Chemnitz, Almanya’nın doğusunda, Çek sınırına yakın 240 bin nüfuslu
bir şehir. Adını, şehrin ortasından geçen, Slavca adı Kamjenica olan
aynı isimli nehirden alıyor. Doğunun doğusundaki bu şehir, ilginç bir
haberle Almanya gündemine girmeyi başardı. Bu habere geçmeden önce
Almanya’da yaşayan insanların da yolunun kolay kolay düşmediği bu şehrin
tarihine bakalım.
Muhtemelen 1170 yılında Kayzer Friedrich
Barbarossa tarafından kurulan yerleşim yeri, Ortaçağ’da da bir ekonomi
merkeziydi. 18. yüzyılın sonunda ise önce büyük ekonomi gücüne sahip bir
endüstri merkezi haline gelir, daha sonra da Almanya’nın en önemli
endüstri şehirlerinden biri olur. Öyle ki, o dönemler “Saksonya’nın
Manchester’i”
deniyormuş. Hatta 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçiş
döneminde Almanya’nın en zengin şehriymiş. Dolayısıyla 1800’lü ve
1900’lü yıllarda Alman endüstriyel kapitalizminin temel merkezlerinden
biri de, bugün adı pek de anılmayan Chemnitz imiş.
Chemnitz’in bir
dönem adı farklıymış, eski adına 1990 yılında yapılan halk oylamasında
yüzde 76 oyla kavuşmuş. Ondan önce, 1953 yılından itibaren DDR
hükümetinin kararı ile adı Karl-Marx-Şehri idi. Marx oralı değildi,
ancak sanırım şehrin yukarıda sayılan özellikleri, DDR yönetiminin bu
kararında etkili olmuştur. Hala Marx’ın ünlü anıtına mekan olduğu gibi,
şehirdeki Faşizm Mağdurları Parkı’nda da Marx ile Engels’in heykelleri
bulunuyor.
Şimdi gelelim haberimize: Chemnitz’deki Sparkasse
Bankası, müşterilerine kredi kartlarının üzerindeki motifi, bölgede
görülecek 9 yer arasında seçme olanağını sunuyor. Hatta bu motifler
arasında çekilişli oylama yapılmış. Banka müşterileri, kredi kartlarında
görmek istedikleri motif için oy kullanmış. Hangi motif kazandı
dersiniz? Marx’ın anıtı!
Tabii bilemem, bu sonucu nasıl
değerlendirmeli. Oylamaya katılanlar Marksist olduklarını mı beyan etmek
istedi? Kapitalizmin mevcut durumda yaşadığı yapısal kriz karşısında
bir mesaj mı vermek istediler? Yoksa amaçları kendilerince espri yapmak
mıydı? Düşünün ki alışveriş mağazasında kasiyerin “Ödemeyi nasıl yapmak
istersiniz?” sorusuna “Tabii ki Marxlı kredi kartım ile” yanıtı
veriliyor... Marx, bir gün finans kapitalin en temel simgelerinden olan
kredi kartını süsleyeceğini bilseydi...
Hazır kapitalizmden söz
etmişken; Almanya Anayasa Mahkemesi, dün açıkladığı karar ile hükümetin
Avrupa Kurtarma Fonu ile ilgili meclisi bilgilendirmek zorunda olduğunu
beyan etti. Konuyla ilgili dava açan Birlik 90/Yeşiller Meclis Grubu’na
hak veren Mahkeme, hükümetin meclisi karar alma sürecine dahil etmesi
gerektiğine karar verdi ve şöyle dedi: “Hükümetin hızlı ve etkili
hareket etmek zorunda olduğu doğru. Demokratik sistemin birçok unsuru
ilk bakışta bu açıdan engelleyici. Ancak uzun vadede bu unsurlar,
yurttaşlar tarafından gerçekten de sahiplenilen verimli, istikrarlı ve
dengeli bir kamunun zeminini oluşturuyor. Demokrasinin bedeli var. Onda
tasarruf etmek ise çok pahalıya mal olabilir.”
Anayasa Mahkemesi’nin
bu kararın, hükümetin şimdiye kadar Euro krizi kapsamında almış olduğu
kararlar üzerinde etkisi yok. Merkel şahsında somutlaşan başına
buyrukluk üzerinde de etkisinin olacağı kuşkulu. Zira Merkel şu sıralar,
adına ‘gazete’ denen Bild’in yardımı ile Almanları, bütün dünyanın
paraları peşinde olduğuna inandırmanın derdinde. Ona göre Avrupa,
Almanların hakkında karar verebileceği bir şey. Temel ölçü, Almanın
çıkarı. Dün Jakob Augstein haftalık makalesinde Merkel & Bild
ikilisi için şöyle dedi: “Onlar, sanki bir Avrupa yolu ile bir Alman
yolu arasında seçim yapabilirmişiz gibi davranıyor. Ama Alman yolu diye
bir şey yok.” Merkel’in tehlikeli oynadığını yazan Augstein, “Avrupa
Weimar’dır. Ve Almanlar sırtlarını Weimar’a döndüğünde demokrasinin sonu
geldi” uyarısında bulundu. Ona göre tam kriz zamanında AB’yi pek de
takmayan, önemsemeyen bir başbakanın olması büyük şanssızlık.
Oysa
mesele AB’nin varlığını kurumsal olarak kurtarmak değil. Kriz
zamanlarında savunulması gereken değerlerin başında, demokrasi,
özgürlükler ve insan hakları gelmeli.
http://www.yeniozgurpolitika.com/index.php?rupel=nivis&id=1940
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder