“Bilinçlerimizin sınırı gerçekliğimizin de sınırıdır. Bir bilinci
sömürgeleştirmenin en iyi yolu varlığını ortadan kaldırmaktır.” Eduardo Galeano
Tarih defterlerine sığmayan veya sığdırılmayan hikayeler, yok sayılan bir
varlığın ta kendisini oluşturur. O varlığın sesi çokça kıstırılsa da, suskun
kılınsa da, yazıyla ‘teyit’ ettirilmezse de, vardır. Sadece var olmakla da
kalmaz, aslolandır. Hatta hakikatin ta kendisidir. Bin yıllardan beri bu
hakikatin keşfine çıkan sayısız isimsiz, bizsizliklerin reddiyle varoluşunu
yeniden sağlamıştır. Varlık kazanan her oluşla birlikte asli tarihin dört bir
yana savrulmuş mozaik parçacıkları yakınlaşır.
Kadının parçalanmış hakikatinin anlam gücüne kavuşmayı yaşam gerekçesi
haline getiren ‘isimsiz’lerdendir Charlotte Perkins Gilman. 19. yüzyıl sonu,
20. yüzyıl başında yükseltilen feminist mücadeleden söz ederken belli başlı
isimlerin telaffuz edilmesindendir belki de Gilman’in pek biliniyor olmayışı. Oysa
‘Androcentrism’ (erkek merkeziyetçilik) kavramını kullanan bu kadın, birçok
hemcinsi gibi çok daha fazla tanınmalı.
3 Temmuz 1860’da ABD’nin Connecticut eyaletine bağlı Hartford kentinde
dünyaya gelir. Babası tarafından terk edilmiş, annesi tarafından sevgiden
mahrum bırakılmış, yoksunluk ve yoksulluklarla dolu bir çocukluk geçirir.
Düşünsel olarak güçlü fakat manevi ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdaki bir
kadın olarak 21 yaşındayken günlüğüne şöyle yazar: “Birçok iyi sebepten ötürü –
yalnız – YAŞAMAYA karar veriyorum.” Ev kadını, eş veya anne olmayı reddeder.
Ancak buna rağmen – belki de yaşadığı sevgisizlikten ötürü – 24 yaşına
geldiğinde ressam Charles Walter Stetson ile evlenir. İlk haftaları mutlu geçse
de, çok geçmeden depresyonlar baş gösterir. Bir yıl sonra kızı Katharine’nin
dünyaya gelişiyle beraber ise bunalım krizli bir hale dönüşür: “Her sabah aynı
umutsuz uyanış. Aynı kendini-sürükleme. Ölmek korkaklık olurdu. Geri çekilmek
imkansız, kaçış imkansız.”
1887 yılının baharında psikoloğa başvurur. Dönemin ünlü nörologu Dr. S.
Weir Mitchell, kendisini şu ‘doktor tavsiyesi’ ile eve gönderir: “Mümkün olduğu
kadar evcil yaşayın. Çocuğunuz her zaman yanınızda olsun. Her yemekten sonra
bir saat uzanıp dinlenin. Günde iki saatten fazla beyninizi yormayın. Ve
hayatta olduğunuz müddetçe bir daha asla elinize kalemi almayınız.” Tavsiyelere
harfiyen uyan Gilman, daha sonra günlüğüne şu satırları düşer: “Deliliğin
kıyısına çok yakınlaşmıştım.”
O kıyıyı geçmeden Ekim 1888’de eşini bırakır. Kendisine biçilen rollerden
sıyrılıp düşünsel gücünü ürüne dönüştürür: 1890’da kaleme alınan öyküsü ‘Sarı
Duvar Kağıdı’. Bu öyküsünde kişiliği sistematik bir şekilde yok olmakla karşı
karşıya olan genç bir evli kadının hikayesini betimler. Yoğun bir şekilde
yazıp, bu biçimde geçimini de sağlamayı başarır.
1894’te eşinden resmen de boşanır. Çok geçmeden eşi, Gilman’in en yakın
arkadaşı olan Grace Channing ile evlenir. Artık dokuz yaşında olan kızı
Katharine’i onlara bırakır ve kendini tümüyle kadın özgürlük mücadelesine adar.
Durmadan yoğunlaşmalarında derinleşmek için okur, düşünsel gücünü zorlar,
ulaştığı sonuçları yazılar ve yaptığı konuşmalar ile paylaşır. Hitabeti çok
güçlü; anlaşılır ve sade bir üslupla düşüncelerini dile getirmeyi başaran bir
kadındır. Kendisinden 21 yaş büyük olan yazar Helen Campbell’in yanına, San
Francisco’ya taşınır. Çalışan kadınların hakları için verdiği mücadeleden ötürü
“Campbell Ana” olarak isimlendirilen arkadaşı vasıtasıyla sosyalizm ve
antikapitalizm ile tanışır.
Artık yerelle sınırlı kalmayıp, şehir şehir, ülke ülke gezip kadın
kongrelerine, eylemlerine katılır. Uluslararası feminist hareket içinde de
artık tanınan bir aktivisttir. Ama o sadece aktivist değil. Bundan ziyade
düşünürdür. İlk kapsamlı teorik eseri olan Women
and Economics (Kadınlar ve Ekonomi) 1898’de yayımlanır. Burada kadının
ekonomik bağımlılığından doğan adaletsizliğin bir bütün olarak toplum üzerinde
yarattığı olumsuz etkileri irdeler. Bu kitabı yedi baskı yapıp yedi dile
çevrilir.
1900’da kuzeni George Houghton Gilman ile evlenir. Kendisinden yedi yaş
küçük olan eşi kendisine her konuda sınırsız destek sunar.
1909’da The Forerunner (Müjdeci)
isimli bir dergi çıkarmaya başlar. Derginin hem sahibi, hem yayıncısı, hem de
tek yazarıdır. 3 bin abonesi olan ve ağırlıklı olarak kadın özgürlüğü ve barış
konularını işleyen dergi 1916 yılına kadar aylık olarak yayımlanır.
1911’de kaleme aldığı The Man-Made
World or Our Androcentric Culture (Erkek yapımlı dünya veya erkek
merkeziyetçi kültürümüz) adlı kitabında ilk defa Erkek Merkeziyetçiliği kavramını kullanır. 1915’te arkadaşı Jane
Addams ile Kadınların Barış Partisi’ni kurar. Aynı sene sadece kadınların
yaşadığı bir ülkenin anlatıldığı ütopik romanı Herland’ı (Onun Ülkesi) yazar.
ABD’de oldukça çalkantılı geçen 1920’li yıllarda otobiyografisini yazmaya
başlar. Kadınlar için seçme ve seçilme hakkı kazanılmıştı. Ancak Amerikan
kadını giderek sosyalist-feminist amaçlarından uzaklaşıyordu. 30 yıl boyu bu
amaçlar için kesintisiz bir mücadele veren Gilman, bu dönemde ideoloji
eleştirisine yoğunluk verir. 1923’te yayımlanan eseri His Religion and Hers’te (Erkeğin dini ve kadınınki), dinlerin
erkekler tarafından yapıldığını ve androsantrik, yani erkek merkezli yapılandırıldığını
anlatır. Gilman bu kitabında, dinin bu yönüyle bütün kurum veya ideolojilerden
daha fazla insanlığa zarar verdiğini yazar. Kitap ve makalelerinde tespit ve
eleştirilerle sınırlı kalmayan Gilman, her zaman çözüm önerilerini de sunar. Bu
eserinde de dinin yeniden yapılandırılması durumunda yeni umutlar
sunabileceğini belirtir. Bunun içinse öte dünyadan ziyade bu dünyaya dönmeli.
1932 yılında göğüs kanseri olur. Doktorlar, iyileşme şansı görmez. Kanser
teşhisinden iki sene sonra eşi ölür. Kendisi ise 17 Ağustos 1935’te kloroform
ile intihar eder. İntiharından önce kaleme aldığı veda mektubunda şöyle der:
“Hiçbir acı, mutsuzluk veya ‘kırık kalp’ bir insana, topluma hizmet etme gücüne
sahip olduğu halde yaşamına son verme hakkını vermez. Ancak her türlü
yararlılık artık geride kaldığında, ölümün kesin bir şekilde yaklaştığından
emin olunduğunda, o zaman korkunç ve yavaş bir ölüm yerine hızlı, kolay bir
ölümü seçmek, insanın en basit haklarından biri olur.”
Vasiyeti üzerine cenazesi yakılır ve külleri çok sevdiği Güney Kaliforniya
tepelerine savrulur.
Bu yazı, PolitikART'ın Jineolojî konulu yeni sayısının Portre sayfası için kaleme alındı.
Bu yazı, PolitikART'ın Jineolojî konulu yeni sayısının Portre sayfası için kaleme alındı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder