10 Tem 2014

Klee, Benjamin ve Öcalan: Tarihin meleği nereye uçar?

Angelus Novus; yani Yeni Melek, belki de tarihselleşme iddiasındaki insandır. Şimdi’nin yaratıcı anında kanat çırpan, geçmiş ile şimdi arasındaki o incecik çizgiden oluşan eşiği aşarken geleceğe doğru, gözleriyle geçmişe bakan. Aslında hem tarih hem de şimdi’dir Angelus Novus. Çünkü tarih ne kadar şimdi ise, o kadar kendisine müdahale edilebilir. 

1915-1940 yılları arasındaki 25 yıllık süreç, belki de Almanya’nın yakın tarihindeki en altüst oluşlu çeyrek yüzyılıdır. İki Dünya Savaşı arasındaki bu çeyrek yüzyıla neler sığmadı ki! Yıkım, yokoluş, yeniden doğuş, umut, hayal kırıklığı, ölüm, savaş, bomba, barış, gelecek… Dün, bugün ve yarın. Bu çeyrek yüzyılı belki de en iyi anlatan üç sözcük.
Ressam Paul Klee’nin yaklaşık 50 tablodan oluşan melek motifli serisi işte böyle bir süreçte, 1915-1940 yıllarında oluştu. Klee onlara "melekliğin dehlizindeki yaratıklar" derdi. Gerçekten de bildik melek tasvirlerin yanından bile geçmiyordu Klee’nin ‘yaratık melekleri’. Ne sarı lüleli saçları ne de masumiyetin ta kendisi bir beyazlıktaki önlükleri vardı onların. Yok, onlar farklı bir zamanın melekleriydi. Yıkıcı bir çağın, modern zamanların melekleriydiler belki de. Algılarımızdaki sarı saçlı beyaz önlüklü melek resmini yıkmaya gelmişlerdi. Belki de varlığına sığındığımız o melekler hiç olmamıştı. Her şey bir kandırmacaydı. Saf masumiyet, mutlak iyilik diye bir şey yoktu; ne yeryüzünde ne de gökyüzünde. Kim bilir… 


* * *
Paul Klee, Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden iki yıl sonra, 1920’de resmettiği Angelus Novus (Lat. Yeni Melek) tablosundan önce de Walter Benjamin’i derinden etkilemişti. Benjamin, Ekim 1917’ye ait bir notta Klee’nin, kendisine dokunup resim sanatının temelleri ile ilgilenme motivasyonunu sunan tek modern ressam olduğunu yazar. Eşi Dora da Benjamin’e 1920 yılında Klee’nin bir başka tablosunu hediye eder. Fakat Angelus Novus bir başka etki bırakır Benjamin üzerinde. Resmi satın aldığı 1921 yılından yaşama veda ettiği 1940 yılına kadarki 20 yıllık sürede ‘Yeni Melek’ Benjamin’in düşünsel ve yazımsal çalışmalarında sık sık kanatlanır.
***
"Klee’nin Angelus Novus adlı bir tablosu var. Bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor. Gözleri faltaşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş. Bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. Biraz daha kalmak isterdi melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek… Ama Cennet’ten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetle yakalamıştır ki, bir daha kapayamaz onları. Yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru yükselirken, fırtınayla birlikte çaresiz, sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir. İşte ilerleme dediğimiz şey, bu fırtınadır." (8. Tez)
***
Bu alıntının ait olduğu Tarih Felsefesi Üzerine Tezler adlı kısa çalışma, Benjamin’in 1940’taki ölümünden çok kısa bir süre önce yazıldı. 1942’de Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü tarafından yayımlanan bu makalesinde Benjamin, tarihselcilik eleştirisi üzerinden kendi tarih anlayışını ortaya koyuyor. Avrupa’da faşizmin yükseldiği bir dönemde kaleme alınan bu çalışmasında Benjamin düz ilerlemeci tarih anlayışını, temelinde homojen ve boş bir zaman algısının bulunduğunu ortaya koyarak eleştirir. Materyalist tarih anlayışını şimdiki zaman kavramı üzerinden eleştirip, şimdiki zamanın sadece belirli bir geçmişle ilişkisi bağlamında ele alınıp şimdinin zamanı olarak kavranabileceğini belirtir. Yani tarihin bütünsel bir diyalektik anlayışı çerçevesinde ele alınması gerektiğini ortaya koyarken, bu yöndeki düşüncelerini ayrıntılandırmıyor. Daha doğrusu ömrü yetmiyor.
* * *
İşte tam da bu noktada, Abdullah Öcalan devreye giriyor. Yanlış anlaşılmasın; Öcalan’ın bilerek Benjamin’in 70 yılı aşkın bir süre önce yapmış olduğu ama devamını getir(e)mediği bu başlangıcı tutup tamamladığı iddia edilmiyor. Ancak iki düşünürün tarihi ele alışındaki benzerlik dikkat çekicidir. Zaman ve mekanı aşan bir düşünsel yakınlık söz konusudur. Hakikate yakınlık belki de buradan ileri gelmektedir; zira farklı zaman ve mekanlarda ortaya çıkan, şekillenen, olgunlaşan düşünce, belki de hakikate en yakın olanıdır.
Abdullah Öcalan’ın tarih konusundaki görüşlerini bu kısalıktaki bir makaleye sığdırmak pek mümkün değil. Kendi başına ele alınması gereken bir konudur bundan ziyade. Hatta – birçok konuda olduğu gibi - Öcalan’ın tarih felsefesindeki düşünsel gelişim çizgisini irdelemek heyecan verici bir araştırma olsa gerek. Ancak bu makalenin amacı, Klee’nin Angelus Novus’unun aslında Benjamin’den daha çok Öcalan’ın tarih anlayışını simgelediğini ifade etmektir.
* * *
"Şüphesiz tarih eşittir tarih demek kaba bir totoloji olacaktır. Fakat şimdi’nin çok büyük oranda geçmişin, tarihin etkisinde oluştuğunu görememek daha büyük körlüklere yol açacaktır." (A. Öcalan: Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü, Mezopotamya Yayınları, s. 115)
"Şimdi veya güncellik ile tarih arasındaki bağa sıkça değinmenin gereği vardır. Tarihten kopuk güncel somutun, yaşanan şimdinin analizi ne kadar yanlışlıklara açıksa, şimdileşmeyen tarih analizleri de o kadar hatalara açıktır. Gerçeğin şimdideki hali tarihsiz çok eksik kavranır. Zaman her zaman gerçeğin inşa boyutudur. Zamansız gerçek bile olsa düşünülemez. Bu belki de mutlak denilen sırdır. Toplumsal gerçeklikte zamanın inşa gücü ve yeteneği temel bir ilke değerindedir. Toplumsal yaşamın zamanla sınırlanmış süre halini kavramak, sosyolojinin baş etmek zorunda olduğu temel sorunudur. (…) İnsan iradesi ancak şimdiye müdahale edebilir. Dolayısıyla tarih ne kadar şimdiyse o kadar kendisine müdahale edilebilir." (Ebd. s. 140)
* * *
 "Tarih günümüzde gizlidir ve biz tarihin başlangıcında gizliyiz", Abdullah Öcalan’ın öğreti değerinde ele alınan ve sahiplenilen sözlerindendir. 1997 yılında Serxwebûn Yayınları’ndan çıkan çözümleme kitabının da adı olan bu söz, Öcalan’ın felsefesindeki yerini korumaktadır. Ancak tarih paradigmasındaki en temel değişiklik, "tarım köy toplumu olmadan şehir temelli sermaye ve iktidar tekelciliğinin gelişmeyeceği" yönündeki düşünce olmaktadır. Bu ise tarihsel materyalizm ve pozitivizm etkilerinden köklü kopuş anlamına gelmektedir. Tarihin sadece iktidar ve devletler yığınının toplamı olmadığının altını çizen Öcalan, tarihsel toplum kavramını geliştirerek hem evrensel hem de (Kürtler bağlamında) yerel tarihi yeniden bir değerlendirmeye tutuyor da. Yani sadece bir tarih teorisini geliştirmiyor; o teori bağlamında tarihi yeniden yorumluyor da.
Tarih paradigmasındaki değişikliği sadece tarım köy toplumu veya neolitik çağ ve bu bağlamda devletli uygarlık ile ilgili analizlerine bağlamak çok eksik, hata yanlış olur. Ki Öcalan’ın tarih felsefesi diyalektik anlayışından kopuk kesinlikle ele alınamaz. Belki de kendi başına irdelenmesi gereken bir husustur Öcalan’ın diyalektik anlayışı. Bu konuda ne Hegelci ne de Marksist. Tersine. Ve Öcalan için diyalektik, tez-antitez-sentez formülüne sığmayıp, illa şemalaştırılacaksa, bir daireyi oluşturan iki ok işaretinin belki kısmen ifade edebileceği bir dünyaya bakış açısının özetidir. Kendi tanımı şöyle: "Diyalektiği ne zıtların yıkıcı birliği olarak ne de değişimi zıtsız, anın oluşçuluğu, yaratılışçılığı biçiminde yorumlamak doğrudur." (A. Öcalan, Özgürlük Sosyolojisi)
Bu hususun tarih felsefesi açısından ne denli önem teşkil ettiğini ise Abdullah Öcalan şöyle özetlemektedir: "Diyalektiğin hep yok edici kutuplar olarak işlemediğini fark ettikten sonra, genel evrensel oluşumda gözlemlendiği gibi, tarihsel-toplumun da yok edici olmayan (ara sıra olabilen ama daimi olmayan) diyalektiksel gelişiminde uygarlığın tekçi değil, ikilemsel bir süreç olduğunu tespit etmem zor olmadı." (Ebd.)
Öcalan’ın bu diyalektiği, bir düşünme biçimi ve bakış açısı olarak olay ve olgulara yaklaşımının esasını oluşturmaktadır. Ne böyle ne de şöyledir. Her zaman iki yönlüdür. Ama iki yönün toplamı da değildir. Belki de ‘üçüncü yön’ olarak isimlendirilebilecek olanın düşünceleşmiş halidir.
Buradan tekrar tarih konusuna dönecek olursak; Öcalan’ın felsefesinde tarih de ne düz ilerlemeci ne de döngüseldir. Çünkü şimdiye müdahale etme yeteneğine ve gücüne sahip insan iradesi var. Ancak bunun için şimdi’nin "olağanüstü yaratıcı an değeri" kavranmalı. Yine Öcalan’dan dinleyelim: "Tarihsel akış tekrarlardan ibaret bir döngüler sistemi olmadığı gibi, çizgisel bir ilerlemecilik de değildir. Kendi içinde ne kadar zihniyet ve yapısal hareket oluşturduysa, o ağırlıkta paylar taşıyan bütünsellikle kazanmış bilinç ve eylemler hareketinin toplamıdır. Tarihselleşmek, akış halkalarından biri olmak her zaman mümkündür. Bunun koşulu ise gereken ağırlıkta zihniyet gücüyle yapısal form kazanmaktır." (Ebd.)
Angelus Novus; yani Yeni Melek, bu bağlamda belki de tarihselleşme iddiasındaki insandır. Şimdi’nin yaratıcı anında kanat çırpan, geçmiş ile şimdi arasındaki o incecik çizgiden oluşan eşiği aşarken geleceğe doğru, gözleriyle geçmişe bakan. Aslında hem tarih hem de şimdi’dir Angelus Novus. Çünkü tarih ne kadar şimdi ise, o kadar kendisine müdahale edilebilir. 


144. PolitikART'ta yayımlandı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder