18 Oca 2014

Kavganın sırrına erenlerin tebessümü

Direnen bütün halklar aynı dili konuşur.
Biz o dilde şarkılar söyledik. El ele tutuşup dans ettik meydanlarda.
Etrafımızdaki soğuk yüzlerse sesimizi duymadılar. Dilimizi bilmiyorlardı...
* * *
Hans Gutmann için 1933 yılının ilk ayının son günü hayat, simsiyah bir fotoğraf karesine döndü. Oysa o, siyah-beyaz fotoğraflarında daima umudun bütün renklerini yakalamayı bilirdi. Elinden düşürmediği makinesiyle hikayeler anlatırdı, sözcüksüz. Aslında anlatıcı o değildi; o ânı sonsuzlaştırandı. Anlatanlar, bir âna sığan hakikatleri bakışlarına yazdıranlardı.
Sonra dehşet düştü yaşama umutla bakan gözlere. O dehşeti gördü Hans Gutmann. Bakamadı fotoğrafın gözüne. Maviydi rengi. Masmavi. Kan kokuyordu. Susturamıyordu kulaklarını sağır eden sesleri: „Heil Hit-ler! Heil Hit-ler! Heil Hit-ler!..“
* * *


İnsanoğlu yalnız değildir. Bir ada gibi bağımsız ve kendi başına da değildir. Dünyanın herhangi bir parçası bütünün bir bölümüdür. Küçük bir toprak parçası denize aksa koca bir kıta küçülür. Bütün bir ülke yok olsa, arkadaşların ölse senin evin ve yaşadığın ülke yok olmuş gibi üzülmelisin. Çünkü ben de o büyük bütünün bir parçasıyım. Işte bu yüzden; asla, Çanlar Kimin İçin Çalıyor? diye sorma. Çanlar senin için çalıyor.“
Bu cümlelerle başlıyor Ernest Hemingway’in İspanya iç savaşını anlattığı Çanlar Kimin İçin Çalıyor adlı romanı. Ve kendisinin de muhabir olarak gerillaların darbeci faşistlere karşı direnişini izlediği bu savaşta 53 ayrı ülkeden Halk Cephesi’nin tarafında mücadele etmeye gelen on binlerce Enternasyonal Tugaylar savaşçısı da aynen yukarıdaki sözlerde ifade edildiği gibi düşünmüşlerdir.
* * *
Hans Gutmann da sosyalizmi ve halkın iradesini savunmak için Almanya’ya gelen yaklaşık 5 bin enternasyonalist gibi eline silah alıp darbeci Franco öncülüğündeki faşistlere karşı savaşa katılabilirdi. Ama onun silahı fotoğraf makinesiydi. Onu ülkesinden koparan faşizme bu kez karşı duracaktı. Direnişin ânlarını sonsuzlaştırarak. Bu topraklarda nasıl eşsiz bir mücadelenin verildiğini bütün dünyaya göstererek.
* * *
Marina Ginesta 1930 yılında 11 yaşındayken ailesiyle doğduğu Toulouse’dan (Fransa) Katalonya’nın kalbi Barcelona’ya taşınmıştı. Sosyalist bir aileye doğmuştu. O yüzden oldukça genç yaşta Cumhuriyet’i savunan Sosyalist Birleşik Katalonya Partisi’ne katıldı. Faşistler, 12 Şubat 1936’da yapılan demokratik seçimleri kazanan Halk Cephesi’nin meşru yönetimini yıkmak için darbe yaptığında henüz 17 yaşındaydı. Bir yanda psikanalist bir doktor için tercümanlık yapıyordu, bir yanda da Mujeres Libres (‚Özgür Kadınlar‘) birliğinde örgütleniyordu.
Nisan 1936’da kurulan anarşist kadın örgütü Mujeres Libres, doble lucha (‚çifte mücadele‘) adı verilen perspektif doğrultusunda mücadele ediyordu. Kadınlar, hem yoldaşlarıyla birlikte özgür bir ülke hem de cinsiyetçilikten arındırılmış bir toplum için savaşıyorlardı. Erkek egemenlikli zihniyeti aşabilmek için öncelikle kadınların yeni bir kimlik geliştirmesi gerektiğine inanıyorlardı. O yüzden kadın işçi birlikleri kurdular, kadınlar için okullar açtılar. Mujeres Libres direniş yıllarında hızla büyüdü. 1936 yılında yola çıkarken 500 kadroya sahip örgütün iki yıl sonra 143 yerel grubu ve 30 bine yakın kadrosu olmuştu.
* * *
Savaşın ilk günleriydi. Aylardan temmuz. Hava o gün çok sıcaktı. Barcelona’nın merkezindeki Hotel Coron, darbecilere karşı savaşan şehir gerillaların üssüne dönüşmüştü. Hans Gutmann da elinde kamerasıyla bu tarihi ânlara tanıklık edecekti, direnişin gülümsemesini ölümsüzleştirecekti. Otelin çatısından bütün şehri görmek mümkündü. Merdivenlerden yukarı çıktığında karşısında gördüğü kısa saçlı genç kadın hemen dikkatini çekti. Yüzünde, adlandıramadığı bir ifade vardı. Omzunda silahı ile her an ölebilirdi. Ama yüzünden okunan, kavganın güzelliği, direnişin sevinci, özgür bir geleceğe mutlak inançtı. Ölebilirdi elbet. Bu kavga bedel istiyordu. Önemli olan, yolun sonuna ulaşmak değildi; coşkuyla bu yolda yürümekti.
* * *
Muhteşen bir fotoğraf bu. O ân yaşadığımız duyguyu yansıtıyor. Sosyalizm nihayet gelmişti. Otelin müşterileri gitmişti. Havada coşku vardı.“ (Marina Ginesta – 2008)
* * *
Hans Gutmann’ın 1936’nın temmuzunda çektiği fotoğraf, İspanyol faşistlere karşı direnişin sembolü haline geldi. 3 yıl süren direnişin ardından çokça insan kendine bu genç silahlı kadının kim olduğunu sordu. Acaba yaşıyor muydu? Yoksa o da direnişte yaşamını kaybetmiş miydi? Karenin sahibine sorulamazdı artık. Zira o savaştan sonra, artık Juan Guzman adını kullandığı Meksika’ya yol almıştı.
On yıllarca kimse bilmedi sayısız duvardan gülümseyen kadın militanının adını. Ta ki 2008 yılında bir gazeteci Marina Ginesta’yı Paris’te buluncaya dek. Böylece direnişin sembolünün artık bir adı vardı. O sadece faşizme karşı mücadelenin adı değildi. Aynı zamanda devrimci kadının da simgesiydi. Zira Marina Ginesta, Mujeres Libres militanlarının oluşturduğu Rosa Luxemburg Tugayı’nın savaşçısıydı.
* * *
Geçen yılın Mayıs ayıydı. Barcelona’da bir konferans salonundayız. Az sonra Kürt kadın özgürlük mücadelesi konulu panel başlayacak. Kimse yerini almaya niyetli değil. Dikkatle duvara asılı fotoğrafları inceleyip, fotoğrafların kenarındaki İspanyolca yazıları okuyorlar. Kadın gerillaların bu fotoğraflarını çeken Sarya Onur’un artık hayatta olmadığını bilmiyorlar. Bilseler bir başka bakacaklar.
Sonra panel başlıyor. En ön sırada, bir grup yaşlı kadın oturuyor. Içlerindeki biri çok yaşlı duruyor, en az 90 yaşında diye tahmin ediyorum. Kulaklıktan simültane çeviriyi büyük bir dikkatle dinliyorlar. Bazen ciddiyetle kafa sallıyorlar, bazense sesli gülüyorlar. Biliyorum, anlatılanları en iyi anlayan onlar. Içlerinde en yaşlı olan, bazen elindeki karta bakıp dalıyor. ‚Adalet İstiyoruz‘ kampanyası kapsamında hazırlanmış kartta Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in fotoğrafı var. Yaşlı parmaklarıyla karttaki yüzleri okşuyor.
Panelin ardından dördü hemen ayağa kalkıp divana doğru geliyor. Sırayla sarılıp teşekkür ediyorlar. En son en yaşlısı geliyor. Yanaklarımdan öpüyor önce. Sonra kulağıma fısıldıyor: „Ben de gençken gerilla savaşçısıydım. Barcelona’da savaştım. Sakine’yi öldürdüler. Nasıl öldürebildiler?..“
* * *
Barcelona’da bu sözleri kulağıma fısıldayan yaşlı kadın, belki de 1936’da Marina Ginesta ile omuz omuza savaşmıştı; hem faşizme hem de her türden egemenliğe karşı. Bir gün onunla tekrar karşılaşırsam eğer soracağım. Marina Ginesta’ya bu soruyu soramayacağız. Bu yılın başında, 6 Ocak’ta Paris’te yaşama gözlerini yumdu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder