6 Şub 2015

YPJ’nin Kadınları Öylece Gökten mi Düştü?


“Bu Olağanüstü Kadınlar IŞİD’e Karşı Savaşıyor. Kim Olduklarını Bilmenizin Vakti Geldi”. Bu cümle kadın dergisi Marie Claire’in Ekim sayısında yayımlanan makalenin başlığı: “7 500 askerden oluşan bir grup 2 yıldır tarif edilemez derecede tehlikeli bir savaşta mücadele veriyor. Her gün yaralanma ve ölüm tehlikesine rağmen mücadele ediyorlar. İnsafsız bir düşmana karşı kendilerinden daha büyük ve daha ağır silahlarla savaşıyorlar. Hâlihazırda da savaşmaya devam ediyorlar. Onlar YPJ, ya da Kadın Savunma Birlikleri; 2012’de Suriye’deki Kürt nüfusu, Suriye Devlet Başkanı Beşer el-Esad, el-Nusra ve IŞİD önderliğinde gerçekleştirilen ölümcül saldırılara karşı korumak için kurulmuş, tamamı gönüllü kadınlardan oluşan bir Kürt askeri gücü.”
Ya da dünya basınında sık sık yazıldığı gibi “YPJ: IŞİD’e karşı feminist mücadele”(The Week). Son aylarda uluslararası bilinirliği olan gazete, dergi ve medya kuruluşlarından bu “21. Yüzyıl Amazonlarını” belgelemek için Kürdistan’a muhabirlerini göndermeyen yok gibi. Der Spiegel’in kapağında bazukalı bir PKK’li kadın savaşçı yer alırken YPJ’li bir savaşçı Newseek’in kapağında elinde Kalaşnikof’uyla göze çarpıyor.
IŞİD’li teröristlere karşı savaşan silahlı Kürt kadınlar fenomeni, IŞİD’in 2014 Ağustos başlarında Güney Kürdistan/Kuzey Irak’a, çoğunluğu Ezidiler’den oluşan Şengal şehrine saldırmasıyla dünya basını ve kamuoyunun ilgisini üzerine topladı. Birdenbire Kürdistan, gazeteciler için bir Mekke’ye dönüştü. Dünyanın her yerinden gelen gazeteciler ve kameramanlar IŞİD tarafından bombalanmakta olan Maxmur mülteci kampından başlayıp Kandil Dağları’ndaki PKK gerillalarına ve sınırın ötesinde Eylül’de Kobanê için savaşın başladığı Rojava (Kuzey Suriye)’ya uzanan bir hac gerçekleştirdiler.
YPJ’li kadınlar ve YJA-Star (PKK Gerillaları Kadın Ordusu)’ın IŞİD’e karşı yürüttüğü savaşın uluslararası kapsamı pek çok açıdan yorumlanabilir. Örneğin bir tanesi savaşçıların görsel olarak nasıl resmedildiğini, hangi özelliklerinin ön plana çıktığını, hangi kelimelerle betimlendiklerini vs. inceliyor; gelgelelim bu yazının konusu bu değil. Burada anlatılan daha ziyade YPJ’yle ilgili basın kapsamının dışında kalanlar.

IŞİD’in Kadın Cinayetleri Sistematik
Her şeyden önce birkaç noktanın altı çizilmeli: Özellikle Kobanê’de devam eden savaşla ilgili olarak bütün dünya YPG ve YPJ’nin kadın savaşçılarıyla büyük bir dayanışma ruhu içinde. Afganistan’dan Güney Afrika’ya düzinelerce ülke IŞİD saldırılarına karşı 1 Kasım’ı Dünya Kobanê Günü ilan etti ve YPG&YPJ’nin direnişiyle dayanışma içinde olduğunu belirtti. Aslında Kobanê direnişine verilen bu desteği açıklamak için dayanışma kelimesi yetersiz kalıyor. Bu artık salt destek değil, direnişle dayanışma içinde olunduğunun gösterilmesi ve Kobanê’de sadece IŞİD barbarlarının silahlarına karşı değil, aynı zamanda evrensel değerleri korumak için de savaşan savaşçılarla özdeşleşilmesi.
Bu evrensel değerler için verilen mücadele aynı zamanda evrensel bir karakteri de beraberinde getiriyor. IŞİD sadece Kürtlere saldırmıyor, Kürtler de IŞİD’e karşı savaşan tek grup değil. IŞİD kara bayrağı ve kara dünyasıyla bütün diğer renkleri yutmaya çalışıyor. Bu terör örgütü söz konusu seferberlik için yüzyıllardır farklılığın anavatanı olmuş bir şehri seçti. Dolayısıyla IŞİD Suriye ve Irak’taki YPG/YPJ içinde savaşan veya kendi savunma birimlerini kurmuş bütün halkların, bütün farklı dini ve etnik grupların düşmanı. Bu durum aynı zamanda bütün dünyadan insanların Rojava’ya gelip IŞİD’e karşı direnişe katılmasının sebeplerinden biri. Bugün direnişin yerel merkezi Kobanê; ancak direnişin kendisi yerel değil evrensel bir karakter taşıyor.
YPJ savaşçıları ve dünya kadınları arasında oluşan kız kardeşlik bağı benzer bir evrensellik modeli oluşturuyor; çünkü kendine İslam Devleti diyen terörist grubun saldırıları kadınlara karşı bir savaş niteliği taşıyor. Bunu, işgal ettikleri yerlerde yaptıkları ilk işin kadın düşmanı fetvaları dayatmak olması, Şengal’de yüzlerce Ezidi kadının kaçırılıp pazarlarda seks kölesi olarak satılması ve sayısız Kürt kadının IŞİD teröristleri tarafından tecavüze uğrayıp kafalarının kesilmesi gösteriyor.
IŞİD barbarları tarafından uygulanan bu kadın katliamı ihtiyari değil, sistematik ve ideolojiye dayalı. Bu bağlamda IŞİD patriyarka, seksizm ve feodalizmin en pervasız, en aşırı ve en iğrenç biçimini ortaya koyuyor. Bu da kadınların hiç bir şekilde hakları ve özgürlükleri olan insanı varlıklar olarak görülmediği, kendi varlıklarını ancak seks kölesi olarak haklı çıkarabildikleri fikrine dayanan ideolojik bir dünya görüşünü temsil ediyor. Kadınlar, tek hedefleri erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını karşılamak olması gereken nesneler olarak görülüyor. Bu, onların tek varlık sebebi. IŞİD’in siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel “düzeni” sömürü, baskı, kölelik, güç ve tahakküme dayalı. Eğer Kürt kadınların IŞİD’e karşı yürüttüğü mücadeleyi (ve bu bağlamda IŞİD’e karşı saldırıları ve IŞİD’in Rojava’yı ele geçirme teşebbüslerini) anlamak istiyorsak, ideolojik zıtlıkları hep aklımızda tutmalıyız. Kobanê’de iki ideoloji, iki dünya görüşü, iki gelecek vizyonu çatışıyor. Birinin merkezinde kadınların özgürlüğü, diğerininkinde ise kölelikleri var. Bir tanesi patriarkal paradigmaya, diğeri kadınların özgürlük ideolojisine dayalı.

YPJ: Gökten mi Düştü?
YPJ savaşçılarına gösterilen medya ilgisine bakılacak olursa kolaylıkla bu genç kadınlar ordusunun “gökten düştüğü” sonucuna varılabilir. Sanki Rojava’daki kadınlar IŞİD saldırılarına karşı spontane bir şekilde silahlı savunma birlikleri kurmaya karar vermiş, bu fikir de çok kısa bir süre içinde binlerce genç kadın tarafından uygulamaya konmuş gibi. Oldukça makul bir açıklama!
Pek çok insan için rahatsız edici olabilir; ancak burada Abdullah Öcalan ve Kürt özgürlük hareketi devreye giriyor. Abdullah Öcalan, Stalin bıyıklı PKK lideri değil miydi o? Hani düzenli olarak Kürt halkının adına eylem yaptığı terörist lider? Özellikle Batı’da genel algı bu yönde. Bu resim Kürt özgürlük hareketini suçlulaştırma amacına hizmet ediyor; aynı zamanda da bunun bir sonucu. Bir özgürlük hareketini cinayet işleyen, medeni olmayan, geri kalmış teröristler olarak ötekileştirmek istiyorsanız, buna bütün hareketi temsil eden, böylece hareketin şahsında kişiselleştirildiği, aynı zamanda da özgürlük hareketinin bizzat kendisini sembolize eden liderleriyle başlarsınız.
Dolayısıyla bu noktada karşımıza çıkan soru: Abdullah Öcalan kimdir?
Abdullah Öcalan, illegal bir NATO istihbarat operasyonu sonucu 1999’dan beri Türkiye’nin hapishane adası İmralı’da gözetim altında tutulan Kürt özgürlük hareketi lideridir. Arkadaşlarıyla beraber 1970’lerde ilk hali Kürt Sosyalist Özgürlük Örgütü olan Kürdistan İşçi Partisi’ni (PKK) kurmuştur. Kendisinin inisiyatifiyle 2013’te Türk devletiyle bir diyalog süreci başlamış; şimdilerde resmi barış görüşmelerine evrilmiştir.
Abdullah Öcalan aynı zamanda bir düşünür; belki de zamanımızın en önemli düşünürlerinden. Hapishane yazılarını da kapsayan düzinelerce kitabının oluşturduğu felsefi çalışmalarının ana dayanağı Demokratik Toplum Manifestosu başlığı altında ifade edilmektedir.. Öcalan başından beri ulusal kurtuluşu ve toplumsal özgürlüğü birlikte ele alıyor ve bunu teorilerinde dile getiriyor. Toplumsal özgürlük kadınların özgürlüğüne yansıyor ve bu bağlamda seksizmi, patriyarkayı, iktidarı ve otorite yapılarını reddediyor. Bu nedenle PKK içindeki kadınlar 1987’de kendi özerk yapılarını örgütlemeye başladılar. Kürdistan Yurtsever Kadınlar Birliği (YJWK) 1993’te gerilla hareketi içinde bir kadın ordusu kurmaya karar verdiler, böylece YAJK (Kürdistan Özgür Kadınlar Birliği) ortaya çıktı. Kadın gerilla ordusu bugün kendi yapılarıyla, komutanları, karargâhları, eğitim akademileri vs. ile bugün Kürdistan dağlarında YJA STAR (STAR Özgür Kadın Birlikleri) olarak varlığını sürdürüyor.

Devrim dişidir
Kürt kadın özgürlük mücadelesinin kalitatif ve kantitatif olarak büyümesi ve bu yıl kurulan KJK (Kürdistan Kadınlar Topluluğu)’ye dönüşmesi, giderek derinleşen bir kadın kurtuluş ideolojisinin dayandığı konfederal sistemi ve bu sistemin üzerine kurulduğu siyasi, sosyal, askeri ve ideolojik ayakları ortaya koyuyor. Beş prensibiyle (yurtseverlik, özgür irade ve özgür düşünce, örgütlü farkındalık, mücadele, estetik ve güzellik) kadın kurtuluş ideolojisi, 8 Mart 1998’de, Abdullah Öcalan’ın toplumsal cinsiyet sorununun PKK içinde nasıl ele alınacağı konusundaki derin analizlerinin sonucu ilan edildi.
Bu yaklaşım gerçek devrimin dişi olacağı, başka bir deyişle bir özgürlük hareketinin başarısının her zaman ve sadece kadınları özgürleştirmesine ve örgütlemesine göre ölçülebileceği tespitine dayanıyor. Askeri, ideolojik ve örgütsel bir bakış açısından Kürt kadın kurtuluş hareketinin günümüzde dünyadaki en güçlü kadın hareketi olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Bu iç örgütlenme ve giderek artan güç Kürt özgürlük hareketi içinde toplumsal cinsiyet kotalarını gereksiz kıldı; çünkü artık bütün pozisyonlar oranlı bir şekilde dağılmış durumda, eş-başkanlık prensibi yerleşti.
Rojava’daki devrim dişi bir devrim olarak ancak bu bağlam içinde anlaşılabilir. Bugün Cizre kantonunda eski bir kadın gerillanın Arap bir aşiret reisiyle birlikte eş-genel başkanlık yapması kadın özgürlük mücadelesinin bir sonucudur. Bugün YPJ’nin tamamen bağımsız içyapısı ve binlerce kadın üyesiyle varolmasının sebebi 20 yıl önce Kürdistan dağlarında PKK savaşçılarının bütün iç ve dış zorluklara rağmen YAJK bayrağı altında dünyanın ilk kadın gerilla ordusunu kurmuş olmasıdır. Rojava halkının hayatın her alanında kendi özerk yapılarını kurmuş olması ve bu kadar kısa zaman içinde mücadele vermesi ancak bu bağlam içinde anlaşılabilir.  

Silahlı kadınlar üzerindeki tabuyu kaldırmak
Şimdi Kobanê direnişinin, YPJ savaşçılarının ve Rojava’daki devriminin dünya kadınlarına hediyesiyle ilgili sonuca geldik: Egemen sistemleri güçlendiren özellikler olan toplumların devlete karşı öz savunmasının yasadışı olması ve devletin şiddet tekeli olmasına karşı silahlı mücadele veren kadınlar tabusu. Özellikle Batı toplumlarında, savaşan kadınlara dair tabu Kobanê direnişiyle birlikte derin bir sarsıntı geçirdi. YPJ savaşçılarının mücadelesinin hem burkalı Afgan kadınlar hem de Alman akademisyen kadınlar tarafından desteklenmesi “kadınlar barıştan yana olmalı, bu nedenle de silah taşımamalılar” imgesine oldukça ters. Bu anlamda YPJ kadınları zihinlerimizde ve bilinçlerimizde kadınların evrensel öz savunma hakkını yeniden canlandırdı.
Kürt özgürlük hareketi için öz savunma sadece silahlara dair değildir. Kürt hareketi için öz savunma; silahlı gerilla mücadelesi ve (aktif veya pasif) öz savunma stratejisi prensiplerinin benimsenmesine karşılık birincil önem arz eden ve silahlı mücadeleyle sınırlı olmayan bir prensip. Kaldı ki meşru-müdafaa bir yaşam biçimi olarak görülüyor. Bu kendini, değerlerini, amaçlarını ve hayallerini potansiyel olanlar dâhil her türlü saldırıya karşı savunmakla ilgili. Bu değerler yeşerecek alan açmakta, En nihayetinde yaşamı korumakla ilgili. Bu bir çelişki gibi görünebilir; fakat aslında bu Kürdistan’da ve dünyanın diğer yerlerinde özgürlük için savaşan insanların yaşam diyalektiği.
Kürt özgürlük hareketinin öz savunma prensibi Abdullah Öcalan tarafından Gül Teorisi’yle betimlenmektedir: “Her toplumsal grubun savunma hakkı kutsaldır. Bu, sadece bir grubun varlığına veya onunla ilişkili değerlere karşı saldırıları geri püskürtmek için yadsınamaz bir hak değil, aynı zamanda bizzat bir varlık sebebidir. (…) Aklımızda bir gülün bile bir bitki olarak kendini dikenleriyle savunduğunu bulundurursak, bu demokratik otorite paradigmasına “Gül Teorisi” ismini vermek istiyorum. Ve: “Hatta belki bir gül ağacı gibi o güzelim güllerini korumak için dikenlere sahip olmak gereklidir; belki manânın gücü sonsuz, güzel ve özgür insan hayatını savunmak için nasıl mücadele edeceğini bilmekte gizlidir.” Yani, Gül Teorisi’ni ve öz savunma prensibini her organizmanın kendi evrensel prensibine göre hareket ettiği doğadan türeten Abdullah Öcalan için öz savunma özgür bir yaşam için mücadeleye giden yolu bulmaya ilişkindir.

Savunma da Yaratım Hakkındadır
Bu öz savunma düşüncesi kadınlar açısından özel bir önem kazanıyor; çünkü bu bağlamda öz savunma aynı zamanda özne olmak, savaşa savaşla karşılık vermek, hayır demek ve eylemek demek. Bu pasif öz savunma olsa bile bir eylem. Kadınlar için öz savunma kesinlikle vazgeçilmez bir şey. Bu bir araç ve aynı zamanda yaşam tarzıdır. Hem araç hem amaç. Bu gezegendeki bütün canlıların sahip olduğu bu hak güç ilişkileri tarafından inkâr ediliyor. Toplumsal cinsiyet ilişkileri açısından öz savunma hakkına kadınların kendini sadece farklı saldırılara (psikolojik ve fiziksel saldırılar, cinsel taciz, ekonomik sömürü, siyasetten dışlanma vs.) karşı savunma hakkı olarak değil, aynı zamanda özgür bir şekilde kendi istediği yaşamı kurma hakkı olarak bakarsak bu inkârın anlamı netlik kazanıyor.
Bu bağlamda kadınların Rojava’da ve başka yerlerdeki öz savunması sadece kendini silahlı saldırılara karşı korumakla ilgili değil. Yaratmakla, yeni ve alternatif bir yaşam yaratmakla ilgili. Bugün ülkesini, halkını, kendini, hayallerini ve yeni bir gelecek projesini savunan bütün kadınlar aynı zamanda bu yaratma sürecinin özneleri. Onlar gül, melek veya Amazon değiller.
Onlar kadınlar. Mücadele eden kadınlar.

* Zeynep Uğur tarafından zanenstitu.org için Türkçe'ye çevrildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder