclis referandum kararını alacak ve İspanya devleti bunu reddedecek. Bu durumda uluslararası güçlerin, özellikle de AB’nin devreye girmesi beklenecek. Çünkü hükümetimiz ilegalize (yok sayılacak) edilecektir. Yani kararın kendisi değil, hükümet yasadışı bir konuma düşecektir. Ama halk, meclisin kararını savunacaktır. İkinci senaryoya göre dış devletler arasında en güçlü olanlar, yani Almanya ve ABD ile diplomatik yollardan destek alınacak, buna İsrail, Türkiye, Fas, İrlanda ve Kolombiya gibi devletler de katılacak, bir ofisin içinde bağımsızlık kararı aldırılacak. Katalonya’da yeni seçimlere gidilecek, parlamentonun toplandığı ilk gün vekiller bağımsızlık kararı alacak, söz konusu devletler de Katalonya’yı bağımsız bir devlet olarak tanıyacak.
Ama bu, yeni bağımlılıklar üzerinden kurulan bir bağımsızlık olur...
Bu sadece ideolojik bir bağımlılık da olmaz. Neden bu devletler bize destek sunsun ki? Elbette karşılığını isteyeceklerdir. Biz, Katalan hükümetinin esas aldığı bu ikinci senaryoya inanmıyoruz, çünkü bu şekilde çok daha fazla sorun yaratılacaktır. Diyelim ki bu devletler AB içinde farklı ulusların da devletleşmesi riskine karşın Katalan bağımsızlığını kabul ettiler, senden Güney Avrupa’da neoliberalizm dersini en iyi çalışan öğrenci olmanı isteyeceklerdir. Mevcut durumda kapitalist sistem içinde Güney Avrupa işlemiyor.
Referandum yapılması, İspanya Anayasası’nda yer alan ‘devletin bölünemez bütünlüğü’ anlamındaki madde nedeniyle mi yasadışı?
Anayasanın tümü sorunlu. Anayasaya göre her türlü ulusal egemenliğin sahibi İspanyol halkıdır. Oysa İspanyol halkı diye bir şey yok. Anayasa, diktatörlükten sonraki ilk yıllarda yapıldı. O dönemde hala askeriye iktidardaydı, demokratik hükümet diye bir şey yoktu. Dolayısıyla anayasanın kendisi antidemokratik. Ama bu bizi artık çok da ilgilendirmiyor, İspanyolların sorunu. Anayasa, bir barış ve özgürlük momentinde hazırlanmadı. O dönemde halklarda ciddi bir askeri diktatörlük korkusu vardı, o yüzden kabul edildi. Ama dediğim gibi, bu onların sorunu. Bizim sorunumuz, gelecek ile ilgili.
Katalan meclisinin referandum kararı alması özerkliği kaybetmemiz anlamına gelir. Yapılan anketlere göre referanduma gidilmesi durumunda aşağı yukarı yüzde 50-56 bağımsızlığa evet der. Yüzde 20-24 karşı. Bir de kararsız olanlar var. Kararsızlar hesaplanmadığında üçte ikisi bağımsızlıktan yana. Yani referandumdan bağımsızlık kararının çıkmasına inanıyoruz ama işte, referandum yapmamız yasak.
İspanya içinde bir çözüme, örneğin federalizme neden karşısınız?
Katalonya’daki halkın çoğunluğu hep federalizmi destekledi. Biz hareket olarak azınlıktaydık. Bizim geleneğimiz 30 yıl önce de bu işin böyle olmayacağını savunuyordu. Federalizm için diğer tarafın da bunu istemesi lazım. Tek taraflı federalizm dayatamazsın. Anketlere göre İspanya devleti genelinde federalizm isteyenlerin oranı yüzde 2. Bu konu 15 yıl öncesine kadar tartışma konusu idi. Ama artık Katalan toplumu bu seçeneği tartışmıyor. İspanya her zaman bize karşı yasalar çıkarıyor. Biz sürekli olarak diktatörlükten sonra elde ettiğimiz en ufak kazanımı dahi savunmak durumunda kalıyoruz. Toplumumuzu, kurumlarımızı, kendi mücadele ve tartışmalarımızı geliştiremiyoruz çünkü sürekli devletle mücadele içindeyiz. Katalan parlamentosu 2006 yılında yeni bir özerklik yasasını onayladı. Hazırlanması 2 yıl süren bu yasanın yarısı İspanyol Anayasa Mahkemesi’nce iptal edildi. 2010’daki büyük protesto gösterisi buna yanıttı. Bu aslında federalizm yanlıların sonuydu. Çünkü senin parlamenton 2 sene boyu bir yasa üzerine çalışıyor, sonra 12 tane anayasa yargıcı tümünü iptal ediyor. O günden sonra bağımsızlıktan yana bir çoğunluk sağlanabildi.
Hem buradaki hem de İskoçya’daki bağımsızlık çabaları dışarıda çok da ciddiye alınmıyor aslında.
Biliyorum, çok korkutamıyoruz (gülerek)...
Onlara nasıl bir cevap verirsiniz?
Bizim kimsenin desteğine ihtiyacımız yok. Bunu kendi gücümüzle başaracağız. Fakat bu Avrupa için de bir samimiyet sınavı olacaktır. Çünkü burada demokrasiye saygı gösterilip gösterilmeyeceği Avrupalılara da bağlı olacaktır. Önümüzdeki 1-2 sene içinde uluslararası topluluk bu konuda tavır belirlemek durumunda kalacaktır. Başkaların bizim ‘ütopyalarımıza’ sempati beslemesine gerek yok ama, Avrupa Birliği içinde demokrasiyi savunsunlar. AB’yi destekleyelim desteklemeyelim, sonuç itibariyle bugün bir parçasıyız. Bu yapıda belli demokratik kriterler var. Dolayısıyla bu yapı içinde geleceğimiz için karar vermemiz, dünyanın diğer bölgelerine göre daha kolay olmalı aslında. Sudan’da bağımsızlık için 2 milyon insan ölmek zorunda kaldı. Umarız AB içinde durum farklıdır.
Mesele bir karar, demokrasi meselesidir. Çıkmak istiyoruz, bu devletin bir parçası olmak istemiyoruz. Sorun nerede? Neden zorla tutuluyoruz? Bin yıllık bir tarihimiz var, dilimiz ayrı, kültürümüz ayrı. Biz, bölünecek bir köyün parçası değiliz. Biz bir ulusuz. Nasıl bir argüman sunmalıyız ki?
Hedefimiz demokratik devrim
* Bağımsızlık ve demokratik
anayasa süreci bizim için aynı şey, birbirinden ayrı ele alınamaz. Ülkeyi daha
iyi bir yer haline getirmek istiyoruz. Bunun yolu ise demokratik devrimden
geçer. Bizim hedefimiz budur.
* Meclis’te yürütülen her tartışmaya katılmıyoruz. Bazı tartışmaları deyim yerindeyse boykot ediyoruz. Farkımızı, şimdiye kadar konuşulmayan konuları gündeme taşıyarak ortaya koyuyoruz.
* Bağımsızlık olmadan Katalanlar olarak hiçbir karar alamayız. Bankalardan gelen bir kriz var ama bankalarla ilgili tek bir karar alamıyoruz. Neoliberal politikalar, sosyal kısıtlamalar ile ilgili sorunlarımız var ama karar alamıyoruz. Çünkü vergilerimiz önce Madrid’e gidiyor, orada kısıtlanıp geri yollanıyor. Yoksulluğa karşı bir şey yapamıyoruz. Protesto edebiliriz ama karar yetkisi Madrid’de.
* Katalan sağcıların söylediği bir şey var. Her gün İspanya’ya, geri dönmeyen 45 milyon Euro gidiyor. Bu bizim açımızdan çok temel bir argüman değil. Hatta tehlikeli bir argümandır. Çünkü insanlarda ‘devletimiz olursa hepimiz daha zengin oluruz’ mantığı gelişiyor.
* Meclis’te yürütülen her tartışmaya katılmıyoruz. Bazı tartışmaları deyim yerindeyse boykot ediyoruz. Farkımızı, şimdiye kadar konuşulmayan konuları gündeme taşıyarak ortaya koyuyoruz.
* Bağımsızlık olmadan Katalanlar olarak hiçbir karar alamayız. Bankalardan gelen bir kriz var ama bankalarla ilgili tek bir karar alamıyoruz. Neoliberal politikalar, sosyal kısıtlamalar ile ilgili sorunlarımız var ama karar alamıyoruz. Çünkü vergilerimiz önce Madrid’e gidiyor, orada kısıtlanıp geri yollanıyor. Yoksulluğa karşı bir şey yapamıyoruz. Protesto edebiliriz ama karar yetkisi Madrid’de.
* Katalan sağcıların söylediği bir şey var. Her gün İspanya’ya, geri dönmeyen 45 milyon Euro gidiyor. Bu bizim açımızdan çok temel bir argüman değil. Hatta tehlikeli bir argümandır. Çünkü insanlarda ‘devletimiz olursa hepimiz daha zengin oluruz’ mantığı gelişiyor.
Tek
dilli mi çift dilli mi?
Konuştuğum birçok siyasetçi ve aktivist, son yıllarda Madrid’den gelen müdahalelerin arttığını ve bu şekilde var olan özerkliğin kısıtlandığını dile getirdi. Özerklik Statüsü’nün reformunu öngören yasanın yarısı Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Peki bunun dışında nasıl bir müdahale söz konusu? Bu soruyu sorduğumda, güncel bir mesele örnek gösterildi: Eğitim dili.
Roman dillerden olan Katalanca’nın ilk yazılı kaynakları 9’uncu yüzyıla ait. İspanyolca da aynı dil grubundan olması nedeniyle aralarında benzerlik olsa da Katalanca ayrı bir dil. Farklı dönemlerde yasaklanmış olmasına rağmen varlığını koruyabilmiş. Özellikle bugün İspanya devletinin farklı bölgelerinden yoğun göç olmasına rağmen Katalonya’da yaşamın Katalanca ilerlemesi, eğitim dili olmasından ötürüdür. Sokak, metro durağı, şehir vs. isimleri de Katalanca. Çoğu dükkan vb. mekan da öyle. Katalan hükümetinin zamanında çıkardığı yasaya göre tabelalar iki dilli olabilir ama Katalanca zorunlu.
Birkaç ay önce İspanya Eğitim Bakanlığı reform çalışmalarına başladı. Reform, bütün ülkede İspanyolca’nın yeterli düzeyde eğitimin her aşamasında kullanılmasını ön görüyor. Katalonya hükümeti bu planları “Katalan diline yönelik son yılların en büyük saldırısı” olarak nitelendirdi. Zira İspanya devleti sınırları içinde bir tek Katalonya’da eğitimin tümü İspanyolca değil. Özerk Bask Bölgesi’nde üç aşamalı bir eğitim sistemi uygulanıyor. Kişi, tercihine göre eğitimini ya Baskça, ya İspanyolca ya da iki dilli görebilir. Katalonya içinde çoğunluk, eğitim dilinin bundan sonra da Katalanca olmasını savunurken, iki dilli eğitime geçilmesini isteyenler de var. Şu anda iki taraf da bu konuya ilişkin kampanya yürütüyor.
Katalan meclisinde bu konuya ilişkin ilginç bir tablo ile karşılaşmak mümkün. Mecliste, CUP ile Yurttaşlar Partisi’nin büroları karşı karşıya. CUP, Katalanca eğitimi savunuyor. Yurttaşlar ise iki dilli eğitimi. Cup’un ofisinin kapısında ‘Herkesin ülkesi için Katalanca eğitim’ yazılı bir afiş asılı. Tam karşıda, Yurttaşlar’ın kapısında ise ‘İki dilli Katalonya, iki dilli eğitim’ yazılı.
Konuştuğum birçok siyasetçi ve aktivist, son yıllarda Madrid’den gelen müdahalelerin arttığını ve bu şekilde var olan özerkliğin kısıtlandığını dile getirdi. Özerklik Statüsü’nün reformunu öngören yasanın yarısı Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Peki bunun dışında nasıl bir müdahale söz konusu? Bu soruyu sorduğumda, güncel bir mesele örnek gösterildi: Eğitim dili.
Roman dillerden olan Katalanca’nın ilk yazılı kaynakları 9’uncu yüzyıla ait. İspanyolca da aynı dil grubundan olması nedeniyle aralarında benzerlik olsa da Katalanca ayrı bir dil. Farklı dönemlerde yasaklanmış olmasına rağmen varlığını koruyabilmiş. Özellikle bugün İspanya devletinin farklı bölgelerinden yoğun göç olmasına rağmen Katalonya’da yaşamın Katalanca ilerlemesi, eğitim dili olmasından ötürüdür. Sokak, metro durağı, şehir vs. isimleri de Katalanca. Çoğu dükkan vb. mekan da öyle. Katalan hükümetinin zamanında çıkardığı yasaya göre tabelalar iki dilli olabilir ama Katalanca zorunlu.
Birkaç ay önce İspanya Eğitim Bakanlığı reform çalışmalarına başladı. Reform, bütün ülkede İspanyolca’nın yeterli düzeyde eğitimin her aşamasında kullanılmasını ön görüyor. Katalonya hükümeti bu planları “Katalan diline yönelik son yılların en büyük saldırısı” olarak nitelendirdi. Zira İspanya devleti sınırları içinde bir tek Katalonya’da eğitimin tümü İspanyolca değil. Özerk Bask Bölgesi’nde üç aşamalı bir eğitim sistemi uygulanıyor. Kişi, tercihine göre eğitimini ya Baskça, ya İspanyolca ya da iki dilli görebilir. Katalonya içinde çoğunluk, eğitim dilinin bundan sonra da Katalanca olmasını savunurken, iki dilli eğitime geçilmesini isteyenler de var. Şu anda iki taraf da bu konuya ilişkin kampanya yürütüyor.
Katalan meclisinde bu konuya ilişkin ilginç bir tablo ile karşılaşmak mümkün. Mecliste, CUP ile Yurttaşlar Partisi’nin büroları karşı karşıya. CUP, Katalanca eğitimi savunuyor. Yurttaşlar ise iki dilli eğitimi. Cup’un ofisinin kapısında ‘Herkesin ülkesi için Katalanca eğitim’ yazılı bir afiş asılı. Tam karşıda, Yurttaşlar’ın kapısında ise ‘İki dilli Katalonya, iki dilli eğitim’ yazılı.
Bağımsızlığın tek yolu devlet mi?
Bağımsızlık
isteyen Katalan partiler, ulusal bir zeminde bir araya gelmeyi başardı. Ancak
her birinin gelecek vizyonu arasında büyük farklar bulunuyor. Mevcut durumda
İspanya’ya karşı ortak mücadele veriliyor. Ama asıl mücadele gelecekte Katalan
partiler arasında yürütülecektir.
Referandumu destekleyen partiler arasında, bu sürecin nasıl yürütülmesi gerektiği konusunda farklı yaklaşımlar söz konusu. Röportaj talebimizi olumlu karşılamayan iktidardaki CiU dışında Katalan meclisindeki temel partiler ile görüştük. Şu veya bu şekilde referandumun seneye 11 Eylül’de yapılması yüksek bir ihtimal. O gün sandığa gidecek olanlar bağımsızlığa ya evet ya da hayır diyecekler. Şu anki tabloya baktığımızda sandıktan bağımsızlığın çıkması muhtemel. İktidardakilerin yol haritasına göre böyle bir durumda, AB’den de destek sağlanması halinde Katalan devletinin kurumsal ve yapısal hazırlıklarına başlanacaktır. Plan böyle.
3 muhtemel senaryo
Kısa bir süre öncesine kadar bir araya gelmeyen ve zıt politikalara sahip siyasi partiler, bugün ortak bir paydada buluşuyor. O da, bağımsızlık yanlısı olmaları. Onun dışında bir de bağımsız bir Katalan devletine karşı olup da, Katalan toplumunun kendi geleceğini belirleme hakkını, dolayısıyla referandumu destekleyenler var.
Siyasi partilerin ulusal çıkarlar etrafında birleşmeleri elbette önemli bir husustur. Fakat bu cephe, radikal soldan (CUP) sağ-muhafazakar çizgiye (CiU) kadar oldukça farklı politik ve ideolojik pozisyonlar kapsamaktadır. Dolayısıyla referandumun amaçlanan biçimiyle gerçekleşmesi durumunda asıl mücadele 11 Eylül 2014’ten sonra başlayacaktır. Çünkü siyasi partiler ve bir de meclisin dışındaki toplumsal örgütlenmeler bu kez kurulması amaçlanan Katalan devleti için gelecek projelerini ve vizyonlarını sunup ‘yarıştıracaklardır’.
Partilerin geçmiş ve günümüzdeki pratiklerine bakıldığında üç muhtemel gelecek çizmek mümkündür:
1- Mevcut neoliberal politikaların merkez sağ (özellikle de iktidardaki CiU) tarafından Katalan bayrağı altında sürdürülmesi,
2- Sistemin sürdürülmesi ancak özellikle kamu hizmetleri alanında bazı düzeltmelerin yapılması (merkez sol - sosyaldemokrat vizyonu),
3- Radikal bir değişimin denenmesi, antikapitalist bir düzenin inşa edilmesi (CUP’un vizyonu),
Bağımsızlık=devlet mi?
Devletsiz ulusların deneyimlerini karşılaştırmalı bir okumadan geçirmek mümkün elbette, ancak kaba anlamda kıyaslamacı bir yaklaşımdan da kaçınılmalı. Çünkü benzerlikler olsa da farklı faktörler farklı roller oynuyor.
Örneğin mevcut durumda yoğun bir şekilde Katalanların varlıklarını hem ulus hem de toplum olarak bir tek siyasi bağımsızlık yoluyla koruyabileceği ifade ediliyor. Anladığım kadarıyla toplumun önemli bir kısmı buna inanıyor. Kürtler olarak kendi konumumuz ile kıyaslarsak muhtemelen pek anlam veremeyiz. Çünkü varlığımız tanınmamış; hala imha-inkar politikaları ile karşı karşıyayız. Katalanların sahip olduğu statünün çok gerisindeki bir statümüz bile yok.
Günümüzde dünyanın farklı bölgelerinde çok sayıda devletsiz ulus, geleceği için farklı yol ve yöntemlerle mücadele etmektedir. Hepsinin ortak yönü, özgürlük ve bağımsızlık hedefidir. Ancak hem gelecek vizyonları hem de bağımsızlık anlayışlarında büyük farklar söz konusudur. Antikolonyalist ulusal kurtuluş mücadelelerinin tarihe damgasını vurduğu 20. yüzyılda kendi kaderini tayin hakkı çoğunlukla bağımsız bir ulus-devleti kurmakla eşanlamlı gibi ele alınıyordu. Bu mantıkta bağımsızlığın siyasal karşılığı da ulus-devlet oluyor.
Konfederalizme büyük ilgi
Kürt Özgürlük Hareketi, 20. yüzyılın sonu, 21. yüzyılın başında hem ideolojik hem de politik hem de sosyokültürel sebeplerden ötürü kendi kaderini tayin hakkı= bağımsızlık= ulus-devlet formülünü sorgulamaya başladı. Ve şöyle bir hipotezi geliştirdi: devlet dışı toplumsal (ve ulusal) örgütlenmeler, devlet etrafındaki bir örgütlenmeden daha bağımsız bir siyasal form olamaz mı? Bunun adını ise Demokratik Konfederalizm koydu.
Katalonya’da bulunduğumuz süre içinde dört panelde Kürdistan’daki toplumsal dönüşüm mücadelesini anlattık. Çok az deyinmemize rağmen her panelde en çok ilgi çeken konu, Kürt Özgürlük Hareketi’nin devlet ve iktidara yaklaşımı ile Demokratik Konfederalizm oldu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın savunmalarından derlenen Demokratik Konfederalizm broşürünün İspanyolca çevirisi her panelde kısa sürede tükenirken, Katalan Sol Bağımsızlıkçı Hareketi’nin gençlik örgütlenmesi olan Arran, bu konuya ilişkin eğitim kararı aldı.
Bundan ve hareketten kadrolar ile sohbetlerden, Sol Bağımsızlıkçı Hareket içinde Katalonya’daki realite çerçevesinde daha radikal yaklaşımlar geliştirme arayışının söz konusu olduğu sonucunu çıkardım.
Enternasyonalizmin bir gereği de, mücadeleci halkların iradesine ve dolayısıyla gelecek vizyonuna saygı duymaktır, bu temelde dayanışma göstermektir. Ancak bu gidişimde beni çok düşündüren bir husus, son birkaç yıl içinde bağımsızlık isteyenlerin sayısındaki büyük yükseliş ile ilgili. Daha doğrusu bu yükselişin sebeplerini merak ediyorum. Bağımsızlık konusu kadar, bağımsızlık isteme sebepleri de önemli değil mi?
Fırsatlar ve riskler
Katalan Özerklik Statüsü’nün reformu için oluşturulan reform yasasının İspanya Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi kuşkusuz Katalan toplumunda büyük bir kırılma yaratmıştır. Fakat bu durum, ekonomik krizle aynı döneme denk geldi. Konuştuğum birçok kişi, mali krizin bağımsızlık isteyenlerin sayıca artmasında rol oynadığını doğruladı. Peki kriz ortamında - ki İspanya genelinde işsizlik oranı yüzde 16’dan 25’e yükselirken, 6,5 milyon nüfusa sahip Katalonya’da işsizlerin sayısı 1 milyonu buldu - ekonomik refahın bir Katalan devletinde yükseleceği inancıyla bağımsızlıktan yana olmak sakıncalı olabilir mi? Ayrı bir devletin sihirli değnek gibi bütün sorunlara çözüm olacağını sanmak bir yanılgı değil mi? Veyahut milliyetçi duyguları popülist söylemlerle kabartıp oy potansiyelini bağımsızlık üzerinden yükseltmeye çalışmak, bir siyasi parti açısından ne kadar sorumlu bir duruş? Bu sorular, eskiden beri bağımsızlığı savunan sol ve cumhuriyetçi kesimden ziyade CiU’nun tabanına dönük.
Sonuç olarak Katalan ulusu tarihsel bir dönemden geçmektedir. Kendi geleceğini seçmeye hazırlandığı bu süreç, içinde fırsatlar kadar riskler de taşımaktadır. Bölgesel özerklik ile bağımsızlık yanında üçüncü yol olarak pek yaygın olmazsa da federalizm hala bir kenarda durmaktadır. Ancak İspanya içinde bir değişim olmadan, değişimi güçlü savunan bir zemin olmadan bu opsiyonun güçlenmesi pek olası görünmüyor.
Planlandığı biçimiyle gelecek yıl referanduma gidilmesi ve referandumdan bağımsızlık sonucunun çıkması durumunda AB’nin tavrı da önem arz edecektir. Zira bağımsız bir Katalonya, Batı ve Güney Avrupa’daki düzeni de sarsacaktır.
Dışarıdan bakınca Katalanların bağımsızlık arayışı ütopik gelebilir. Ancak Katalonya’da halkın geleceğini seçme hakkını savunan partiler, başta da iktidar partileri 11 Eylül 2014’te tamı tamına 30 yıl sonra ülkenin bağımsızlığı için referanduma gidileceği konusunda iddialı. Fakat bu konuda Katalan hükümetine güvenmeyenler de var. Ne olacağını şimdiden kestirmek zor. O yüzden bu süreci dikkatle izlemekte fayda vardır. Zira referandumun gerçekten seneye yapılması durumunda asıl mücadele ondan sonra başlayacaktır.
Referandumla bağımsızlığa
Katalonya Cumhuriyetçi Sol Partisi (ERC), kendisini
‘merkez sol’ olarak tanımlıyor. Sadece Özerk Katalan Bölgesi’nin değil, Katalan
Ülkesi’nin tümünü kapsayan bir bağımsız devleti savunuyor. 2012 seçimlerinde en
güçlü ikinci parti olup yüzde 13.7 oy ile 21 vekil çıkardı. CiU ile birlikte
hükümeti oluşturuyor. Cumhuriyetçilerin pozisyonunu milletvekili Pere Aragones
i Garcia anlattı.
Bağımsızlığı savunan cephenin son yıllarda bu denli genişlemesini neye bağlıyorsunuz?
Katalonya’nın özerklik statüsünü genişletmeyi amaçlayan düzenlemelerle ilgili İspanya Anayasa Mahkemesi tarafından verilen karar, bu özerklik statüsünün temeline karşı bir saldırı idi. Bu kararın verildiği 2010’dan sonra çok sayıda insan, öz yönetim ve temel sorunlar hakkında karar verebilmek için gereken özerklik alanının sadece bağımsızlık yoluyla kazanılabileceğini görmeye başladı. Çünkü İspanyol devleti ile anlaşmak mümkün değil. Özerklik statüsü ile anlaşmayı denedik ama şimdi İspanya hükümetinin sorumlu olduğu bir blokaj durumu var. Katalonya ile İspanya arasında ilişkiler hiçbir zaman bu kadar kötü değildi.
Mecliste, referandumu destekleyen bir çoğunluk var. İktidardaki CiU ile, bu referandumu 2014 yılında gerçekleştirme yönde bir anlaşmamız var. Şimdi bu referandumu gerçekleştirmenin yol ve yöntemleri üzerine çalışıyoruz. Bunu, İspanya hükümeti ile diyalog halinde yapmaya çalışıyoruz. Birleşik Krallık ve Kanada’da bu olmuştu, Katalonya’da da bunun mümkün olabileceğini düşünüyoruz.
Sorunlar İspanya içinde de çözülebilir diyenlere nasıl bir cevap verirsiniz?
Sorun şu ki birçok insan İspanya’nın Katalonya’ya bir öneride bulunması gerektiğini düşünüyor. Bir anlaşma sağlamak için, örneğin yeni bir mali anlaşma ya da anayasanın reformu için. Ama ne iktidardaki PP, ne de ondan önce iktidarda olan PSOE Katalonya ile mali ilişkileri yeniden düzenlemek istiyor. Şu bir gerçek ki İspanya, devlet içi bir çözüm için Katalonya’ya bir teklif sunmaya hazır değil.
Partiniz, Katalanlara nasıl bir gelecek projesi sunuyor?
Biz gelecekte kurulacak bir Katalan devletinin parlamenter bir cumhuriyet olmasını isteriz. Ve bu cumhuriyetin sosyal çerçevede sağlık ve eğitim gibi alanlarda kamu hizmetlerine dayanmalı. Özellikle de eğitime daha büyük bir bütçe ayırılmalı. Ekonomik açıdan AB içinde kalmanın daha doğru olacağını düşünüyoruz ama şu anki AB ekonomi politikalarını, özellikle de mevcut tasarruf politikaları reddediyoruz. Avrupa’daki ekonomik pazarımızda insan, sermaye ve ürün dolaşımının özgürce olmasını sağlamalıyız. Ekonomi politikamızda banka fikrini reddediyoruz. Eğer bir banka batamayacak kadar büyükse, o zaman demek ki fazlasıyla büyüktür. Biz, oldukça küçük bankalar, çoğu da kooperatif bankalarına dayanan bir sistemden yanayız. Serbest Pazar fikri kötü değil ama tüketicileri, ufak ve orta büyüklükteki pazarları korumalı.
Bağımsızlığı savunan cephenin son yıllarda bu denli genişlemesini neye bağlıyorsunuz?
Katalonya’nın özerklik statüsünü genişletmeyi amaçlayan düzenlemelerle ilgili İspanya Anayasa Mahkemesi tarafından verilen karar, bu özerklik statüsünün temeline karşı bir saldırı idi. Bu kararın verildiği 2010’dan sonra çok sayıda insan, öz yönetim ve temel sorunlar hakkında karar verebilmek için gereken özerklik alanının sadece bağımsızlık yoluyla kazanılabileceğini görmeye başladı. Çünkü İspanyol devleti ile anlaşmak mümkün değil. Özerklik statüsü ile anlaşmayı denedik ama şimdi İspanya hükümetinin sorumlu olduğu bir blokaj durumu var. Katalonya ile İspanya arasında ilişkiler hiçbir zaman bu kadar kötü değildi.
Mecliste, referandumu destekleyen bir çoğunluk var. İktidardaki CiU ile, bu referandumu 2014 yılında gerçekleştirme yönde bir anlaşmamız var. Şimdi bu referandumu gerçekleştirmenin yol ve yöntemleri üzerine çalışıyoruz. Bunu, İspanya hükümeti ile diyalog halinde yapmaya çalışıyoruz. Birleşik Krallık ve Kanada’da bu olmuştu, Katalonya’da da bunun mümkün olabileceğini düşünüyoruz.
Sorunlar İspanya içinde de çözülebilir diyenlere nasıl bir cevap verirsiniz?
Sorun şu ki birçok insan İspanya’nın Katalonya’ya bir öneride bulunması gerektiğini düşünüyor. Bir anlaşma sağlamak için, örneğin yeni bir mali anlaşma ya da anayasanın reformu için. Ama ne iktidardaki PP, ne de ondan önce iktidarda olan PSOE Katalonya ile mali ilişkileri yeniden düzenlemek istiyor. Şu bir gerçek ki İspanya, devlet içi bir çözüm için Katalonya’ya bir teklif sunmaya hazır değil.
Partiniz, Katalanlara nasıl bir gelecek projesi sunuyor?
Biz gelecekte kurulacak bir Katalan devletinin parlamenter bir cumhuriyet olmasını isteriz. Ve bu cumhuriyetin sosyal çerçevede sağlık ve eğitim gibi alanlarda kamu hizmetlerine dayanmalı. Özellikle de eğitime daha büyük bir bütçe ayırılmalı. Ekonomik açıdan AB içinde kalmanın daha doğru olacağını düşünüyoruz ama şu anki AB ekonomi politikalarını, özellikle de mevcut tasarruf politikaları reddediyoruz. Avrupa’daki ekonomik pazarımızda insan, sermaye ve ürün dolaşımının özgürce olmasını sağlamalıyız. Ekonomi politikamızda banka fikrini reddediyoruz. Eğer bir banka batamayacak kadar büyükse, o zaman demek ki fazlasıyla büyüktür. Biz, oldukça küçük bankalar, çoğu da kooperatif bankalarına dayanan bir sistemden yanayız. Serbest Pazar fikri kötü değil ama tüketicileri, ufak ve orta büyüklükteki pazarları korumalı.
PSC:
Referanduma evet, ama...
Katalonya Sosyalist Partisi (PSC), İspanya sosyaldemokrat partisi olan PSOE’nin Katalan kolu niteliğinde. O nedenle özgün politikalara sahip olsa da, merkez ile diyalog halinde hareket ediyor. 2012 seçimlerinde CiU ile birlikte oy kaybına uğrayıp, 28’den 20 sandalyeye geriledi. 2005-2011 yılları arasında Barcelona’ya 45 kilometre uzaktaki Vilanova kentinin belediye başkanlığını yapan Joan Ignasi Elena i Garcia, şimdi milletvekili. Başlarken kendi kişisel görüşünü değil, partisinin resmi görüşünü anlatacağını vurguladı. Eminim kendi görüşü çok daha eleştirel. Ancak cümlelerinin arasında sosyaldemokrasinin yaşadığı derin kriz ve çelişik durumu okumak mümkün.
Katalonya Sosyalist Partisi (PSC), İspanya sosyaldemokrat partisi olan PSOE’nin Katalan kolu niteliğinde. O nedenle özgün politikalara sahip olsa da, merkez ile diyalog halinde hareket ediyor. 2012 seçimlerinde CiU ile birlikte oy kaybına uğrayıp, 28’den 20 sandalyeye geriledi. 2005-2011 yılları arasında Barcelona’ya 45 kilometre uzaktaki Vilanova kentinin belediye başkanlığını yapan Joan Ignasi Elena i Garcia, şimdi milletvekili. Başlarken kendi kişisel görüşünü değil, partisinin resmi görüşünü anlatacağını vurguladı. Eminim kendi görüşü çok daha eleştirel. Ancak cümlelerinin arasında sosyaldemokrasinin yaşadığı derin kriz ve çelişik durumu okumak mümkün.
Parti olarak karar verme hakkını savunuyoruz. Fakat bunun İskoçya ve Quebec’te olduğu gibi devletle birlikte yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bir referandum olursa parti olarak bağımsızlığa hayır diyeceğiz. Ancak federalizmin gelişmesi için İspanya anayasasının reformdan geçirilmesini savunacağız. Şu anda Katalan parlamentosunda referanduma gidilmesi için yasa hazırlığı yapılıyor. Biz referandumun bir tek bu yasaya dayalı yapılmasına karşıyız. Sürece olan temel eleştirimiz budur. Yani bağımsızlığın tek seçenek olarak tartışılıyor olması. Partimiz içinde şu anda kapsamlı bir tartışma yürütüyoruz. Katalonya’da yaşanan siyasal, sosyal, ekonomik sorunlar sistem içinde çözülebilir mi yoksa daha kapsamlı reformlar mı gerekli? Bu, sosyaldemokrasinin sadece Katalonya’da değil, bütün Avrupa’da yaşadığı bir sorundur.
Hangi
pozisyon daha güçlü?
Katalonya’daki üyelerimizin
çoğunluğu daha kapsamlı reformlardan yana ama İspanya’daki sosyalistler var
olan sistemin çerçevesinde kalmaktan yana. Yeniden iktidara gelmemiz durumunda
daha kapsamlı değişiklikler yapmamız gerekecektir.
PSOE, sizin ana partiniz. Merkezle ilişkiler hangi noktalarda problemli?
PSOE, sizin ana partiniz. Merkezle ilişkiler hangi noktalarda problemli?
Tek bir noktada sorunumuz var.
O da karar verme hakkı, kendi kaderini tayin hakkı. PSOE, Katalonya için
federalizm önerimizi destekliyor olsa da karar verme hakkına, yani referanduma
karşıdır.
PSOE, iktidardayken çerçeveyi
değiştirmeye çalıştı, bölgeyle merkez arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemek,
katı merkeziyetçiliği aşmak için çaba sarf etti.
Sizce partinizin üyeleri kendilerini, diğer Katalan partilerin üyeleri oranla daha ‘İspanyalı’ hissediyor mu?
Sizce partinizin üyeleri kendilerini, diğer Katalan partilerin üyeleri oranla daha ‘İspanyalı’ hissediyor mu?
Hayır, öyle düşünmüyorum. Bu,
bireylerin özeli ile ilgili. Ama partiler arasında tabii ki en fazla
Katalonya’nın İspanya’nın içinde, ama farklı bir İspanya’nın içinde kalmasından
yanadır.
Yeşiller:İspanya’yla diyalog
Katalonya Yeşiller İnisiyatifi
– Sol Birlik ve Alternatif (ICV-EUiA), sol-ekolojik çevreden gelen bir ittifak.
2003-2010 yılları arasında Katalonya Sosyalist Partisi (PSC) ve Katalonya
Cumhuriyetçi Sol (ERC) ile koalisyon hükümetinde yer aldı. Bu hükümet koalisyonu
2010’da çoğunluğu kaybetti. 2012 seçimlerinde ICV-EUiA oyların yüzde 9.89’unu
alıp 13 milletvekili çıkardı. Marta Ribas, Katalan meclisinde Eşitlik
Komisyonu’nun başkanı. Kendisiyle partisinin referandum ve bağımsızlık
konusundaki yaklaşımını konuştuk.
Parti olarak bağımsızlık konusuna nasıl yaklaşıyorsunuz?
Biz her zaman hem Katalanların
hem de bütün halkların kendi kaderini tayin hakkı için mücadele ettik.
Partimizin içinde federalistler de, bağımsızlıkçılar da var. İspanya’nın bazı
kesimleriyle birbirimizi anlama sorunları yaşıyoruz. Bunun tarihsel nedenleri
var. Diktatörlükten sonra geçiş sürecinde bazı sorunları iyi çözemedik. Şimdi
bu sorunları yeniden ele alıp gerçekten çözme zamanı. Öncelikle de demokrasi
ile başlamalıyız.
Bu, referandumu desteklediğiniz anlamına mı geliyor?
Bu, referandumu desteklediğiniz anlamına mı geliyor?
Evet. Katalonya’daki insanlara
ne istediklerini sorup, sonuca saygı göstermeliyiz. Ama bu işi iyi yapmalıyız.
Hem İspanya hem de Avrupa ile konuşmalıyız. Bunun bir hak olduğunu anlamalarını
sağlamalıyız. Biz bunu Kürtler, Sahralılar, Filistinliler ve diğer devletsiz
halklar için de savunuyoruz. Her halk, nasıl yaşamak istediğine karar verme
hakkına sahiptir.
Referandumun zamanlaması da,
resmi ve kurallara uygun yapılması da önemli. Eylül 2014 erken olabilir. Resmi
ve kurallara uygun bir şekilde referandum için ikna etmeliyiz. İkna
olmuyorlarsa, resti çeken onlar olsun, biz değil. O zaman da farklı bir yol
aramamız gerekecektir ama bunu yaparken de Katalonya’da azami konsensüsü
hedeflemeliyiz.
Diyelim ki başarılı bir referandum oldu ve bağımsızlık kararı verildi. Peki ya sonra?
Diyelim ki başarılı bir referandum oldu ve bağımsızlık kararı verildi. Peki ya sonra?
Bu, masaya yatırmaya
çalıştığımız büyük tartışma konusu. Mesele sadece bağımsız olma opsiyonuna
sahip olmak değil. Katalonya’yı yönetme biçimimizi de değiştirmeliyiz. Eğer bu
konuda bir değişim olmayacaksa bağımsızlığın anlamı olmaz. Aynı şeyi neden
Katalan sağ partilerle, Katalan büyük şirketlerle sürdürelim ki? Bazı partiler
bağımsızlıktan sihirli bir şeymiş gibi söz ediyor. Ama nasıl olacağını
söylemiyorlar. Bu partiler, gelecekte ne tür sorunlarla karşı karşıya
kalacağımızı bilmeli. Hem risklerin ama hem de imkanların bilincinde olmalı.
Biz bağımsızlıktan, her türlü sorunu çözecek bir şey olarak söz etmek
istemiyoruz. Hem İspanya hem de AB ile ciddi ve sorumlu bir tartışma, bir
diyalog istiyoruz. Bütün opsiyonlar masaya yatırılsın ki özgürce seçim
yapabilelim. Bu, tarihsel bir sorumluluktur. Bazen işlerin nasıl ilerlediğini
görünce ürktüğümüz oluyor. Kısa vadeli bir yaklaşımla bu sorumluluğun
üstesinden gelinemez. Bu işi doğru bir şekilde yaparsak dünya için bir örnek de
olabiliriz. Avrupa içinde, Yugoslavya yolunun dışında da bir yol olduğunu
göstermeliyiz. Bunun için demokratik yolu esas almalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder