Gri balıkçılı görmek için yürüyorum. Zap nehrinin üzerinden buz gibi
buğular Gri balıkçılı görmek için yürüyorum. Zap nehrinin üzerinden buz
gibi buğular yükseliyor. Aslında ben bu görünüme bayılıyorum. Şimdi
tepelerin uçlarına vuran güneş birazdan vadinin içine ulaşacak ve bu
buğu sessizce yükselip yerini suyun yüzeyindeki parıltılara bırakacak.
Buz mavisi nehir kıyısında yürüdüğüm zaman içerisinde yosun yeşili bir
nehre dönüşecek. Zap, gece mavisi kıyafetlerini çıkarıp günün yeşil
tüllerine sarınacak. İşte tam bu esnada gri bir balıkçıl usulca süzülüp
bu nehrin üzerinden geçecek.
Ve ben sadece bu anı bir kez daha görebilmek için Zap kıyısında
yürüyorum... Bu dağlarda bazı nesnelerin sihri olduğuna inanıyorum ve
bir başkasına anlatıldığında bu sihrin bozulacağını da iyi biliyorum.
Kim söylemişti hatırlayamıyorum; kişi doğanın ona sunduğu gizleri
kendisinde saklamayı başarırsa, doğa ona daha çoğunu bahşedermiş; yeter
ki, sırlarını kendinde tutmayı bilsin...
Dağlarda geçirdiğim bütün bu zaman içerisinde gri balıkçıl her bahar
bana bir kez görünmeyi ve kaybolmayı başardı. Ve ben de onun görünümüyle
başladığım her yeni çalışmayı tamamlamayı başardım. Onunla çıktığım her
yolculuğu sonlandırmayı bildim. Ve öyle bir an geldi ki, artık onsuz
hiçbir şeye başlayamaz oldum. Onu görmeden, onun sabah güneşinde
parlayan tüylerinden kendime, kalbime bir görünüm yerleştirmeden yola
çıkmaz oldum. O da her yeni aşamada bana bir kez görünmeyi ve yüreğimi
rahatlatmayı bildi...
Önceleri bunun bir tesadüf olduğunu düşünüyordum. Bu coğrafyaya ait
olmayan bu kuşun buralardan geçerken bu kıyıya inmiş olduğunu, bir zaman
dinlendikten sonra tekrar yoluna devam edeceğini sanıyordum. Bunun öyle
olmadığını yıllar boyunca giriştiğim her yeni çalışmanın arifesinde
veya atıldığım her yeni yolculuğun başlangıcında onunla karşılaştıkça
fark ettim. Gri balıkçıl buralardan gitmiyordu, yoluna devam etmiyordu.
Sanki bu nehir onun eviydi...
Kuzey Kürdistan’a yaptığım yolculuğun benim için birçok nedeni var.
Bunlardan ilki ve bütün arkadaşlarımın bildiği; Botan’da başlayıp Ağrı
Dağı’nda sonuçlanacak ve kuzeyin gerillasını anlatacak bir belgesel film
hazırlamaktır... Bu benim en geçerli gerekçem ve bütün arkadaşlarım
tarafından onaylandı. Daha önce hiçbir kameraman tarafından denenmemiş,
yapılmamış ‘Ağrı Dağı’na Yürüyenler’ ismini verdiğim bu çalışmayı
sonuçlandırdığım günü düşünmek bile bana büyük bir heyecan veriyor.
Kıyasıya bir savaşın yaşandığı bu coğrafyada bu çalışmayı başarır mıyım,
bilemiyorum. Ama, en azından Kabe’ye yürüyen karınca misali yollarında
ölürüm...
Dağa gelmeden önce çok kısıtlı bir kamera ve fotoğraf eğitimim vardı.
Onun dışında hiçbir eğitimim yok bu konuda. Asıl dağlar beni bu
çalışmaya sürükledi. Dağlarda benim de fark etmediğim ama hissettiğim
bir gelişme oldu. Bunun nasıl olduğunu izah edemem ama içinde yaşayarak,
paylaşarak, dağ atmosferinde aynı havayı tadarak, hem düşünsel olarak,
hem de teknik olarak birçok farklılaşmayı yaşadım. Benim fotoğraflarım,
kameracılığım dağlarda gelişti. Ben bunun bir dağ sırrı olduğuna
inanıyorum.
Dağa gelince fark ettik ki, burada koca bir dünya var. Asıl mesele benim
bu yaşamı anlatma istemim. Asıl mesele bu yaşamı ne kadar sevdiğimi
göstermek. Benim gerçek arkadaşlarım burada oldu. Onları yansıtmak,
kalıcı kılmak, bir şekilde hayatta ve akıllarda tutmak istedim. Çünkü
bunlar Kürt halkının en kahraman, en güzel çocuklarıydı. Kürt halkının
en seçilmiş, en güçlü, en değerli bölümü geldi dağlara. O değerlerin
içinde yaşıyor olmak, o değerlerin içinde bulunuyor olmak hep bana
mutluluk verdi. Yaşadıkça, çektikçe ve fotoğrafladıkça benden onlara ve
onlardan bana akan bir döngü kuruldu.
Bu yolculuğa Kürdistan’ın güzellikleri için koyulmuştum. Kameramla o
uçsuz bucaksız güzelliklerini toplayacaktım. Gerillanın yaşadığı bütün
dağlara çıkacak, kokladığı bütün çiçekleri koklayacak, silahım en son
kullanacağım eşyam olacaktı.
Kuzey’e geçişimin ilkinden daha önemli ve daha az arkadaşımla
paylaştığım nedenini düşünüyorum. Savaşın orta yerinde olmak istemiştim.
Hayatımın geri kalan yıllarını başka bir yerde değil Kuzey
topraklarında tamamlamaktır hayalim. Denizler ortasında zehirlenmeye
çalışılan O güzel insana ve O’nun yarattığı halka topyekün bir savaş
dayatılırken, kıyısında köşesinde değil orta yerinde olmak istemiştim.
Ve bütün malzemelerimi sırtlayıp Kuzey yollarına bu yüzden düşmüştüm.
Hiçbir şey yapamasam da, en azından bu topraklarda gerillanın izinden
yürümüş olurum...
Bu yolculuğa çıkışımın en içsel ve en gizli nedeni yenilenmekti. Nasıl
olacağını bilemiyordum ama kendimi bir kez daha yenilemenin, duygu ve
düşüncelerime bir kez daha biçim vermenin yolunun bu topraklardan
geçtiğini hissediyordum. Hiçbir şeyi eskitmeye katlanamıyorum. Kalbimde
yaşattıklarımı hep ilk anki diriliğiyle, hep ilk anki heyecanıyla
hissetmek istiyorum. Bunun yolunun da, hayatımız pahasına da olsa kalbin
ve bedenin yenilenmesinden geçtiğine inananlardanım.
Bu dağlarda bir hayat yaşadım. Çok başarılı olamasam da, temiz
yaşadığıma inanıyorum. Ne bu dağlara, ne de bu dağlarda edindiğim
yoldaşlara, bir kez olsun ne madden, ne de ruhen uzak düşmedim. ‘Uysal’
olan soyadım bu gerilla yaşamı içerisinde kendiliğinden Dağ oluverdi. Bu
ismi hak etmesem de, layık olmak için elimden geleni yaptım.
Benim dağa getirdiğim sadece kendi bedenim var. Ama benim dağdan aldığım
şeyler çok fazla. Ben dağlarda yetiştim. Bir seyirci olarak değil.
İçinde bir yaşayan olarak yer aldım. Örnek Beritan filmini verebilirim.
Kürt tarihinde ihaneti anlatıyor, aşkı anlatıyor, direnişi anlatıyor.
Ben bunları birebir yaşadım. İhanete de tanık oldum. Direnen insanlarla
birlikte kaldım. Aşkları ile ülkeleri ile birleştiren, en ön cephelere
koşarak giden arkadaşlarla tanıştım. Bu hayatın bir parçası oldum. Yani
bu hikayenin içindeydim.
Daha diplere doğru yüzmeye koyuldum. Yüzeyde kalıp çırpınmaktansa
diplere dalmaya, savaşın daha da kızgınlaştığı alanlara, taa orta
yerine, göbeğine doğru kulaçlar attım. Yaşamsa en zorlusunu, en
dayanılmazını, en vahşisini yaşamak zorundaydım.
Ancak o zaman, diplerine daldığım bu dünyanın derinliklerinde
bulabilirdim kendimi. Boğulmalıydım, yok olup gitmeliydim. Bu halk
ordusunun içinde yitip gitmeliydim. Hiçbir şeyimden eser kalmamalıydı.
Ve derinliklerden, diplerden güçlenerek çıkmalıydım. Kirlerinden
arınmış, sıyrılmış ve kendini yeniden yaratmış olarak çıkmalıydım. Bütün
amacım bu oldu dağlarda. Madem dağa çıkmıştım, dağlı olmalıydım. Madem
gerillaya gelmiştim, gerilla olmalıydım.
Kıyısında değil
köşesinde değil,
Tam orta yerinde olmalıydım savaşın; dağın, acının, sevincin, zorluğun ve sevginin kıyısında değil orta yerinde olmalıydım.
Bu dağlarda;
Bir yaşam olacaksa, böyle olmalıydı. Bir ölüm olacaksa, o da böyle olmalıydı.
..
YanıtlaSilbu blog kimin
YanıtlaSil