17 Ara 2014

Zamana oynamak mümkün değil

Berghof Vakfı Genel Müdürü Prof. Hans-Joachim Giessmann, gelinen aşamada dış koşulların, Türk devleti ile Kürt Hareketi arasında devam eden karmaşık ve uzun süreli barış ve müzakere sürecine etkide bulunacak düzeyde değişim gösterdiğini belirterek, artık zamana oynamanın mümkün olmadığını söyledi. 

Çatışma araştırmaları ve barış politikaları konusunda Almanya’nın önde gelen kuruluşlarından Berghof Vakfı’nın müdürü Hans-Joachim Giessmann, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bir an önce müzakere tarafı olarak resmen tanınması gerektiğini söyledi. Avrupa Parlamentosu’nda yapılan 11. Kürt Konferansı’na konuşmacı olarak katılan Prof. Giessmann, “Süreç oldukça kritik bir aşamada” uyarısı yaptı.
Prof. Giessmann* ile çözüm sürecinde gelinen aşamayı, risk ve fırsatları konuştuk.

Türkiye’deki çözüm sürecini dikkatle izliyorsunuz. Sizce hangi aşamaya gelindi?
Oldukça kritik bir aşamaya gelmiş bulunuyor. Gelinen aşamada dış koşullar, bu oldukça karmaşık ve uzun süreli barış ve müzakere sürecine etkide bulunacak düzeyde değişim gösteriyor. Zamana oynamak da mümkün değil, çünkü söz konusu dış koşulların daha da olumsuz bir hal alması beklenebilir. O nedenle şimdiki moment, bütün tarafların yani hem Türk hem de Kürt tarafının sadece süreci ayakta tutmak için değil, gözle görülür sonuçlara ulaşmak için her türlü çabayı sarf etmeleri gereken bir andır. Sadece tekil ve ufak sonuçlar olsa bile. Herkese müzakere sürecinin karşılığını vereceğini göstermek için belirli, sembolik

bir biçimde de sunulabilecek sonuçların kamuoyuna açıklanmasının mevcut durumda çok önemli olduğunu sanıyorum. Bir noktada söz konusu toplumsal kesime bu sürecin kârlı olduğunu, içinde yer alan taraflara ilerleme kaydettirdiğini göstermeden öyle aylar veya yıllar boyu oturup konuşmak olmaz. Türkiye’deki süreç iki senedir devam etmektedir. O nedenle mevcut durumda dış koşulların olumsuz etki yapmasına izin vermemek çok önemlidir. Gerçekten de önemli, yapıcı adımlara geçilmesi gereken ana ulaşılmıştır.

Bahsettiğiniz yapıcı adımları somutlaştırabilir misiniz, hangi adımlar atılmalı?
Mevcut durumda görüşmelerin durdurulma tehlikesi büyüktür. Çünkü Türkiye’nin güneyindeki savaş durumu ve yaşanan gelişmeler içerisinde çözüm süreci, bu savaş durumunun geleceğini belirleyecek denektaşı olarak ele alınıyor. O nedenle şu anda yapılacak en önemli şey, müzakere taraflarının tanınmasıyla ilgili net bir işaretin verilmesidir. Yani PKK’nin, daha doğrusu Sayın Öcalan’ın bir kişi olarak değil de,  müzakere tarafı olarak resmen tanınması. Bununla birlikte müzakerelerin araçsallaştırılmasından vazgeçilmelidir, kendi hedeflerini dayatmak için müzakereler bir bakıma siyasi rehine alınmamalıdır. 

Sizce Kürt tarafı bu durumda ne gibi adımlar atmalı?
Kürt tarafının, Türk tarafının çözüm sürecinde yapıcı bir biçimde angaje olmayı ve DAİŞ’e desteğine son vermeyi kabul etmesi durumunda ateşkesi sürdürmeye hazır olduğunu açık ve net bir biçimde ilan etmesi gerektiğini düşünüyorum. Sanırım böyle bir bağlantı kurulmalıdır. Ama diyelim ki DAİŞ Kürtlerin kontrolündeki bir yeri yıkmak için saldırıya geçti, Kobanê’de olduğu gibi; bunun müzakere sürecini durdurmak için bir tehdit potansiyeli olarak kullanılması bence iyi değil. Yani böyle bir bağlantının çok iyi olmadığını düşünüyorum. Bana göre PKK ateşkesi sürdürmeye hazır olduğu yönünde şimdi net bir sinyal vermelidir ama bunun için Türk tarafının da ciddi bir şekilde müzakere etmeyi kabul etmesi gerekiyor.
Şu anda tersi bir durum söz konusu. Kürt tarafı, müzakerelerin yapıcı bir biçimde yürütülmemesi durumunda ateşkese son verme uyarısını yapıyor. Kanımca tersi bir mesaj verilmeli, çünkü o zaman Kürt tarafı için uluslararası destek de sürer. Yani ‘ateşkesi sürdürmek istiyoruz ama düzgün bir şekilde müzakere edilmesini de istiyoruz’ denilse daha makul.

Avrupa’nın şimdiye kadar süreci yeterince desteklediğini, katkı sunduğunu düşünüyor musunuz?
Maalesef gereken düzeyde katkı sunduğunu düşünmüyorum. Şimdi de örneğin Pêşmergelere belirli silahlar gönderiliyorsa, bu oradaki insanlardan ziyade Avrupa alanının korunması, yani Avrupa’nın çıkarları ile alakalıdır. Êzîdîlerde gördünüz, bir reaksiyon gelinceye kadar ne kadar zaman geçmişti.

Kürt Konferansı’ndaki konuşmanızda Ortadoğu’da ulusal, uluslararası, bölgesel ve uluslarüstü çıkarların içiçe geçmesini çözüm süreci açısından bir risk olarak değerlendirdiniz. Bu durum aynı zamanda fırsatlar da sunmuyor mu?
Her sorun kuşkusuz kendi içinde fırsatlar da barındırır. Ama mevcut gidişat, büyük jeopolitik meselelerin önplana çıkacağını göstermektedir. Bununla birlikte bölgesel düzenle ilgili siyasi sorunlar da öne çıkacaktır. Türkiye de mevcut durumdan Ortadoğu bağlamında jeopolitik güç kazanmaya çalışmaktadır. Bu da siyasi süreci bütün taraflar için oldukça riskli bir yöne sokmaktadır. O nedenle mevcut durumda risklerin fırsatlardan daha büyük olduğu kanısındayım. Mart 2015’ten sonra İsrail’de çok muhafazakar, sağcı bir hükümetin olacağını tahmin ediyorum. Bu da bölgedeki gerginliği artıracaktır. Mayıs ayında Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nın Gözden Geçirme Konferansı yapılacaktır. Eğer o zamana kadar İran ile nükleer programı ile ilgili anlaşma sağlanmazsa bölge çok hızlı bir biçimde bir barut fıçısına dönüşebilir. Yani kısacası şu anda çok daha büyük zorluklar görüyorum.
Ama tabii ki haklısınız. Türkiye’nin ve komşu devletlerinin, özellikle de Irak, Ürdün, hatta Suriye’nin de istikrara kavuşturulması Avrupa’daki bütün devletlerin ama aynı zamanda ABD’nin de yüksek oranda ilgilendirdiği bir mevzudur. Bu bağlamda uluslararası devletler topluluğunun Türkiye’deki çözüm süreci için angaje olma, taraflar üzerinde baskı kurma zamanı gelmiştir, diye düşünüyorum.

Tam da bu noktada üçüncü bir göz nasıl bir rol oynayabilir veya nasıl bir etkide bulunabilir?
İki taraf da arabulucuyu istemeli, kabul etmeli. Yoksa anlamı olmaz. Aynı şekilde arabulucuyu sadece kendi pozisyonlarını savunmak için kullanmak isteseler arabuluculuğun anlamı olmaz. Ben mevcut durumda Türk tarafında üçüncü bir tarafı kabul etme koşullarının pek gelişmediği kanısındayım. Kürt tarafında olabilir. Ama sonuçta iki taraf da üçüncü tarafı kabul etmeli. Arabuluculuk için üçüncü bir taraf kazanılamadığında alternatif olarak ‘içeriden arabuluculuk’ denilen seçenek var. Yani taraflar kendi müzakere pozisyonlarını geliştirmek için bir uzmanlar konseyini oluşturabilir. Hem Kürt tarafı hem de Türk tarafı, diğer tarafın kabul edeceği saygın şahsiyetlerden oluşacak böylesi heyetler oluşturabilir.

Kürt tarafı sürecin şeffaf olması gerektiğini vurguluyor. Şeffaflığın sağlanması için Türk Hükümeti üzerinde baskı uygulanabilir mi?
Baskı kuşkusuz doğru ve önemlidir. Ama bunun yanı sıra müzakere heyeti için belirli bir profesyonel eşlik ve danışmanlığın gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü mevcut durumda şeffaf bir yol haritası göremiyorum. İki tarafta da beklentiler o denli büyük ki, müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmaz gibi. Dolayısıyla müzakerelerin parça hedefleri üzerinde bir uzlaşmanın sağlanması ve bunların da şeffaf bir biçimde dışa aktarılması gereklidir. Yani kamuoyuna ‘ölçekler bunlar, pozisyonlar bunlar, bunu müzakere masasında gündemleştireceğiz’ denilmeli. Ama bu yön bana göre eksik kalıyor. Bu nedenle de güvensizlik var. Bu güvensizlik Kürt tarafında belki daha büyüktür ama Türk tarafında da müzakerelerin başka amaçlar için istismar edilebileceği yönünde kaygılar olabilir. Bu kaygıların ortadan kaldırılması gerekir, yoksa müzakerelerin anlamı olmaz.

Yakın geçmişteki deneyimlere bakıldığında, örneğin Kolombiya veya Kuzey İrlanda, Kürt sorununun çözümü için faydalı olabilecek pratikler var mı?
Karşılaştırmak her zaman zordur. Örneğin Kolombiya’da FARC ile hükümet arasında müzakereler yürütülmesine rağmen ateşkes yok. FARC, askeri tehdit unsuru olarak silahlı mücadeleyi bırakmaları durumunda müzakere masasında siyasi güç kaybedeceğini düşünüyor. O nedenle sınırlı bir karşılaştırma yapılabilir ancak. Ama Kolombiya’daki müzakerelerde model alınabilecek bir uygulama, müzakere sürecinin belirli paketlere ayrıştırılmasıdır. Mesela toprakla ilgili bir paket var. Geçmişle hesaplaşma paketi var. Eski savaşçıların yeniden entegrasyonu ile ilgili bir paket var vesaire. Bu örnek alınabilir çünkü bu şekilde uzlaşmanın sağlanma ihtimalinin daha yüksek olduğu alanlara yoğunlaşılabilir ve böylece sembolik bir biçimde müzakere sonuçlarının imkanları gözler önüne serilebilir. Ardından da daha zorlu olan başlıklara geçilir. Bu konuda Kolombiya sürecinin örnek alınabileceğini düşünüyorum. Orada süreç daha uzun bir süreden beri devam etmektedir ama bu süre içinde üç paket üzerinde uzlaşı sağlandı. Ama her paket genel başlık kapatıldığı andan itibaren geçerli olacak. Yani bu durumda bir konuda uzlaşı sağlanırken bir diğerinde müzakere devam ettiğinde bir taraf avantajlı konuma geçmiş olmuyor.
Başka bir örnek daha var. Türkiye belki buna ikna da edilebilir. Türkiye, Filipinler’de sağlanan barış anlaşmasında rol oynayan Dostlar Grubu’nda yapıcı bir rol oynadı. O nedenle Türkiye’nin kendisi için üçüncü bir tarafı veya farklı devletlerden oluşan bir Dostlar Grubu’nu kabul etmemesi anlaşılır değil.
Yine Bask Ülkesi’ndeki barış sürecinden – ki bu da çok karmaşık bir süreçtir – Eminent Persons, yani ‘Seçkin veya Ünlü İnsanlar’ denen modeli biliyoruz. Bask sorununun çözümü için BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan ve Norveç eski Başbakanı Gro Harlem Brundtland gibi tanınmış, saygın şahsiyetlerin ve eski politikacıların yer aldığı böyle bir grup kuruldu. Bu da bir seçenek. Yani üçüncü taraf veya arabuluculuk için devlet dışı aktörler de düşünülebilir, çünkü devletlerin de kendi çıkarları var.

Çözümün Türkiye’ye getirisi ne olur?
İstikrar. Ayrıca iç politikada yüksek ölçüde itibar kazandırır; çünkü çok zor bir siyasi meseleyi yıllar sonra askeri değil, siyasi yollardan çözme başarısını göstermiş olur. Elbette ki bu siyasi sorunu şiddetsiz bir biçimde çözmek ülkeyi ekonomik olarak da kalkındırır.
 


Hans-Joachim Giessmann:
Berghof Vakfı’nda genel müdürlük görevine başlamadan önce Berghof Çatışma Araştırmaları Merkezi’ni yönetti. Hamburg Üniversitesi Barış Araştırmaları ve Güvenlik Politikası Enstitüsü’nde müdür yardımcılığı yaptı. Aynı üniversitede siyaset bilimi profesörü olarak çalışmaktadır. Garden City, New York, Wroclaw ve Şanghay üniversitelerinde ders verdi. 2009-2014 yılları arasında Dünya Ekonomi Forumu’nun terörizm konulu global danışma kurulunda yer aldı. Almanya Dış İşleri Bakanlığı’nın Sivil Kriz Önleme Danışma Kurulu üyesidir.

DEVRİM ARSLAN/MERAL ÇİÇEK/BRÜKSEL


http://yeniozgurpolitika.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder