Direnen
bütün halklar aynı dili konuşur.
Biz
o dilde şarkılar söyledik. El ele tutuşup dans ettik meydanlarda.
Etrafımızdaki
soğuk yüzlerse sesimizi duymadılar. Dilimizi bilmiyorlardı...
*
* *
Hans
Gutmann için 1933 yılının ilk ayının son günü hayat, simsiyah
bir fotoğraf karesine döndü. Oysa o, siyah-beyaz fotoğraflarında
daima umudun bütün renklerini yakalamayı bilirdi. Elinden
düşürmediği makinesiyle hikayeler anlatırdı, sözcüksüz.
Aslında anlatıcı o değildi; o ânı sonsuzlaştırandı.
Anlatanlar, bir âna sığan hakikatleri bakışlarına
yazdıranlardı.
Sonra
dehşet düştü yaşama umutla bakan gözlere. O dehşeti gördü
Hans Gutmann. Bakamadı fotoğrafın gözüne. Maviydi rengi.
Masmavi. Kan kokuyordu. Susturamıyordu kulaklarını sağır eden
sesleri: „Heil Hit-ler! Heil Hit-ler! Heil Hit-ler!..“
*
* *
„İnsanoğlu
yalnız değildir. Bir ada gibi bağımsız ve kendi başına da
değildir. Dünyanın herhangi bir parçası bütünün bir
bölümüdür. Küçük bir toprak parçası denize aksa koca bir
kıta küçülür. Bütün bir ülke yok olsa, arkadaşların ölse
senin evin ve yaşadığın ülke yok olmuş gibi üzülmelisin.
Çünkü ben de o büyük bütünün bir parçasıyım. Işte bu
yüzden; asla, Çanlar Kimin İçin Çalıyor? diye sorma. Çanlar
senin için çalıyor.“
Bu
cümlelerle başlıyor Ernest Hemingway’in İspanya iç savaşını
anlattığı Çanlar
Kimin İçin Çalıyor
adlı romanı. Ve kendisinin de muhabir olarak gerillaların darbeci
faşistlere karşı direnişini izlediği bu savaşta 53 ayrı
ülkeden Halk Cephesi’nin tarafında mücadele etmeye gelen on
binlerce Enternasyonal Tugaylar savaşçısı da aynen yukarıdaki
sözlerde ifade edildiği gibi düşünmüşlerdir.
*
* *
Hans
Gutmann da sosyalizmi ve halkın iradesini savunmak için Almanya’ya
gelen yaklaşık 5 bin enternasyonalist gibi eline silah alıp
darbeci Franco öncülüğündeki faşistlere karşı savaşa
katılabilirdi. Ama onun silahı fotoğraf makinesiydi. Onu
ülkesinden koparan faşizme bu kez karşı duracaktı. Direnişin
ânlarını sonsuzlaştırarak. Bu topraklarda nasıl eşsiz bir
mücadelenin verildiğini bütün dünyaya göstererek.
*
* *
Marina
Ginesta 1930 yılında 11 yaşındayken ailesiyle doğduğu
Toulouse’dan (Fransa) Katalonya’nın kalbi Barcelona’ya
taşınmıştı. Sosyalist bir aileye doğmuştu. O yüzden oldukça
genç yaşta Cumhuriyet’i savunan Sosyalist Birleşik Katalonya
Partisi’ne katıldı. Faşistler, 12 Şubat 1936’da yapılan
demokratik seçimleri kazanan Halk Cephesi’nin meşru yönetimini
yıkmak için darbe yaptığında henüz 17 yaşındaydı. Bir yanda
psikanalist bir doktor için tercümanlık yapıyordu, bir yanda da
Mujeres
Libres
(‚Özgür Kadınlar‘) birliğinde örgütleniyordu.
Nisan
1936’da kurulan anarşist kadın örgütü Mujeres Libres, doble
lucha (‚çifte mücadele‘) adı verilen perspektif doğrultusunda
mücadele ediyordu. Kadınlar, hem yoldaşlarıyla birlikte özgür
bir ülke hem de cinsiyetçilikten arındırılmış bir toplum için
savaşıyorlardı. Erkek egemenlikli zihniyeti aşabilmek için
öncelikle kadınların yeni bir kimlik geliştirmesi gerektiğine
inanıyorlardı. O yüzden kadın işçi birlikleri kurdular,
kadınlar için okullar açtılar. Mujeres Libres direniş yıllarında
hızla büyüdü. 1936 yılında yola çıkarken 500 kadroya sahip
örgütün iki yıl sonra 143 yerel grubu ve 30 bine yakın kadrosu
olmuştu.
*
* *
Savaşın
ilk günleriydi. Aylardan temmuz. Hava o gün çok sıcaktı.
Barcelona’nın merkezindeki Hotel Coron, darbecilere karşı
savaşan şehir gerillaların üssüne dönüşmüştü. Hans Gutmann
da elinde kamerasıyla bu tarihi ânlara tanıklık edecekti,
direnişin gülümsemesini ölümsüzleştirecekti. Otelin çatısından
bütün şehri görmek mümkündü. Merdivenlerden yukarı çıktığında
karşısında gördüğü kısa saçlı genç kadın hemen dikkatini
çekti. Yüzünde, adlandıramadığı bir ifade vardı. Omzunda
silahı ile her an ölebilirdi. Ama yüzünden okunan, kavganın
güzelliği, direnişin sevinci, özgür bir geleceğe mutlak
inançtı. Ölebilirdi elbet. Bu kavga bedel istiyordu. Önemli olan,
yolun sonuna ulaşmak değildi; coşkuyla bu yolda yürümekti.
*
* *
„Muhteşen
bir fotoğraf bu. O ân yaşadığımız duyguyu yansıtıyor.
Sosyalizm nihayet gelmişti. Otelin müşterileri gitmişti. Havada
coşku vardı.“ (Marina Ginesta – 2008)
*
* *
Hans
Gutmann’ın 1936’nın temmuzunda çektiği fotoğraf, İspanyol
faşistlere karşı direnişin sembolü haline geldi. 3 yıl süren
direnişin ardından çokça insan kendine bu genç silahlı kadının
kim olduğunu sordu. Acaba yaşıyor muydu? Yoksa o da direnişte
yaşamını kaybetmiş miydi? Karenin sahibine sorulamazdı artık.
Zira o savaştan sonra, artık Juan Guzman adını kullandığı
Meksika’ya yol almıştı.
On
yıllarca kimse bilmedi sayısız duvardan gülümseyen kadın
militanının adını. Ta ki 2008 yılında bir gazeteci Marina
Ginesta’yı Paris’te buluncaya dek. Böylece direnişin
sembolünün artık bir adı vardı. O sadece faşizme karşı
mücadelenin adı değildi. Aynı zamanda devrimci kadının da
simgesiydi. Zira Marina Ginesta, Mujeres Libres militanlarının
oluşturduğu Rosa Luxemburg Tugayı’nın savaşçısıydı.
*
* *
Geçen
yılın Mayıs ayıydı. Barcelona’da bir konferans salonundayız.
Az sonra Kürt kadın özgürlük mücadelesi konulu panel
başlayacak. Kimse yerini almaya niyetli değil. Dikkatle duvara
asılı fotoğrafları inceleyip, fotoğrafların kenarındaki
İspanyolca yazıları okuyorlar. Kadın gerillaların bu
fotoğraflarını çeken Sarya Onur’un artık hayatta olmadığını
bilmiyorlar. Bilseler bir başka bakacaklar.
Sonra
panel başlıyor. En ön sırada, bir grup yaşlı kadın oturuyor.
Içlerindeki biri çok yaşlı duruyor, en az 90 yaşında diye
tahmin ediyorum. Kulaklıktan simültane çeviriyi büyük bir
dikkatle dinliyorlar. Bazen ciddiyetle kafa sallıyorlar, bazense
sesli gülüyorlar. Biliyorum, anlatılanları en iyi anlayan onlar.
Içlerinde en yaşlı olan, bazen elindeki karta bakıp dalıyor.
‚Adalet İstiyoruz‘ kampanyası kapsamında hazırlanmış kartta
Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in fotoğrafı var.
Yaşlı parmaklarıyla karttaki yüzleri okşuyor.
Panelin
ardından dördü hemen ayağa kalkıp divana doğru geliyor. Sırayla
sarılıp teşekkür ediyorlar. En son en yaşlısı geliyor.
Yanaklarımdan öpüyor önce. Sonra kulağıma fısıldıyor: „Ben
de gençken gerilla savaşçısıydım. Barcelona’da savaştım.
Sakine’yi öldürdüler. Nasıl öldürebildiler?..“
*
* *
Barcelona’da
bu sözleri kulağıma fısıldayan yaşlı kadın, belki de 1936’da
Marina Ginesta ile omuz omuza savaşmıştı; hem faşizme hem de her
türden egemenliğe karşı. Bir gün onunla tekrar karşılaşırsam
eğer soracağım. Marina Ginesta’ya bu soruyu soramayacağız. Bu
yılın başında, 6 Ocak’ta Paris’te yaşama gözlerini yumdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder