Beş-on metre kala artık fırtına gibiydi. Kafasını hafiften eğerek tüm gücüyle bağırdı;
"Çüçüüüüüüütt!!" Dıgı dıg, dıgı dıg, dıgı dıg, dıgı dıg, dıgı dıg...
GÜÜÜMM!!
Muzaffer'in arkasından, tam da kıçına yavru boğa gibi tosladı. Darbe, şiddetle sarstı bedenini. Kafes bir yana, kuş bir yana, o bir yana uçtu. Kafes az ötede şangır şungur sesler çıkararak tuzla buz oldu. Güvercin, şapkanın içinde sürüklendi önce, şapka durdu ve korku içinde havalandı.
Dodo, Şaşo ve Titi kuşun peşine düştü. Titi, en yakın binanın terasına çıktı. Köşeden köşeye fırlayıp aranmaya başladı, deliler gibi dolanıyordu. Yakın bir yerde olmalıydı. Havada bir şey yoktu. Görülebilen tüm damlara, teraslara baktı; kıpırtı yoktu. Çaresizce aşağı indi.
"Ne oldi, ne tarafa gıtti?" dedi Şaşo.
"Hêç bişê göremedım!"
"Nasıl olır?"
"Oxlım, quş orda şoq yedi. Kim bılır nêre gıtti. Belki de qeybettıx."
"Dur hele, hemen umudıni kesme. Az çox eve alışmişti. Belki de şındi..."
"Hêç sanmiyem. Qorxidan qıblesıni şaşırdi zawalli!"
"Bari hangi yöne gıtti, oni bıleydıx. Bu yeterdi..."
En 'yakalanamaz' denen kuşları bile nasıl yakaladıklarını hatırlattılar birbirlerine.
Yüksek binalar...
Çatılar...
Teraslar...
Ve damlar...
Soluk soluğa kuşlar... Yeter ki bir yere konsun! Damdan dama atlar, düz duvara tırmanır, öyle bir sızarlardı ki kuş bile şaşardı. Müthiş bir tutkuydu onlarda bir şeylerin peşinden gitmek, tam bulmuşken kaybetmek... Sonra...
Saatlerce dolandılar şehrin semtlerinde. Geçilmedik mahalle bırakmadılar. Binalar, çatılar, sokaklar ve şehrin göğü... Her biri ayrı bölgelerde oradan oraya dolanıp durdu.
Üçü de şehrin ayrı noktalarında, umudu diğerinde canlı tutarak geri döndü. Terli, yorgun, soluksuz ve az umutla...
Yeter ki hava kararmasın!
Az sonra buluşma yerine doğru öfkeli, bitkin ve sallana sallana geldiler. Çömelip sigara yaktılar duvarın dibinde. Biri konuşsa öteki patlayacaktı. Hınçlarını birbirlerinden almaya o denli hazırlardı ki!
Titi sigarasını atıp, başını ellerinin arasına aldı.
"En son bi tene gördım. Bêle gıtti."
Dodo kafasını kaldırıp Titi'ye acıyla baktı.
"O degıldi, olsa bile artıx gıtti."
Hiç böyle çaresiz olmamışlardı. Omuzlarına tüy konsa çökecekler.
Şaşo'ya baktı Titi. Dodo'dan beter haldeydi, gözlerindeki o hareketli kıvılcımdan eser yoktu. 'Ne yapsak da boş!' der gibi aynı noktaya bakıyordu hep.
"Bu iş de burda bitti!" diyebildi sonunda.
Dodo;
"Heftaya ne yapacaxız, ne pox yiyecaxız?" dedi dokunaklı bir sesle.
Tit doğruldu yerinden;
"Ben gidiyem..."
"Nereye?" dedi Şaşo, konuşup konuşmadığını bile farketmeden.
"Onın pêşıne" dedi Titi.
"Boş vêr" dedi Dodo. "Zati axşam olacax."
Dodo ve Şaşo ellerini umutsuzca savurup kafalarını indirdiler.
Titi ağır adımlarla yürüdü, sokağın sonunda kayboldu.
Ana caddenin kalabalığında ancak gelebildi kendine. Sesler, hareketler ve şehrin uğultusu, bu akşam canlılığı güç kattı yüreğine. Bir taksiyi durdurup bindi. "Nereye?" dedi şoför; o sadece eliyle yön gösterdi. Şoför, defalarca sordu aynı soruyu; o hep yön gösterdi. Sonunda dört yöne açılan kavşakta indi. Kaldırımda insanların arasına karıştı. Nereye gideceğini kestiremiyordu. Kuşun uçtuğu yöne gelmişti ama nasıl bulacaktı? Peşinden gideceği bir iz yoktu.
Damlara, çatı uçlarına, güvercinlerin konabileceği yerlere baka baka yürüdü.
Yarım saate varmadan karanlık çökecekti.
Birden geri döndü. Köşeyi dönüp sola sapacaktı ki, köşeyi ondan önce dönen bir çocukla çarpıştı; bir çocuk da onu kovalıyordu.
"Bembeyazdi!" dedi arkadan yetişen çocuk.
Titi'ye çarpan ise;
"Işık gibi geçti!" dedi.
Çocuğun kolundan tuttu Titi;
"Hangi tarafa..." dedi.
Çocuk kolunu uzatıp caddenin sonunu gösterdi.
Hızla o tarafa koştu.
Çocuklar, arkasından bakıp bir şey anlamadan güldüler.
Caddenin sonuna kadar koştu. Köşede, şehrin taa orta yerlerini görebilen bir bina vardı. Kapısını açtı, merdivenler üçer beşer tırmanıp terasa çıktı. Köşeden köşeye koşup aşağılara baktı. İki, üç, beş ve tek katlı evleri, sokakları, bahçeleri; uzak, yakın yerleri uzun süre dikkatle izledi. Bir an gür ağaçların olduğu bahçelerin üzerinden ok gibi beyaz bir ışık geçti. Bu oydu! Evet o... Diğer köşeye, o beyazlığı daha iyi görebileceği tarafa geçti. Sahiden oydu, dolanıyordu. Saatlerdir uçuyordu demek. Yorulmuş olmalıydı. Belki birazdan konardı bir yere. Titi'nin yüreği gürp gürp atıyordu. Sabırsızlanıyor, heyecandan söyleniyordu.
Kuş, bahçelerin ve tek katlı evlerin üstünden birkaç tur daha attı, dolandı, biraz yükseldi ve sonunda üç katlı binanın merdiven çıkışının o küçük çatısına kondu.
Rahatça görülüyordu buradan: Kırmızı kiremitin üstünde bembeyaz bir leke!
Hızla indi merdivenleri. Sokağa fırladı. Deliler gibi koşturuyor, o üç katlı binanın kapısını arıyordu. Nihayet buldu, açıktı kapı. Girdi. Merdivenleri çıkıp dam kapısında durdu. Eğreti, tahta bir kapıydı bu, kilitliydi. Zorladı. Kilit sağlamdı. Uzun kollarıyla tuttuğu gibi menteşelerinden söküp çıkardı kapıyı, kenara bıraktı. İki adım sonra damdaydı. Yürüdü. Arkasını dönüp merdiven çatısına baktı. Güvercin, o bembeyaz leke oradaydı işte! Sevindi. Şimdi ürkütmeden sessizce yaklaşmalı ve bir hamlede...
Titi adımını atar atmaz yaşlı bir kadın dam kapısında belirdi;
"Xırxııııızzz! İn aşaxi! Ne işin war? Bax hele qapiyi ne hale qoymiş! İç çabox!"
"Ana wallahi xırxız degılem. Bax quşım orda. Yaxaliyayım, gidecaxam."
"Ulan in dedım, puşt oxli puşt! 'Xırxız degılem’ diyi bi de! Ya bu qapinın hali..."
"Tamam, dur parasıni vêreyım. Çox baxırma, quş..."
Kadının öfkesi burnundaydı. Kapıyı göstererek 'in aşaxi' diyordu. Hemen terliğini çıkarıp eline aldı, kuşa fırlatacaktı ki... Titi cebinden bıçağını çıkardı ve 'şak!' diye açtı.
"Atsan vururam! Hêç acımam qarnıni deşerem!"
Kadının yüreği ağzına geldi, ödü kopacaktı. Gözükara olurdu bu çocuklar, vururum! dedi mi, gözünü kırpmaz...
Olduğu yerde, elindeki terlikle donakaldı kaldı.
"Hüüüşşş..." dedi Titi. "Güvercin..."
Kadının çığlığını duyan komşular sokakta toplanmışlardı. Öfkeyle homurdayan bir kalabalık vardı aşağıda. Pencereden bedenlerini sarkıtıp bakanlar, damlara çıkanlar birbirlerine sesleniyorlardı. Kimbilir az sonra ne belalı kavgalar yaşanacaktı!
Titi'nin umrunda değildi çevrede olup bitenler. Kuşa odaklanmıştı. Hafifçe eğilip süzüldü. Kuş, hiçbir şey farketmemişti henüz. Sessizce yaklaştı. Kiremitin altında durdu. Kolunu uzatsa yakalayabilirdi. Ama daha hamle bile yapmadan kuş huylandı, uçtu, çok tehlikeli bir yere, tam da damın köşesine kırık tuğlanın üzerine kondu. Sıkışabileceği yer değildi burası, istediği yöne havalanabilirdi.
Titi dönüp kadına baktı. Kadın donakaldığı ilk yerde durmuştu, terliği tutan eli havadaydı.
Kuşa döndü. Ne kötü bir yerde durmuştu! Sol tarafı açıktı; sağda, arka tarafında dut ağacı yükseliyordu. Oraya doğru sürmeliydi. Diğer taraftan yaklaşsa, kuş, arkadaki açıklığı kullanıp rahatça havalanabilirdi. Öyleyse... Şansı az da olsa zorlayan sol taraftan yaklaşmalı, kuşu dut ağacına doğru sürüklemeliydi.
Sol taraftan yaklaştı Titi, birkaç adım kala durdu. Tam iki dakika hiç kımıldamadı. Kadına baktı: Heykel! Kuşa döndü: Soluk soluğa ve ürkek! Bir adım daha... Kuş huylandı. Kırık tuğlanın üzerinde döndü. Uçtu uçacak gibiydi. Bakıştılar. Titi, gözünü bile kırpmıyordu. Nefesini tutmuştu. O kadar heyecanlıydı ki neredeyse olduğu yere çökecekti. Mesafe bir metreydi, az önceki deneme başarısız olmuş ve kuş, çok ürkmüştü.
Hem şok yemişti bugün. Kanat uçlarının titrediğini görüyordu Titi, kendi dizlerini bir de... 'Bir çırpıda yakalasam!' Ya uçarsa? İçi içini yiyordu. Kuş bir elinde bir köşedeydi. 'Yenmeliyim bu korkuyu!' Biraz daha eğildi. Kolunu kuşun arkasından dolandırıp güvercin gibi kuğurdamaya başladı. Elini yaklaştırdı, yaklaştırdı... Bedeni geride kaldı. Kuş, yan yan gidip mesafeyi açıyordu. Son bir hamleyle elini uzatıp kuşu tuttu.
Gövdesi elindeydi artık. Kanat vurup tüy bırakarak çırpındı kuş. Aniden sıyrıldı. Sadece kuyruğu kaldı elinde. Can havliyle çırpınınca o da koptu. Üç-beş uzun tüy parmaklarının arasından döne döne aşağı süzüldü. Eli bomboştu şimdi. Hemen atıldı, bedenini gerip kuşa doğru kedi gibi sıçradı ve onu havada yakaladı.
Kuşu göğsüne bastırınca, ayaklarının yerden kesildiğini ve bir boşluktan aşağı düştüğünü farketti.
Sokakta biriken insanlar, bu uzun boylu çocuğun aşağı düşüşünü korkuyla izlediler. Bedeni yere çakılır çakılmaz insanların çoğu elleriyle yüzlerini kapattı. Kolay değildi birinin bu kadar yüksekten düşüşüne tanık olmak. Bir insan, üçüncü kattan boşluğa, sokağın ortasına...
Düşer düşmez kalabalık ona doğru koştu. Upuzundu. Dizlerini çekti. Bir eli göğsünde, diğer eliyle yere tutunarak doğruldu. Derinden inliyordu. Yüzü kasılıyor, acı çekiyordu. Ama kuş, o bembeyaz güvercin kalbinin üstündeydi ya!
Tepesindeki kalabalığı görünce yerinde doğrularak oturdu. Kucağındaki kuşa baktı... Yüz hatları yumuşadı hemen. Gülümsedi, gülümsedi... Otuz iki dişini birden kuşa gösterdi Titi. Sonra...
Sonra...
Kalabalığa dönüp bağırdı;
"Daxılın ulan! Ma babanızın dügünidır!"
Ayağa kalktı. Bir elinde güvercin, diğer eliyle de üstünü başını silkeleye silkeleye yürüdü.
BİTTİ
Not: Bolu F Tipi'nde tutsak Murat Türk, bu öyküsüyle 2008'de Hüseyin Çelebi Edebiyat Etkinliği'nde öykü dalında birinciliğe layık görüldü. Okuyup ne kadar güldüğümü anlatmam için bana göndermişti. Uzun olduğu için PolitikART'ta yayımlayamadık. Ben de, sizler de okuyabilesiniz diye PC'ye geçirip blogta yayınladım. Umarım eğlenerek okumuşsunuzdur...
"Çüçüüüüüüütt!!" Dıgı dıg, dıgı dıg, dıgı dıg, dıgı dıg, dıgı dıg...
GÜÜÜMM!!
Muzaffer'in arkasından, tam da kıçına yavru boğa gibi tosladı. Darbe, şiddetle sarstı bedenini. Kafes bir yana, kuş bir yana, o bir yana uçtu. Kafes az ötede şangır şungur sesler çıkararak tuzla buz oldu. Güvercin, şapkanın içinde sürüklendi önce, şapka durdu ve korku içinde havalandı.
Dodo, Şaşo ve Titi kuşun peşine düştü. Titi, en yakın binanın terasına çıktı. Köşeden köşeye fırlayıp aranmaya başladı, deliler gibi dolanıyordu. Yakın bir yerde olmalıydı. Havada bir şey yoktu. Görülebilen tüm damlara, teraslara baktı; kıpırtı yoktu. Çaresizce aşağı indi.
"Ne oldi, ne tarafa gıtti?" dedi Şaşo.
"Hêç bişê göremedım!"
"Nasıl olır?"
"Oxlım, quş orda şoq yedi. Kim bılır nêre gıtti. Belki de qeybettıx."
"Dur hele, hemen umudıni kesme. Az çox eve alışmişti. Belki de şındi..."
"Hêç sanmiyem. Qorxidan qıblesıni şaşırdi zawalli!"
"Bari hangi yöne gıtti, oni bıleydıx. Bu yeterdi..."
En 'yakalanamaz' denen kuşları bile nasıl yakaladıklarını hatırlattılar birbirlerine.
Yüksek binalar...
Çatılar...
Teraslar...
Ve damlar...
Soluk soluğa kuşlar... Yeter ki bir yere konsun! Damdan dama atlar, düz duvara tırmanır, öyle bir sızarlardı ki kuş bile şaşardı. Müthiş bir tutkuydu onlarda bir şeylerin peşinden gitmek, tam bulmuşken kaybetmek... Sonra...
Saatlerce dolandılar şehrin semtlerinde. Geçilmedik mahalle bırakmadılar. Binalar, çatılar, sokaklar ve şehrin göğü... Her biri ayrı bölgelerde oradan oraya dolanıp durdu.
Üçü de şehrin ayrı noktalarında, umudu diğerinde canlı tutarak geri döndü. Terli, yorgun, soluksuz ve az umutla...
Yeter ki hava kararmasın!
Az sonra buluşma yerine doğru öfkeli, bitkin ve sallana sallana geldiler. Çömelip sigara yaktılar duvarın dibinde. Biri konuşsa öteki patlayacaktı. Hınçlarını birbirlerinden almaya o denli hazırlardı ki!
Titi sigarasını atıp, başını ellerinin arasına aldı.
"En son bi tene gördım. Bêle gıtti."
Dodo kafasını kaldırıp Titi'ye acıyla baktı.
"O degıldi, olsa bile artıx gıtti."
Hiç böyle çaresiz olmamışlardı. Omuzlarına tüy konsa çökecekler.
Şaşo'ya baktı Titi. Dodo'dan beter haldeydi, gözlerindeki o hareketli kıvılcımdan eser yoktu. 'Ne yapsak da boş!' der gibi aynı noktaya bakıyordu hep.
"Bu iş de burda bitti!" diyebildi sonunda.
Dodo;
"Heftaya ne yapacaxız, ne pox yiyecaxız?" dedi dokunaklı bir sesle.
Tit doğruldu yerinden;
"Ben gidiyem..."
"Nereye?" dedi Şaşo, konuşup konuşmadığını bile farketmeden.
"Onın pêşıne" dedi Titi.
"Boş vêr" dedi Dodo. "Zati axşam olacax."
Dodo ve Şaşo ellerini umutsuzca savurup kafalarını indirdiler.
Titi ağır adımlarla yürüdü, sokağın sonunda kayboldu.
Ana caddenin kalabalığında ancak gelebildi kendine. Sesler, hareketler ve şehrin uğultusu, bu akşam canlılığı güç kattı yüreğine. Bir taksiyi durdurup bindi. "Nereye?" dedi şoför; o sadece eliyle yön gösterdi. Şoför, defalarca sordu aynı soruyu; o hep yön gösterdi. Sonunda dört yöne açılan kavşakta indi. Kaldırımda insanların arasına karıştı. Nereye gideceğini kestiremiyordu. Kuşun uçtuğu yöne gelmişti ama nasıl bulacaktı? Peşinden gideceği bir iz yoktu.
Damlara, çatı uçlarına, güvercinlerin konabileceği yerlere baka baka yürüdü.
Yarım saate varmadan karanlık çökecekti.
Birden geri döndü. Köşeyi dönüp sola sapacaktı ki, köşeyi ondan önce dönen bir çocukla çarpıştı; bir çocuk da onu kovalıyordu.
"Bembeyazdi!" dedi arkadan yetişen çocuk.
Titi'ye çarpan ise;
"Işık gibi geçti!" dedi.
Çocuğun kolundan tuttu Titi;
"Hangi tarafa..." dedi.
Çocuk kolunu uzatıp caddenin sonunu gösterdi.
Hızla o tarafa koştu.
Çocuklar, arkasından bakıp bir şey anlamadan güldüler.
Caddenin sonuna kadar koştu. Köşede, şehrin taa orta yerlerini görebilen bir bina vardı. Kapısını açtı, merdivenler üçer beşer tırmanıp terasa çıktı. Köşeden köşeye koşup aşağılara baktı. İki, üç, beş ve tek katlı evleri, sokakları, bahçeleri; uzak, yakın yerleri uzun süre dikkatle izledi. Bir an gür ağaçların olduğu bahçelerin üzerinden ok gibi beyaz bir ışık geçti. Bu oydu! Evet o... Diğer köşeye, o beyazlığı daha iyi görebileceği tarafa geçti. Sahiden oydu, dolanıyordu. Saatlerdir uçuyordu demek. Yorulmuş olmalıydı. Belki birazdan konardı bir yere. Titi'nin yüreği gürp gürp atıyordu. Sabırsızlanıyor, heyecandan söyleniyordu.
Kuş, bahçelerin ve tek katlı evlerin üstünden birkaç tur daha attı, dolandı, biraz yükseldi ve sonunda üç katlı binanın merdiven çıkışının o küçük çatısına kondu.
Rahatça görülüyordu buradan: Kırmızı kiremitin üstünde bembeyaz bir leke!
Hızla indi merdivenleri. Sokağa fırladı. Deliler gibi koşturuyor, o üç katlı binanın kapısını arıyordu. Nihayet buldu, açıktı kapı. Girdi. Merdivenleri çıkıp dam kapısında durdu. Eğreti, tahta bir kapıydı bu, kilitliydi. Zorladı. Kilit sağlamdı. Uzun kollarıyla tuttuğu gibi menteşelerinden söküp çıkardı kapıyı, kenara bıraktı. İki adım sonra damdaydı. Yürüdü. Arkasını dönüp merdiven çatısına baktı. Güvercin, o bembeyaz leke oradaydı işte! Sevindi. Şimdi ürkütmeden sessizce yaklaşmalı ve bir hamlede...
Titi adımını atar atmaz yaşlı bir kadın dam kapısında belirdi;
"Xırxııııızzz! İn aşaxi! Ne işin war? Bax hele qapiyi ne hale qoymiş! İç çabox!"
"Ana wallahi xırxız degılem. Bax quşım orda. Yaxaliyayım, gidecaxam."
"Ulan in dedım, puşt oxli puşt! 'Xırxız degılem’ diyi bi de! Ya bu qapinın hali..."
"Tamam, dur parasıni vêreyım. Çox baxırma, quş..."
Kadının öfkesi burnundaydı. Kapıyı göstererek 'in aşaxi' diyordu. Hemen terliğini çıkarıp eline aldı, kuşa fırlatacaktı ki... Titi cebinden bıçağını çıkardı ve 'şak!' diye açtı.
"Atsan vururam! Hêç acımam qarnıni deşerem!"
Kadının yüreği ağzına geldi, ödü kopacaktı. Gözükara olurdu bu çocuklar, vururum! dedi mi, gözünü kırpmaz...
Olduğu yerde, elindeki terlikle donakaldı kaldı.
"Hüüüşşş..." dedi Titi. "Güvercin..."
Kadının çığlığını duyan komşular sokakta toplanmışlardı. Öfkeyle homurdayan bir kalabalık vardı aşağıda. Pencereden bedenlerini sarkıtıp bakanlar, damlara çıkanlar birbirlerine sesleniyorlardı. Kimbilir az sonra ne belalı kavgalar yaşanacaktı!
Titi'nin umrunda değildi çevrede olup bitenler. Kuşa odaklanmıştı. Hafifçe eğilip süzüldü. Kuş, hiçbir şey farketmemişti henüz. Sessizce yaklaştı. Kiremitin altında durdu. Kolunu uzatsa yakalayabilirdi. Ama daha hamle bile yapmadan kuş huylandı, uçtu, çok tehlikeli bir yere, tam da damın köşesine kırık tuğlanın üzerine kondu. Sıkışabileceği yer değildi burası, istediği yöne havalanabilirdi.
Titi dönüp kadına baktı. Kadın donakaldığı ilk yerde durmuştu, terliği tutan eli havadaydı.
Kuşa döndü. Ne kötü bir yerde durmuştu! Sol tarafı açıktı; sağda, arka tarafında dut ağacı yükseliyordu. Oraya doğru sürmeliydi. Diğer taraftan yaklaşsa, kuş, arkadaki açıklığı kullanıp rahatça havalanabilirdi. Öyleyse... Şansı az da olsa zorlayan sol taraftan yaklaşmalı, kuşu dut ağacına doğru sürüklemeliydi.
Sol taraftan yaklaştı Titi, birkaç adım kala durdu. Tam iki dakika hiç kımıldamadı. Kadına baktı: Heykel! Kuşa döndü: Soluk soluğa ve ürkek! Bir adım daha... Kuş huylandı. Kırık tuğlanın üzerinde döndü. Uçtu uçacak gibiydi. Bakıştılar. Titi, gözünü bile kırpmıyordu. Nefesini tutmuştu. O kadar heyecanlıydı ki neredeyse olduğu yere çökecekti. Mesafe bir metreydi, az önceki deneme başarısız olmuş ve kuş, çok ürkmüştü.
Hem şok yemişti bugün. Kanat uçlarının titrediğini görüyordu Titi, kendi dizlerini bir de... 'Bir çırpıda yakalasam!' Ya uçarsa? İçi içini yiyordu. Kuş bir elinde bir köşedeydi. 'Yenmeliyim bu korkuyu!' Biraz daha eğildi. Kolunu kuşun arkasından dolandırıp güvercin gibi kuğurdamaya başladı. Elini yaklaştırdı, yaklaştırdı... Bedeni geride kaldı. Kuş, yan yan gidip mesafeyi açıyordu. Son bir hamleyle elini uzatıp kuşu tuttu.
Gövdesi elindeydi artık. Kanat vurup tüy bırakarak çırpındı kuş. Aniden sıyrıldı. Sadece kuyruğu kaldı elinde. Can havliyle çırpınınca o da koptu. Üç-beş uzun tüy parmaklarının arasından döne döne aşağı süzüldü. Eli bomboştu şimdi. Hemen atıldı, bedenini gerip kuşa doğru kedi gibi sıçradı ve onu havada yakaladı.
Kuşu göğsüne bastırınca, ayaklarının yerden kesildiğini ve bir boşluktan aşağı düştüğünü farketti.
Sokakta biriken insanlar, bu uzun boylu çocuğun aşağı düşüşünü korkuyla izlediler. Bedeni yere çakılır çakılmaz insanların çoğu elleriyle yüzlerini kapattı. Kolay değildi birinin bu kadar yüksekten düşüşüne tanık olmak. Bir insan, üçüncü kattan boşluğa, sokağın ortasına...
Düşer düşmez kalabalık ona doğru koştu. Upuzundu. Dizlerini çekti. Bir eli göğsünde, diğer eliyle yere tutunarak doğruldu. Derinden inliyordu. Yüzü kasılıyor, acı çekiyordu. Ama kuş, o bembeyaz güvercin kalbinin üstündeydi ya!
Tepesindeki kalabalığı görünce yerinde doğrularak oturdu. Kucağındaki kuşa baktı... Yüz hatları yumuşadı hemen. Gülümsedi, gülümsedi... Otuz iki dişini birden kuşa gösterdi Titi. Sonra...
Sonra...
Kalabalığa dönüp bağırdı;
"Daxılın ulan! Ma babanızın dügünidır!"
Ayağa kalktı. Bir elinde güvercin, diğer eliyle de üstünü başını silkeleye silkeleye yürüdü.
BİTTİ
Not: Bolu F Tipi'nde tutsak Murat Türk, bu öyküsüyle 2008'de Hüseyin Çelebi Edebiyat Etkinliği'nde öykü dalında birinciliğe layık görüldü. Okuyup ne kadar güldüğümü anlatmam için bana göndermişti. Uzun olduğu için PolitikART'ta yayımlayamadık. Ben de, sizler de okuyabilesiniz diye PC'ye geçirip blogta yayınladım. Umarım eğlenerek okumuşsunuzdur...
eline kalemine saglık zevkle okuduk
YanıtlaSilseyircideki merakı anlıyorum şimdi heyecan ve merakla okudum bende...öykü nedir bilmeyen güvercin sevdalısı arkadaşlarıma da okuttum bu yazıyı artık biliyorlar...
YanıtlaSil