1 Nis 2015

Ağrı Dağı'na yürüyüş (HALİL DAĞ)

Gri balıkçılı görmek için yürüyorum. Zap nehrinin üzerinden buz gibi buğular Gri balıkçılı görmek için yürüyorum. Zap nehrinin üzerinden buz gibi buğular yükseliyor. Aslında ben bu görünüme bayılıyorum. Şimdi tepelerin uçlarına vuran güneş birazdan vadinin içine ulaşacak ve bu buğu sessizce yükselip yerini suyun yüzeyindeki parıltılara bırakacak. Buz mavisi nehir kıyısında yürüdüğüm zaman içerisinde yosun yeşili bir nehre dönüşecek. Zap, gece mavisi kıyafetlerini çıkarıp günün yeşil tüllerine sarınacak. İşte tam bu esnada gri bir balıkçıl usulca süzülüp bu nehrin üzerinden geçecek.

Ve ben sadece bu anı bir kez daha görebilmek için Zap kıyısında yürüyorum... Bu dağlarda bazı nesnelerin sihri olduğuna inanıyorum ve bir başkasına anlatıldığında bu sihrin bozulacağını da iyi biliyorum. Kim söylemişti hatırlayamıyorum; kişi doğanın ona sunduğu gizleri kendisinde saklamayı başarırsa, doğa ona daha çoğunu bahşedermiş; yeter ki, sırlarını kendinde tutmayı bilsin...

Dağlarda geçirdiğim bütün bu zaman içerisinde gri balıkçıl her bahar bana bir kez görünmeyi ve kaybolmayı başardı. Ve ben de onun görünümüyle başladığım her yeni çalışmayı tamamlamayı başardım. Onunla çıktığım her yolculuğu sonlandırmayı bildim. Ve öyle bir an geldi ki, artık onsuz hiçbir şeye başlayamaz oldum. Onu görmeden, onun sabah güneşinde parlayan tüylerinden kendime, kalbime bir görünüm yerleştirmeden yola çıkmaz oldum. O da her yeni aşamada bana bir kez görünmeyi ve yüreğimi rahatlatmayı bildi...

Önceleri bunun bir tesadüf olduğunu düşünüyordum. Bu coğrafyaya ait olmayan bu kuşun buralardan geçerken bu kıyıya inmiş olduğunu, bir zaman dinlendikten sonra tekrar yoluna devam edeceğini sanıyordum. Bunun öyle olmadığını yıllar boyunca giriştiğim her yeni çalışmanın arifesinde veya atıldığım her yeni yolculuğun başlangıcında onunla karşılaştıkça fark ettim. Gri balıkçıl buralardan gitmiyordu, yoluna devam etmiyordu. Sanki bu nehir onun eviydi...

Kuzey Kürdistan’a yaptığım yolculuğun benim için birçok nedeni var. Bunlardan ilki ve bütün arkadaşlarımın bildiği; Botan’da başlayıp Ağrı Dağı’nda sonuçlanacak ve kuzeyin gerillasını anlatacak bir belgesel film hazırlamaktır... Bu benim en geçerli gerekçem ve bütün arkadaşlarım tarafından onaylandı. Daha önce hiçbir kameraman tarafından denenmemiş, yapılmamış ‘Ağrı Dağı’na Yürüyenler’ ismini verdiğim bu çalışmayı sonuçlandırdığım günü düşünmek bile bana büyük bir heyecan veriyor. Kıyasıya bir savaşın yaşandığı bu coğrafyada bu çalışmayı başarır mıyım, bilemiyorum. Ama, en azından Kabe’ye yürüyen karınca misali yollarında ölürüm...

Dağa gelmeden önce çok kısıtlı bir kamera ve fotoğraf eğitimim vardı. Onun dışında hiçbir eğitimim yok bu konuda. Asıl dağlar beni bu çalışmaya sürükledi. Dağlarda benim de fark etmediğim ama hissettiğim bir gelişme oldu. Bunun nasıl olduğunu izah edemem ama içinde yaşayarak, paylaşarak, dağ atmosferinde aynı havayı tadarak, hem düşünsel olarak, hem de teknik olarak birçok farklılaşmayı yaşadım. Benim fotoğraflarım, kameracılığım dağlarda gelişti. Ben bunun bir dağ sırrı olduğuna inanıyorum. Dağa gelince fark ettik ki, burada koca bir dünya var. Asıl mesele benim bu yaşamı anlatma istemim. Asıl mesele bu yaşamı ne kadar sevdiğimi göstermek. Benim gerçek arkadaşlarım burada oldu. Onları yansıtmak, kalıcı kılmak, bir şekilde hayatta ve akıllarda tutmak istedim. Çünkü bunlar Kürt halkının en kahraman, en güzel çocuklarıydı. Kürt halkının en seçilmiş, en güçlü, en değerli bölümü geldi dağlara. O değerlerin içinde yaşıyor olmak, o değerlerin içinde bulunuyor olmak hep bana mutluluk verdi. Yaşadıkça, çektikçe ve fotoğrafladıkça benden onlara ve onlardan bana akan bir döngü kuruldu.

Bu yolculuğa Kürdistan’ın güzellikleri için koyulmuştum. Kameramla o uçsuz bucaksız güzelliklerini toplayacaktım. Gerillanın yaşadığı bütün dağlara çıkacak, kokladığı bütün çiçekleri koklayacak, silahım en son kullanacağım eşyam olacaktı.

Kuzey’e geçişimin ilkinden daha önemli ve daha az arkadaşımla paylaştığım nedenini düşünüyorum. Savaşın orta yerinde olmak istemiştim. Hayatımın geri kalan yıllarını başka bir yerde değil Kuzey topraklarında tamamlamaktır hayalim. Denizler ortasında zehirlenmeye çalışılan O güzel insana ve O’nun yarattığı halka topyekün bir savaş dayatılırken, kıyısında köşesinde değil orta yerinde olmak istemiştim. Ve bütün malzemelerimi sırtlayıp Kuzey yollarına bu yüzden düşmüştüm. Hiçbir şey yapamasam da, en azından bu topraklarda gerillanın izinden yürümüş olurum...

Bu yolculuğa çıkışımın en içsel ve en gizli nedeni yenilenmekti. Nasıl olacağını bilemiyordum ama kendimi bir kez daha yenilemenin, duygu ve düşüncelerime bir kez daha biçim vermenin yolunun bu topraklardan geçtiğini hissediyordum. Hiçbir şeyi eskitmeye katlanamıyorum. Kalbimde yaşattıklarımı hep ilk anki diriliğiyle, hep ilk anki heyecanıyla hissetmek istiyorum. Bunun yolunun da, hayatımız pahasına da olsa kalbin ve bedenin yenilenmesinden geçtiğine inananlardanım.

Bu dağlarda bir hayat yaşadım. Çok başarılı olamasam da, temiz yaşadığıma inanıyorum. Ne bu dağlara, ne de bu dağlarda edindiğim yoldaşlara, bir kez olsun ne madden, ne de ruhen uzak düşmedim. ‘Uysal’ olan soyadım bu gerilla yaşamı içerisinde kendiliğinden Dağ oluverdi. Bu ismi hak etmesem de, layık olmak için elimden geleni yaptım. Benim dağa getirdiğim sadece kendi bedenim var. Ama benim dağdan aldığım şeyler çok fazla. Ben dağlarda yetiştim. Bir seyirci olarak değil. İçinde bir yaşayan olarak yer aldım. Örnek Beritan filmini verebilirim. Kürt tarihinde ihaneti anlatıyor, aşkı anlatıyor, direnişi anlatıyor. Ben bunları birebir yaşadım. İhanete de tanık oldum. Direnen insanlarla birlikte kaldım. Aşkları ile ülkeleri ile birleştiren, en ön cephelere koşarak giden arkadaşlarla tanıştım. Bu hayatın bir parçası oldum. Yani bu hikayenin içindeydim.

Daha diplere doğru yüzmeye koyuldum. Yüzeyde kalıp çırpınmaktansa diplere dalmaya, savaşın daha da kızgınlaştığı alanlara, taa orta yerine, göbeğine doğru kulaçlar attım. Yaşamsa en zorlusunu, en dayanılmazını, en vahşisini yaşamak zorundaydım.

Ancak o zaman, diplerine daldığım bu dünyanın derinliklerinde bulabilirdim kendimi. Boğulmalıydım, yok olup gitmeliydim. Bu halk ordusunun içinde yitip gitmeliydim. Hiçbir şeyimden eser kalmamalıydı. Ve derinliklerden, diplerden güçlenerek çıkmalıydım. Kirlerinden arınmış, sıyrılmış ve kendini yeniden yaratmış olarak çıkmalıydım. Bütün amacım bu oldu dağlarda. Madem dağa çıkmıştım, dağlı olmalıydım. Madem gerillaya gelmiştim, gerilla olmalıydım.

Kıyısında değil
köşesinde değil,
Tam orta yerinde olmalıydım savaşın; dağın, acının, sevincin, zorluğun ve sevginin kıyısında değil orta yerinde olmalıydım.
Bu dağlarda;
Bir yaşam olacaksa, böyle olmalıydı. Bir ölüm olacaksa, o da böyle olmalıydı.

2 yorum: