Özel Operasyonlar Birliği'ne üye 28 yaşındaki Klaus T., elinde silahla Halim'i kovalıyor. Ve birden 15 santim mesafeyle bir el ateş ediyor. Daha sonra, 'kaza' olduğunu söyleyecekti. Bütün bir devletin kurumları, emniyetten mahkemesine, devletin polisini 'terörist Kürtlere' karşı korumak için seferber olacaktı.
Koşuyordu. Ömrünün en hızlı koşusuydu bu. Ölümüne koşuyordu, yaşamak için. Ayak sesleri gecenin sessizliğinde yankılanıyordu. Kare şeklindeki kaldırım taşlarına çarpan bu boğuk sesi ilk defa duyumsuyordu. Şimdiye kadar sadece tozlu toprak yollarda koşmuştu. Birden yangınlar içindeki köyün yolunda, kurtarabildikleri birkaç parça eşyayı yükledikleri kamyonun peşinden koşan köpeğinin çaresiz bakışları gözlerinin önüne geldi.
Aniden bir silah patladı. Silah sesini duymasıyla sırtında sıcak bir sızıyı hissetmesi bir oldu. Düştü. Yüzünün doğusu sert kaldırım taşına çarptı. Kımıldayamıyordu. O yaşamı kovalarken ölüme mi yakalanmıştı şimdi? Üstelik Almanya'da! O nelerin üstesinden gelmemişti ki. Korkunç işkencelere dayanmıştı, direnmişti. Devlet kurşunuyla can vermemek, yaşamak için gelmişti buralara. Ne zorlukları aşarak ulaşmıştı bu soğuk ülkeye. Bir tek mücadele içini ısıtabiliyordu. Sığındığı devletin kurşunuyla mı ölecekti?
* * *
1994 yılı, mayısın başları. Dışarıdaki bahar havasına rağmen içerisi buz gibi, duvarları steril beyazı bir odada sırasının gelmesini bekliyor. Bir kadın geliyor. "Ayhan Eser" diyor. S harfini z gibi telaffuz ediyor. O ad, geldiği bu ülkedeki her şey gibi yabancı ona. Oysa kendi seçtiği isim. Geride kalan ailesini tehlikeye düşürmemek için gerçek adıyla, Halim Dener olarak ilticaya başvurmuyor.
İçeride masanın öbür ucunda memur, dosyasını karıştırırken, karşındakinin insan mı robot mu olduğundan emin olamıyor. Birkaç hafta önce Bingöl-Genç'e bağlı köyleri Parcuk - Türkçe adıyla Keklikdere - belki de karşısındaki adamın memuru olduğu bu devletin ürettiği panzerlerle yakılıp yıkılmıştı. Neden bu kadar soğuktu?
* * *
Sorgu.
"Adın ne?"
"Halim Dener."
"Doğum tarihin?"
"23 Aralık 1977."
Başını kaldıracak gücü kalmadı. Zar zor soruları cevaplıyor.
"Teröristler nerede saklandı? Kim yardım etti?"
"..."
Sol elmacık kemiğinin üstüne bir yumruk iniyor. Bir tane daha, bir tane daha... Başı öne düşüyor. Arkasında duran biri, pis kokan elleriyle dalgalı saçından çekip başını tutuyor. Diğeri yumruklamaya devam ediyor.
"Lan piç, orospu çocuğu! Konuşsana!"
"..."
"Götürün bunu! Falakayı görsün de aklı başına gelsin!"
* * *
İltica memuru dosyayı kapatıyor. Fotoğrafı çekiliyor, parmak izleri alınıyor. Aklına, Almanya'ya gelmeden hemen önce yaşadığı gözaltı geliyor. O zaman da fotoğrafı çekilmişti, parmak izleri alınmıştı. Bir hafta boyu işkence gördü. Ama konuşmadı. Konuşmadı...
"Neustadt am Rübenberge'ye gideceksiniz."
Orası neresi? Uzak mı? Gideceği yerde Kürtler var mıdır? Almanca bilmiyor ki. Nasıl gidecek? Vaz mı geçse? Dönse mi? Dönse tutuklanır. Belki yakalanmaz. Belli olmaz. Hakkında ihbar olabilir mi? İşkenceciler onu bırakmadan önce 'Şimdilik bırakıyoruz seni, bir daha yakalarsak af etmeyiz' demişlerdi. Dönemez. Ailesi bunca masraf yapmıştı. Ama burada nasıl yaşayacaktı?
* * *
26 Kasım 1993. Almanya'da yaşayan Kürtler, yarın yapacakları kutlamalara hazırlanırken art arda baskın haberleri geliyor. Alman Federal İçişleri Bakanı, PKK'nin ve ERNK'nin faaliyetlerinin artık yasak olduğunu duyuruyor. Berxwedan Yayınları, Kurd-Ha haber ajansı ve Almanya'daki Kürdistanlı Yurtsever İşçi ve Kültür Dernekleri Federasyonu'na (FEYKA Kurdistan) bağlı 29 Kürt derneği kapatılıyor. Eşzamanlı olarak Almanya'da yaşayan sayısız Kürt siyasetçi ve aktiviste karşı 'terörist örgüte üyelik/yardım'dan soruşturma başlatılıyor. Kürt dernekleri savunan 25 avukat, Alman devletinin bu yasağın "Kürdistan halkına karşı soykırımın desteklenmesi" anlamına geldiğini duyuruyor.
Eşi görülmemiş bir sürek avı ile Almanya kamuoyu nezdinde Kürtler 'terörist' diye damgalanıp, her an şiddet uygulamaya hazır bir toplum olarak lanse ediliyor.
* * *
20 Mart 1994. Yapılmak istenen bütün Newroz kutlamaları yasaklanıyor. Hayır, Kürdistan'da değil; Almanya'da. Yola çıkan otobüsler otobanlarda polislerce çember içine alınıyor. Çatışmalar çıkıyor. 500'den fazla Kürt gözaltına alınıyor, 17'si sınırdışı edilmek üzere tutuklanıyor.
Bir gün sonra, Alman devletinin Kürdistan'daki kirli savaşına desteğini protesto etmek için Nilgün Yıldırım (Bêrîvan) ve Bedriye Taş (Ronahî), Mannheim kentinde bedenlerini ateşe veriyor. Günler sonra yapılacak cenaze törenini engellemek için Almanya çapında 32 bin polis görevlendiriliyor. Mannheim kentine bütün girişler kapatılıyor, Kürtler şehre sokulmuyor. Buna rağmen 10 bin kişi Bêrîvan ve Ronahî'ye son yolculuklarında eşlik ediyor.
* * *
8 Nisan 1994. Yeşiller'in baskısı sonucu, Kürt sivil halkına karşı kullanıldığı için Türkiye'ye silah ihracatı durduruluyor. Bir ay geçmeden dönemin Federal Dışişleri Bakanı Klaus Kinkel, 'iddiaların kanıtlanmadığı' gerekçesiyle silah ihracatının kaldığı yerden devam ettiğinin 'müjdesini' veriyor. Kürdistan'da Alman panzerlerle köyler yakılıp yıkılıyor. Bu müjdeden günler sonra İHD, son iki hafta içinde 138 Kürt köyünün yıkıldığını duyuruyor.
* * *
29 Haziran 1994. Saat 23 suları. Birkaç Kürt genci, ellerinde tutkallı kovalar ve afişlerle Hannover'in Steintorplatz yakınlarında toplanıyor. Etrafa bakıyorlar; sakin görünüyor. İki gruba bölünüp işe başlıyorlar. Duvarlara yapıştırdıkları ERNK amblemli afişlerde, Alman devletinin PKK yasağı kınanıyor. Aniden yanlarında duran sivil bir araçtan iki kişi fırlayıp, "Durun, polis!" diye bağırıyor. Halim Dener ve yanındaki arkadaşı hızla koşmaya başlıyor. Özel Operasyonlar Birliği'ne üye 28 yaşındaki Klaus T., elinde silahla Halim'i kovalıyor. Ve birden 15 santim mesafeyle bir el ateş ediyor.
Daha sonra, 'kaza' olduğunu söyleyecekti. Ayrıca ilk ifadesinde, afişleme yapan gençleri gördüğünde, aklından "sadece bir düzen bozuculuk ya da bir mal tahribatı geçmediğini"; bundan ziyade 'yasaklı PKK'nin desteklenmesine dönük bir suç işlendiği' şüphesine kapıldığını dile getirecekti.
Dava sürecinde ve öncesinde bütün bir devletin kurumları, emniyetten mahkemesine, devletin polisini 'terörist Kürtlere' karşı korumak için seferber olacaktı. Beraatla sonuçlanan davanın ayrıntılarını yazmaya sayfa yetmez; ne davaya müdahil olan Halim'in anne-babasının 'nerden bilelim, belki iltica ederler' diye mahkemede hazır bulunmamaları için vize başvurularının nasıl reddedildiğini, ne sanık iken birden 'mağdur' olan polisin ifadesini cebinde silahla verdiğini ne de mahkeme salonunun etrafında Kürtlerin oluşturduğu tehdide karşı 'güvenlik' diye kaç bin polisin konuşlandırıldığını... Sanki polis bir Kürdü değil de, Kürtler bir polisi vurmuş gibi...
O günlerden bu yana değişmeyen bir şey var. Halim Dener, hala 16 yaşında...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder