6 Oca 2015

Rubin: Türkiye ‘terör devleti’ sayılmalı

2003 ve 2004 yıllarında Irak Koalisyon Geçici Yönetimi’nde üst düzeyde yer alan ABD’li akademisyen diplomat Michael Rubin, normalde Türkiye’nin ABD tarafından ‘terör devleti’ sayılması gerektiğini söyledi.

Bir üye devletini NATO’dan çıkarma mekanizması olmadığını hatırlatan Amerikan Savunma Bakanlığı Pentagon’da 2003/2004’teki İran ve Irak konuları danışmanı olan Ortadoğu uzmanı Michael Rubin, Türkiye’nin NATO üyeliğinin ‘terör devleti’ ilan edilmesini engellediğini belirtti. Konsensüs prensibi ile işleyen bir örgüt olan NATO üyesi olduğu müddetçe Türkiye’nin Truva atı bile olabileceğini ifade etti.
Amerikan Girişim Enstitüsü’nde çalışan, Amerikan Donanması Askeri Akademisi’nde ders veren ve aynı zamanda Ortadoğu Bülteni’nin editörlüğünü yapan Rubin, AP’de yapılan Kürt Konferansı’na katıldıktan sonra sorularımızı yanıtladı.

 

Bundan 10 yıl önce PKK’nin Güney Kürdistan’daki varlığını ABD açısından bir utanç olarak nitelendirirken bugün ABD yönetimini PKK’ye yaklaşımını değiştirmeye çağırıyorsunuz. Ne değişti?

ABD’nin PKK ile ilişkisini yeniden düşünmesini öneriyorum. Bu, Birleşik Devletler’in PKK’nin tercih ettiği bir sonuca varacağı anlamına gelmez. Ancak hem ABD’nin hem de PKK’nin aynı çıkar veya motivasyonları paylaşmazlarsa bile, çıkarlarını ilerletmek için birlikte çalışabileceği alanlar bulacağının işaretlerini veren mükemmel bir fırtına veya olaylar zinciri söz konusudur. ABD açısından bakıldığında, Türkiye’deki durum hızla değişmektedir. Erdoğan’ın giderek artan İslamlaşması, tuhaf davranışları, teröre ev sahipliği ve Amerikan karşıtı retoriği. Terör konusu, Irak ve Suriye’deki IŞİD ile sınırlı değil. Hamas’ın İsrail’de düzenlediği son iki terör saldırısı Türkiye’nin içinde, oradaki Hamas yönetimi tarafından planlanmıştı. Yine Türkiye’nin İsrail ve Kıbrıs’a karşı saldırgan yaklaşımı Doğu Akdeniz bölgesindeki gaz alanındaki gelişmeler de ABD ile ilişkileri etkiliyor; zira açık denizde gaz arayan petrol işçilerin çoğu Amerikan. Kürtlerin faydalanabileceği dördüncü husus ise, Amerika’nın Türkiye ve NATO ile ortaklığının biraz önem kaybettiği noktasıdır. Afganistan müdahalesi sona eriyor. Amerikalılar bundan beş/on yıl önce ‘Erdoğan’ın yaptığını tasvip etmiyoruz ama bir şey yapamayız çünkü Afganistan’da Türkiye’nin yardımına ihtiyacımız var’ diyebilirken, bu argüman artık geçerli değil. Yani burada bir fırsat yatmaktadır. Birçok Kürt’ün ulusal özlemleri ve etnik ile kültürel hakları bağlamında kurduğu duygusal dava bu olmayabilir ama çıkarların bir olması şart değil.
 

ABD savaş uçaklarının Kobanê’deki hava saldırılarını göz önünde bulundurduğumuzda Kürt Özgürlük Hareketi ile ABD’nin fiilen aynı cephede yer aldığı izlenimi doğuyor…
Öncelikle bir analoji yapmama izin verin. Kobanê ile ilgili söylediklerinize katılıyorum ve Kobanê’nin önemi hafif gösterilemez. Buna geleceğim. Bilinmeli ki; ABD politikası kolay değişmez. Amerikan politikasına göre PKK ‘terörist bir örgüt’ ve bunun tarihte bazı sebepleri de var. Amerikan politikasında değişim hemen olmaz. İçine yavaşça su akan bir kovayı düşünün. İnsanlar, su taşıncaya kadar kovanın içinin nasıl dolduğunu anlamaz. Türkiye’de yaşananlardan, Suriye’de Kobanê ile bağlantılı yaşananlardan dolayı kova suyun taşmaya başlayacağı noktadadır. Değişimin yaşandığı, insanların bir şeyleri fark ettiği noktadayız. Kobanê ile bağlantılı çıkarlar kesişmesi inanılmaz düzeyde önem arz ediyor. Ancak aşılması gereken çok şey daha var.
 

Mesela neler ve niye aşılamıyor?
Salih Muslim Rusya’ya vize alabiliyor ama Washington için vize alamıyor ve bu çok yanlış. Washington onu karşılamalı. Rojava’yı kendi gözlerimle gördükten sonra diyebilirim ki; Suriye’nin gelecekte ne olması gerektiği konusunda her şeyden daha fazla model sunmaktadır. Ama hala Türkiye’nin etkisi ile karşı karşıyayız. Hala Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile karşı karşıyayız. Hala İstanbul’daki otel ve konferans salonlarında yaşanan ancak yereldeki gerçeği yansıtmayan bir yapay sürecin yaşandığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Bunları değiştirmek zaman alacaktır. Ve bir saniye için PKK’yi eleştirebileceksem, onların sesini Washington’da hala duyamıyoruz. Terör örgütleri listesinden çıkarılmayı istediklerini söylüyorlar ama orada günlük olarak konuyu gündemleştiren var mı? PKK kendisi bunu yapamaz, çünkü ‘terör örgütü’ olarak damgalandığın yerde açıktan lobi yapamazsın. Ama orada çok sayıda sivil kurum var. Bunlar bir araya gelip eski bir Amerikan general veya diplomatı lobici olarak görevlendirebilir. Bu kişi de Kürt meselesini yılın her gününde Kongre’de gündemleştirebilir. Bunu etnik bir Kürt yapamaz. Kobanê’den ve Türkiye’deki barış sürecinden dolayı yaşanan değişimlere baktığımızda, hem AB hem de ABD’de atılacak bir sonraki adımın PKK’yi terör örgütleri listesinden çıkarmak olduğu konusunda hemfikiriz sanırım. Bu, hem AB hem de ABD’de birbirinden bağımsız olarak yürümesi gereken bir süreçtir. ABD’de Kürt meselesini yılın her günü gündeme getirecek bir lobiciye ihtiyaç var.
 

Özellikle Kobanê direnişi ile birlikte dünya basını hiçbir zaman olmadığı kadar Kürt Özgürlük Hareketi’ni sayfalarına ve ekranlarına taşıdı. ABD’deki kamuoyu algısı bu süreçte ne kadar değişti?
Açık söyleyeyim; çoğu Amerikalı Kürtlerin kim olduğunu bile bilmiyor. Washington DC’de yaşıyorum. Orada, dış politika ile uğraşan çok insan var. Kürtlere çok büyük sempati duyanlar da var. Ama Rojava ile Irak’taki Kürt Bölgesi arasındaki farkı bilmezler. Size YPG ile KDP’nin peşmergesi arasındaki farkı söyleyemezler. Yine diyelim Kürtler adına Amerika’ya gidildiğinde bütün Kürtler temsil edilmiyor, Amerikalılar böyle düşünse bile. Örneğin Kürdistan Bölgesel Hükümeti ofisi Kürtlerle ilgili konuştuğunda birçok Amerikalı aslında kişisel çıkar ile ulusal çıkarın birbirine karıştırıldığını algılayamaz. Bu, Kürtlerin aşması gereken bir sorundur.
 

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bir NATO operasyonu sonucu olarak bugün tutsaktır…
Buna Amerikan istihbaratı diyelim.
 

Ve bugün Amerika Kobanê’ye silah gönderiyor…
Evet.
 

Devlet politikası ile kısa vadeli, pragmatik politika arasında fark var. PKK ile ABD arasındaki ideolojik zıtlıklara rağmen Kürtler açısından ne gibi fırsatlar doğdu?
İdeolojik olarak birbirimize katılmak zorunda değiliz. ABD ideolojik olarak Suudi Arabistan’a katılmıyor ama ilişkilerimiz var. Komünist Çin’e ideolojik olarak katılmıyoruz ama buna rağmen ilişkilerimiz var. Venezuela ile ilişkilerimiz var. Gerçekçi olmalıyız. Nasıl ki; PKK ideolojik olarak zaman içinde bir değişim yaşadıysa ABD de artık Henry Kissinger döneminin ABD’si değil. Dolayısıyla ortada bir fırsatlar penceresi duruyor. ABD’nin Kobanê’deki silah yardımını bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. ABD’nin kendini PYD ve YPG’nin PKK’den tamamen bağımsız olduğuna ikna etmesi de enteresan bir durum. Bir yandan yardım etmek istiyoruz ama bir yandan yasalarımız bizi hala sınırlıyor. Washington’daki bu entelektüel karışıklığı ve Kürtlerin uygulayabileceği bütün farklı stratejileri çözmek için Kürt çabalarına ihtiyaç var.
 

ABD yönetiminin Türkiye’deki ‘çözüm süreci’ni desteklediğini düşünüyor musunuz?
Teoride. Yani birine ‘Barış sürecini destekliyor musun?’ diye sorduğunuzda kim ‘Hayır’ cevabını verir ki.
 

Ya pratikte? İmkanlarını kullanıyorlar mı?
Radar ekranında olması gerektiği kadar destek sunmuyorlar pratikte. Amerikalılar Çin’den dolayı, Japonya ile Kore arasındaki sorunlardan dolayı, dünyada yaşanan her türlü şeyden dolayı kaygılı. Türkiye’de, Kürdistan’da manşet olan hususlar ABD’deki manşetlerde yer almıyor. Kürtler ‘Bize terör örgütü diyebilirsiniz ama Türklerle iki yıldır ateşkesimiz var ve buna uyuyoruz. Türkler bize isyancı bir grup gibi yaklaşıyor ve müzakere ediyor. Siz de neden Türk milliyetçilerden daha Türk olasınız ki’ deyip barış sürecini Amerikan politikasında gündemleştirebilir. Bu yüzden Kürtlerin Washington’da Kürt meselesini gündemleştirecek bir lobiciye ihtiyacı olduğunu söylüyorum.
 

Büyük Ortadoğu Projesi’nin ABD için bir öncelik olduğunu düşünmüyor musunuz?
Arap baharı ile birlikte ortaya çıkan şiddet, Amerikalıları şoke etti ve birçok Amerikan siyasetçiyi Büyük Ortadoğu Projesi aklını gözden geçirmeye itti. Bunun işaretlerini Mısır’da Sisi’ye sunulan destekte görebilirsiniz. Çok açıktan söylenmese de Sisi’nin Mursi’ye karşı darbesi desteklendi. Yemen Amerikalıları korkuttu, Suriye korkuttu. Ürdün’de istikrarsızlıktan ciddi kaygı duyuluyor. O nedenle artık Büyük Ortadoğu Projesi’ni konuşmuyoruz, enkazdan istikrar kurtarmaktan bahsediyoruz. Kürtler bu fırsatı değerlendirebilir. Çünkü onlar bir istikrar formülü teşkil ediyor. Amerikalılar Rojava’yı ne kadar tanısa, bunun gerçek olduğunu o denli görürler. Keza Kürtler arasında bazı siyasi ayrılıklar olsa da Irak Kürdistanı’nın bu denli istikrarlı olması da bu gerçeği gözler önüne sürüyor. Birçok eski Amerikan yetkili Kürtlerin nasıl bir istikrar faktörü olduğunu şimdi görüyor ve kova analojisine dönecek olursam eğer; hem Türkiye’ye hem de Kürtlere yaklaşımlar da değişmektedir. Dolayısıyla ikinci adıma geçmeliyiz. Bu ise PKK’nin terör örgütleri listesinden çıkarılması ve bu sürecin ilerlemesini sağlamak için Abdullah Öcalan’ın hapisten çıkarılması.
 

Mevcut durumda bunun gerçekçi olduğunu düşünüyor musunuz?
Gerçekçi olduğunu düşünüyorum. Kolay olacağını düşünmüyorum. Para gerektirecek.
 

Para mı?
ABD’de günlük olarak çalışacak bir lobiciye ödeme yapmak zorundasın. Nihayetinde Kürtler bu süreci Öcalan hapiste kalsın diye başlatmadı. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı olsun diye de başlatmadılar. Zamanı geldiğinde ABD’nin doğru tarafta yer almasını umut ediyorum. Henüz o noktada değiliz ama sonunda siyaset değişecektir.
 

Ortadoğu’daki duruma baktığımızda, çeşitli bölgesel, ulusal, uluslarüstü çıkarların ya kesiştiğini ya da buluştuğunu görüyoruz. Bu durumun Kürtler ve Türkiye’deki çözüm süreci için bir şans mı yoksa tehdit mi oluşturduğunu düşünüyorsunuz?
Şöyle diyeyim: Bu Kürtlere bağlıdır. Kürtlerin en büyük zayıflığı fraksiyonalizasyon, yani parçalılık olmuştur. Bakınız, İran Dışişleri Bakanı şimdiden ülkesinin hiçbir koşul altında bağımsız bir Kürdistan desteklemeyeceğini söylüyor. Gerçi İran’ın federalizmin genişletilmesine de sıcak bakacağını sanmıyorum da. Konumuza dönecek olursak, Kürtlerin kısa vadeli maddi çıkarlar için uzun vadeli çıkarlarını feda etmemeli. Mesela PKK’de dış güçlere bağımlı olmaktansa ilkesel duruş geliştirme eğilimi daha güçlü. Bunu liderlerin yaşam tarzlarında da görmekteyiz. Mesela Rojava’dakilere, PYD ve PKK’deki yöneticilere bakın, Kürtleri temsil ederek milyonlarca, hatta milyarlarca dolar kazanan liderlere bakın. Fırsatlar ile sorumluluklar karşı karşıya. Bu tabii ki aynı zamanda bir denge durumudur. Ben sadece işlerin kolay olmayacağını söylüyorum. Çünkü yeni fırsatlarla birlikte yeni zorluklar da çıkıyor.
 

İran’ın konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Önümüzdeki süreçte İran’ın Ortadoğu’daki siyasi etkisinin güçleneceğini düşünüyor musunuz?
Tabii ki. İran’ın her zaman Ortadoğu’da güçlü etkisi olacaktı çünkü temel bir ülkedir. İran ile Batı dünyası arasındaki ilişkilerin güçleneceğinden emin değilim. Devam etmekte olan diplomatik süreçten böyle bir sonuç umut edenler var. Her diplomatik süreç ile, bu sürece çomak sokmaya çalışan şahinler için fırsatlar doğduğunu da unutmamak lazım. Mesela İsrail ile Filistin arasında sağlanan Oslo Antlaşması’ndan sonra terörizm yükseldi. Anlaşmadan sonraki ilk 6 ayda ölümler yüzde 75 arttı. Aynısı İngilizlerle İrlandalılar müzakere etmeye başladığında da yaşandı. İran İslam Devrim Konseyi görüşmelerin parçası olmadığını ilan edip pozisyonunu ortaya koydu. Hatemi döneminde Ansari Hizbullah gibi, süreci baltalamak için ülkeye gelen Amerikan iş adamlarına saldıran gruplar vardı. Dolayısıyla İran’ın öncelikle kendi iç siyasi anlaşmazlıkları çözmek zorunda olduğunu düşünüyorum. Ki bu meseleler, İran devrimi kadar eski. Örneğin Rafsancani ile Mehdi Haşimi arasındaki rekabete kadar geri gidebiliriz. Kürt bağlamında bunun 1988’deki Qasimlo meselesinde veya 1992’deki Mykonos davasında nasıl bir rol oynadığına bakılabilir. 1992’de Klaus Kinkel eleştirel diyalog, eleştirel angajman kavramlarını ortaya attı. İranlı şahinler ne yaptı? KDP-İran’ın liderlerine suikast uyguladılar. Yani kısacası barışın yaklaştığı an bazen en tehlikeli andır.
 

Komşuyla sıfır sorun sloganıyla yola çıkan Türkiye’nin mevcut durumdaki politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun politikalarına baktığımızda sıfır sorundan ziyade Erdoğan’ın bölgede gidemediği ülkeleri görüyoruz. Mısır’a gidemiyor. İsrail’e gidemiyor. Suriye’ye gidemiyor. Kendisini Filistin halkının şampiyonu olarak lanse ediyor ama gerçekte Hamas’ın şampiyonudur. Fetih ve FKÖ’nün hakim olduğu Ramallah’da pek hoş karşılanmıyor. Birleşik Arap Emirlikleri’ne gidemiyor. Neo Osmanlıcılık konusunda Türkiye’nin en ciddi sorunu, Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili Türklerin hafızasında yer alan algı ile diğer halkların algısı bir değil. Dolayısıyla Erdoğan istediği kadar popülist olsun; asla Arapları, Kürtleri veya diğer halkları yeni bir Osmanlı İmparatorluğu’nun çatısı altında yaşamaya ikna edemeyecektir. Bunun iyi bir şey olduğuna da ikna edemeyecektir. Diplomasiyi bir kenara bırakırsak normalde Türkiye’nin ABD tarafından yaptığı her şey için terör devleti sayılması gerekirdi. Türkiye’nin NATO üyeliği de bu konuda zorlayacaktır. Bir üye devletini NATO’dan çıkarma mekanizması yok. Ama NATO konsensüs prensibi ile işleyen bir örgüt. Dolayısıyla Türkiye NATO üyesi olduğu müddetçe Truva atı bile olabilir. Bu da geleceğe baktığımızda sıkıntılar yaratacaktır.
 

Ortadoğu’nun yakın geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Genel olarak Kürdistan’la ilgili iyimserim. Ama daha geniş bir ekonomik çerçeveden baktığımda Ortadoğu’nun durumu pek iç açıcı değil. Bundan 30-40 yıl önce Ortadoğu, Doğu Asya veya Güneydoğu Asya’daki birçok ülke ile hemen hemen aynı durumdayken, bu ülkelerin ekonomileri Ortadoğu’yu geride bıraktı. Ortadoğu’nun gerisinde bir tek Sahraaltı Afrika vardı ama son birkaç yılda Sahraaltı Afrika’daki gayri safi yurtiçi hasıla ciddi bir büyüme yaşadı. Bazıları Ortadoğu’nun ekonomik alanda geride kalmasından ciddi kaygı duyuyor. Bu çok da Kürtlerle ilgili değil, çünkü doğrusunu söylemek gerekirse Kürtler Ortadoğu’daki en başarılı halk ve ülke olma potansiyeline sahip.
 

Sizce neden bu potansiyele sahipler?
Hem insan kaynakları hem de karma ekonomilerinden dolayı. Ekonomik gücün kaynağında sadece Irak Kürdistanı’ndaki ya da Rojava’daki petrol yatmıyor. Baskı altındaki bölgelerde, Türkiye ve İran’da da bazı ekonomiler gelişmektedir. Bunun dışında Kürtler insan kaynaklarında büyük bir potansiyele sahip. Türklerin 15 yıl önceki durumlarına benziyorlar. Erdoğan bu demografik kar payını çok iyi değerlendirdi. Kürtler de bunu iyi değerlendirebilir. Diasporadaki Kürt topluluğuna bakıldığında, Avrupa’dakilere, Avustralya’dakilere, başka yerlerdekilere, Kürt ekonomisi için bunlar da önemli bir rol oynayabilir. Kürtlerin bu biçimde İsrail’de olduğu gibi diasporanın ekonomik gücünden faydalanabileceğini beklemiyorum ama örneğin Ermenistan ile de aynı duruma düşeceklerini sanmıyorum. Ermeni Hükümeti’ndeki yerel yolsuzluk Ermenistan’ın diasporanın girdilerinden ve yatırımlarından yararlanmasını önledi. Ermenistan’ın bağımsızlığından bu yana nüfusun sadece üçte biri kaldı. Ama Kürdistan’a baktığımızda, özellikle de Irak Kürdistanı’na baktığımızda nüfusun içeriye aktığını görürüz. Bu da beni iyimser kılıyor. Kürdistan’ın diğer bölgelerine de barış geldiğinde benzer bir gelişmeyi göreceğiz.

MERAL ÇİÇEK/HABER MERKEZİ

http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=37695

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder