Son günlerde Frankfurt’a uğramış veya buradan geçmiş olanlar, olağanüstü
hal koşullarına şaşırmış olabilir. Nereye baksan çeşit çeşit üniformalı
robocop tipi polisler, şehir merkezinin bir kısmında yollar kapatılmış,
kentin üzerinden helikopterler geçiyor, otoban kenarlarına kontrol
noktaları kurulmuş, tren garında insanlar durdurulup kimlik kontrolünden
geçiriliyor, bütün kapılar polislerce tutulmuş. Çarşamba günü başlayan
bu manzara, dün de devam ediyordu.
Şimdi dersiniz ki muhtemelen bir
‘terör saldırısı’ tehdidi vardı ki, polis de vatandaşın güvenliğini
sağlamak üzere ‘görev’deydi. Zaten polis her zaman yurttaşın “dostu ve
yardımcısı” (Die Polizei; dein Freund und Helfer) olarak tanıtılır ya.
Ama bu, onun esasen toplumun değil devletin dostu ve yardımcısı olduğu
gerçeğini değiştirmez. Ve Blockupy Frankfurt ile birlikte gördük ki, o
ayrıca piyasaların, bankaların ve finanskapitalin de koruyucusu.
Blockupy Frankfurt ne mi?
Avrupa
Merkez Bankası’nın (AMB) da bulunduğu Frankfurt, bir finans şehri.
Hatta banka gökdelenleriyle kendine ‘Mainhattan’ lakabını takmış,
küresel kapitalizmin kurumsal merkezlerinden biri. Geçen yılın ekim
ayında burada da gerçekleştirilen İşgal - Occupy - eyleminin ardından
AMB’nin önüne protesto kampı kurulmuştu. Ardından şubat ayında
Frankfurt’ta yapılan ve 400 kişinin katıldığı Avrupa Eylem
Konferansı’nda, 17-19 Mayıs tarihleri arasındaki süre, “AB’nin kriz
rejimine karşı” protesto günleri ilan edildi. Konferans bildirisinde
şöyle denmişti:
“17 Mayıs’ta, tartışmalar için yer açmak amacıyla
şehrin merkezi meydanlarını işgal edeceğiz. 18 Mayıs’ta, troyka
politikasına karşı öfkemizi somutlaştırmak için Frankfurt’taki
bankaların işlerini bloke edeceğiz. 19 Mayıs’ta büyük bir yürüyüş için
buluşup, protestoların genişliğini görünür kılacağız.” Bu eylem
günlerine, block (bloke etmek) ve occupy (işgal etmek) fiillerinden
oluşan “Blockupy” adı verildi. Çok güçlü içerikli bir program
oluşturuldu, farklı düşünür ve aktivistler davet edildi, güncel konulara
ilişkin panel ve kültürel aktiviteler planlandı.
Sonra ne oldu?
Belediye, protesto gösterilerini yasakladı. Yasak, “yurttaşların
güvenliği” ile gerekçelendirildi. Oysa dert edilen, kapitalizmin ve onun
somut ifadelerinin “güvenliği” idi. Ayrıca şehir idaresi, bunu fırsat
bilip AMB’nin önündeki protesto kampının da o süre için boşaltılmasını
buyur etti. Bir kere boşaltılan bir kampın yeniden kurulmasının ne kadar
zor olduğunu belirtmeye gerek yok herhalde. Temel bir hak olan gösteri
hakkının mahkemelerin yardımıyla da ortadan kaldırılması kendi başına
çok büyük bir hak ihlali iken, daha da ileri gidildi. Daha önce protesto
gösterilerine katılmış olan yüzlerce Frankfurtlu aktiviste tedbiren,
AMB’nin çevresini kapsayan alana giriş yasağı tebliğ edildi. O da
yetmiyormuş gibi farklı şehirlerden gelen otobüsler otoban kenarlarında
durduruldu, içindekilerin görüntüleri çekildi, kimlik bilgileri alındı
ve onlara da Frankfurt’a giriş yasağı verildi. Böylece yüzlerce insanın,
cumartesi günü yapılan ve izinli tek gösteri olan yürüyüşe katılımı
keyfi bir şekilde engellendi. Öncesinde de perşembe ve cuma günü yapılan
‘izinsiz’ gösterilerde 500’den fazla eylemci polislerce Wiesbaden ve
Giessen’de kurulan ‘gözaltı merkezlerine’ götürüldü. Önceki gün yapılan
antikapitalist yürüyüşe katılanlara ise, farklı eyaletlerden ‘takviye
güçler’in de bulunduğu 5 bin polis eşlik etti! Hatta eşlik etmekle
kalmadı, antifaşistlerin kortejini yürüyüş boyu sol ve sağdan 3’er
sıralık bir çembere alıp eylemcileri tahrik etti, göz yaşartıcı gaz
sıktı.
Bütün bunlar, sözümona ‘demokrasinin beşiği’ Avrupa’da
mücadeleyle kazanılan temel hak ve özgürlüklerin nasıl demonte
edildiğini sanırım yeterli düzeyde gözler önüne seriyor. Bunun nasıl bir
strateji ile bağlantılı olduğunu ise gelecek hafta irdeleyeceğiz.
Fakat
Blockupy eylemi çok önemli bir hususu daha gözler önüne serdi. O da
finans kapitalin yükselen protestolardan duyduğu korkuyu. Düşünün ki
polis cuma günü için finans menejerlere işe gelmeme, büroya gelecek
olanlara ise takım değil de normal kıyafet giyme çağrısında bulunmuş.
AMB de personelinin bir kısmını gizli kiralık bürolara kapatmış. Lüks
butiklerin merkezi olan Goethestrasse’de dükkanların hemen hemen hepsi
gösteriler boyu tahta ile vitrinlerini sağlama alırken, Chanel ve Armani
gibi markalar mallarını vitrinden alıp çelik kasalara saklamış.
İşte
bu korkuyu hissettirebilmek öyle sıradan bir şey değil, büyük bir
başarı. Korksunlar. Avrupa sokaklarında dolaşan bu antikapitalist
hayaletten daha da korksunlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder