Brüksel merkezli Uluslararası Kriz Grubu (ICG), ağırlıkta NATO devletlerince finanse edilen bir düşünce kuruluşudur. Esas işi, dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan veya çıkması olası çatışmalara ilişkin raporlar hazırlamaktır. Durum değerlendirmeleri ve tavsiyeleri ile bir nevi jeopolitik danışmanlık hizmeti sunmaktadır. Raporlarını da bu biçimde okumak gerekir.
ICG, 1995 yılında (ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi de olan) Morton Abramowitz öncülüğünde ve Soros Vakfı’nın sahibi George Soros’un desteğiyle kuruldu. 15 milyon dolarlık yıllık bütçesinin yarısından fazlası hükümetler, yüzde 26’sı uluslararası vakıflar ve yüzde 20’si bireyler tarafından karşılanıyor. Finansörleri arasında Avrupa Birliği üyesi 13 devlet ve Avrupa Komisyonu yanı sıra ABD, Türkiye, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Norveç ve İsviçre bulunuyor. Uluslararası siyaset ve diplomasi arenasından isimlerden oluşan danışma kurulunda BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan, NATO eski Genel Sekreteri ve Avrupa Konseyi eski Genel Sekreteri Javier Solana, İsviçre eski Dışişleri Bakanı Micheline Calmy-Rey ve Almanya eski Dışişleri Bakanı Joschka Fischer da yer alıyor.
Kriz Grubu Kürt sorunuyla 2011 yılından itibaren yakından ilgilenmeye başladı. Hatırlanırsa 2011 yılı oldukça çatışmalı ve Kürtler açısından direnişli geçen bir seneydi. Tam da o dönemde ICG, “Türkiye: PKK isyanına son vermek” başlıklı bir rapor yayımladı.
1999 yılından sonra Türk ordusu ile PKK gerillaları arasında en yoğun çatışmaların yaşandığı 2012 yılının Eylül ayında ise ICG’nin Kürt sorunu konulu ikinci raporu açıklandı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın kendi inisiyatifi ile Türk devletiyle görüşmelere başlamasının hemen öncesine denk gelen bu raporun başlığı “Türkiye: Kürt sorununun çözümü ve PKK” idi. Kriz Grubu bu raporunda ağırlıkta AKP Hükümeti açısından ‘Demokratik Açılım’ sürecinin neden sonuçsuz kaldığını irdeleyip, AKP’ye Kürt sorununun çözümü için bir nevi yol haritası sunuyordu. Fakat ‘Kürt sorunu ayrı, PKK ayrı’ mantığını taşıyan bu yol haritasının son durağı, Kürt halkının özerkliği ve özgürlüğü değil, PKK’nin silahsızlandırılmasıydı.
Dört ay geçmeden bu kez üçüncü rapor yayımlandı. “Türkiye’de Kürt çıkmazı” başlıklı üçüncü ICG raporu, diyalog sürecine ilişkin iki tarafa yönelik tavsiyeler içermiş olsa da, esasen AKP’ye bu süreci nasıl götürmesi gerektiğine dair uluslararası akıl niteliğindeydi.
Bu raporun hemen akabinde ise Ocak 2013’te Rojava’ya ilişkin özel bir rapor hazırlandı. Kürt sorununa ilişkin 4 ay içinde hazırlanan bu üçüncü raporda, Rojava’da “iki temel Kürt milliyetçilik/ulusalcılık modeli”nin hakim olduğu belirtilerek, söz konusu iki paradigmanın sahiplerinin PKK ile PDK olduğu kaydediliyordu. O dönemki siyasi dengeler ve koşullar bağlamında okunması gereken bu raporda ICG, Rojava’daki Kürt özgürlük mücadelesine ilişkin oldukça ılımlı bir dil kullanıyordu. Hatta PYD’nin kitlesel ve silahlı gücünün tanınması çağrısında bulunuyordu.
ICG dün yayımlanan “İkarus’un düşüşü mü? PYD’nin Suriye’deki belirsiz yükselişi” başlıklı raporunda ise tamamen ağız değiştirmiş durumunda. Bu raporda PYD, 'Esad rejimiyle işbirlikçi', 'antidemokratik', 'farklı görüşlere karşı baskıcı ve tahammülsüz', 'gayri meşru', 'egemen ve iktidarcı bir güç' olarak lanse ediliyor. İddialarını, kanıtlanmış olgular olarak sunan ICG’nin raporuna göre PYD’nin Cenevre II’nin dışında kalmasının sebebi, “rejimle arasına mesafe koymaması”. Ayrıca “PYD Suriye’nin Kürt bölgelerini özgürleştirmedi: rejimin boşalttığı yerlere girdi”! ‘Rojava’da devrim yok!’ demenin bir başka biçimi yani.
Bu dönemde PYD’nin şahsında Rojava’daki Kürt özgürlük mücadelesine karşı böylesi karalayıcı bir raporun hazırlanması, elbette ki Rojava’da Kürtlere dayalı demokratik devrim perspektifine karşı uluslararası konseptten bağımsız değil. ICG’nin bir önceki Rojava raporunda belirttiği gibi, bugün Rojava’da iki model veya çizgi çatışmaktadır. İşlevi itibariyle NATO’nun düşünce kuruluşu olarak değerlendirebileceğimiz ICG, bu son raporuyla birlikte hangi çizgiyi desteklediğini alenen ortaya koymuş bulunmaktadır.
Burada esas mesele, bir kuruluş olarak Uluslararası Kriz Grubu’nun karalayıcı bir rapor yayımlamış olması değil. Bu yorum, ICG’ye karşı bir tepki de değil. Çünkü raporu genel gelişmelerin içine oturttuğumuzda, tam da bugün NATO güçlerinin Rojava’ya yaklaşımını ortaya koymaktadır. NATO’nun Rojava politikasının yansımasıdır, ifadesidir. İthamların ağır olması, yürürlükteki saldırıların şiddeti ile ilintilidir. Saldırı çok açıktandır çünkü gelinen aşamada Rojava’daki aktörlerin de maskesi düşmüştür.
Bu bağlamda değerlendirecek olursak Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün karalayıcı raporundan sonra ICG’nin de – tam da Suriye’yi Demokratikleştirme Projesi’nin ilan edildiği gün – PDK ağızlı bir rapor yayımlamış olması, bugün NATO’da en somut ifadesini bulan Kapitalist Modernite güçlerinin Rojava’da Demokratik Modernite modeline karşı saldırılarını yoğunlaştıracağına dair önemli bir veri olarak görülebilir. Zira esasen bugün Rojava’da çatışma halinde olan, bu iki modernitedir. Angaje olan güçlerin nicel ve nitel durumları, Rojava’dan çıkacak sonucun sadece Rojava ve Suriye açısından değil, bütün bir bölge ve onun ötesinde de ne denli önem arz ettiğini gösterir. O bakımdan yapımı devam eden hendek ve duvarları da, İŞİD’in yoğunlaşan saldırılarını da, Rojava devrimi karşıtı raporları da bu denkleme oturtmakta fayda vardır.
http://firatnews.com/news/guncel/kriz-grubu-pyd-konusunda-niye-agiz-degistirdi.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder