Geçtiğimiz hafta sosyal medyaya, Kürdistan’daki işgalci Türk
devletinin DAİŞ’çi karakterini bir kez daha gözler önüne seren bir
görüntü düşürüldü. Cep telefonuyla ‘ibret’ olsun diye çekilip
‘paylaşılan’ görüntüde bir grup asker esir düşen bir kadın gerillayı
uçurumdan aşağı atarken, bir kadın gerilla da yakın mesafeden defalarca
kurşunlanıp infaz ediyor.
Alçaklığın Evrensel Tarihi’nin T.C. bölümüne böylece bir alçaklık hikayesi daha eklenmiş oldu. Kemal Pir demiş ya; “Bizim en büyük talihsizliğimiz mert bir düşmanla karşı karşıya bulunmamamızdır.” O düşman ki başından beri hep alçaktı zaten. PKK’nin bir savaşı da, bu alçaklığın karşısında insana dair olanı korumak, vahşet karşısından vahşileşmemek oldu hep. Ki vahşetin bir amacı da, karşıdakini kendine benzetmek, insanlıktan çıkarmaktır. PKK buna boyun eğmedi hiç.
1990’lı yıllarda gerillanın onurlu ve dik başını keserek fotoğraf makinelerine poz veren T.C. askeri, şimdilerde ‘teknolojinin nimetlerinden faydalanarak’ cep telefonuyla insanlıktan zerre kadar nasibini almadığını ‘gururla’ sunuyor. Bazıları AKP ve onun emir erlerinin DAİŞ’leştiğini söylüyor ya. Halbuki o zaten başından beri hep DAİŞ zihniyetine sahipti. Kim bilir, belki de DAİŞ sapık bir fantezi gücü ile katletmeyi daha dehşetli bir manzaraya büründürürken, görüntü çekip ‘servis etmeyi’ T.C.’den öğrenmiştir.
Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri adlı eserinde şöyle diyor:
“Sömürge bölgelerde (…) sömürge halkıyla teması polis ve ordunun sürekli varlığı, sık sık ve dolaysız müdahaleleri sağlar ve dipçik darbeleri ve napalmlarla ona yerinden kıpırdamamasını öğütler. İktidar aracının saf şiddet dilini kullandığını gördük. Aracı, baskıyı hafifletmez, tahakkümü gizlemeye de çalışmaz. Bunları yasa uygulayıcının temiz vicdanıyla sergiler ve uygular. Aracı, şiddeti sömürge tebaanın evlerine ve zihinlerine taşır.”
Bunu yapanlar psikomanyak olmakla birlikte, kesinlikle çok bilinçli ve sistematik hareket ediyorlar. Ekin Wan’ın katledildikten sonra çıplak bedeni ile ‘teşhir’ edilmesinin bir sistematiği vardı. Özyönetim direnişleri sürecinde aynısının tekrarlanması da öyle. Esir düşen yaralı kadın gerilla Avaşin Gabar’a Türk askerlerince işkencenin kamerayla kaydedilip görüntünün internet yoluyla yayılması da son derece bilinçli yapılmıştı. Şimdi de aynı sistematik doğrultusunda daha da ileri gidilerek iki kadın gerilla, kamera karşısında katlediliyor. Bunu yapanlar savaş suçu işlediklerinin bilincinde. Ama her türlü cezadan muafiyete güveniyorlar, zira yaptıkları ‘devlet hizmeti’.
Onlar, faşist, milliyetçi, mezhepçi, cinsiyetçi ve işgalci ‘devlet baba’ adına, Dünya Kobanê Günü’ne az bir zaman kala, tarihin akışını değiştiren direnişçi Kürt kadınlarından ‘intikam’ alıyor. DAİŞ’i yenen, dünyanın dört bir yanında hayranlık uyandıran ve sahiplenen, 21’nci yüzyılın başında bütün kadınlara öz savunmanın önem ve aciliyetini gösteren, büyük irade sahibi cesur, fedakar ve kahraman Kürt kadın savaşçılarından kendilerince intikam alıyorlar. DAİŞ’in yapamadığını yapıyorlar.
Dünya kadınlarının ve halklarının öz savunma gücü olarak öne çıkan Kürt kadın savaşçılarını bu nedenle ‘savunmasız’ haldeyken görüntülemeye çalışıyorlar. Savunmayı ‘kırmayı’ amaçlıyorlar. Ki bilmiyorlar ki örgütlü Kürt kadınlarının en büyük silahı onurudur. O onuru hiçbir silah, hiçbir tank kıramaz, ezip yok edemez. Öyle büyük bir onur, öyle güçlü bir irade ki, defalarca ona yakın mesafeden isabet eden kurşunlar onu yok edemiyor. Bir kadın, elinde bir tek onuru, iradesi ve inancı ile bir sürü silahlı erkek asker karşısında. Silahı yok. Ama savunmasız değil. Onlar böyle görmemizi istiyorlar. Çünkü ‘kırmak’ istiyorlar. Savunmayı. Onuru. İradeyi. Mücadelenin kendisini.
Ama yok. Bizi kıramazlar. Onlar alçak. Onlar Alçaklığın Evrensel Tarihi’ne her gün yeni bir sayfayı ekleyenlerden. Kendini soylu sanan tarihin lanetlileri. Bir gün çıplak hakikatle yüzleşecekler, yüzleştirilecekler. Hesaplaşma günü gelecek. Ekin Wan’lar, Avaşin Gabar’lar, adını henüz bilmediğimiz iki kadın gerilla ise İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar’ın yaratıcıları…
Son bir not: İki kadın gerillanın infaz görüntüsünü inceleyen Alman Bild gazetesi, infazda Alman G-3 silahının kullanıldığını yazdı. Almanya’da silah ihracatını düzenleyen bir dizi yasa var. Anayasa ve Savaş Silahlarını Kontrol Yasası yanı sıra 19 Ocak 2000 tarihli Savaş Silahlarının İhracatı İçin Federal Hükümetin Siyasal İlkeleri adlı belgenin üçüncü maddesi şöyle:
“Savaş silahların ve farklı askeri malzemelerin ihracatı, bunların iç baskı veya farklı devam etmekte olan ve sistematik insan hakları ihlalleri için kullanılacağına dair yeterince şüphe bulunması durumunda genel olarak onaylanmaz. Bu konuda alıcı ülkedeki insan hakları durumu önemli bir rol oynar.”
Geçen yazdan bu yana Türk devletinin Kürtlere karşı soykırımcı bir savaş yürüttüğü yeterince kanıtlandığı, dünyanın önde gelen insan hakları kuruluşlarınca da belgelendiği halde Almanya bu yılın ilk yarısında Türkiye’ye 76.4 milyon Euro değerinde silah sattı. Türkiye, Kürtlere karşı topyekün savaş ilanından sonra Alman silah satıcıların listesinde 25’inci sırada 8’inci sıraya yükseldi. Almanya’dan Türkiye’ye satılan silahların 3’te 2’sini ise savaş uçakları ve keşif uçakları için parçalar oluşturdu. Türkiye, kuvvetle muhtemeldir ki Almanya’dan aldığı silahlarla uluslararası savaş hukuku ihlali teşkil eden Medya Savunma Alanları’na ve Rojava’ya hava saldırılarını da düzenliyor.
Bu durumda Almanya, Türk devletinin Kürtlere karşı işlediği savaş suçlarının ortağı oluyor. Peki bunun uluslararası savaş hukukundaki karşılığı nedir?
4 Kasım 2016'da yayımlandı
Alçaklığın Evrensel Tarihi’nin T.C. bölümüne böylece bir alçaklık hikayesi daha eklenmiş oldu. Kemal Pir demiş ya; “Bizim en büyük talihsizliğimiz mert bir düşmanla karşı karşıya bulunmamamızdır.” O düşman ki başından beri hep alçaktı zaten. PKK’nin bir savaşı da, bu alçaklığın karşısında insana dair olanı korumak, vahşet karşısından vahşileşmemek oldu hep. Ki vahşetin bir amacı da, karşıdakini kendine benzetmek, insanlıktan çıkarmaktır. PKK buna boyun eğmedi hiç.
1990’lı yıllarda gerillanın onurlu ve dik başını keserek fotoğraf makinelerine poz veren T.C. askeri, şimdilerde ‘teknolojinin nimetlerinden faydalanarak’ cep telefonuyla insanlıktan zerre kadar nasibini almadığını ‘gururla’ sunuyor. Bazıları AKP ve onun emir erlerinin DAİŞ’leştiğini söylüyor ya. Halbuki o zaten başından beri hep DAİŞ zihniyetine sahipti. Kim bilir, belki de DAİŞ sapık bir fantezi gücü ile katletmeyi daha dehşetli bir manzaraya büründürürken, görüntü çekip ‘servis etmeyi’ T.C.’den öğrenmiştir.
Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri adlı eserinde şöyle diyor:
“Sömürge bölgelerde (…) sömürge halkıyla teması polis ve ordunun sürekli varlığı, sık sık ve dolaysız müdahaleleri sağlar ve dipçik darbeleri ve napalmlarla ona yerinden kıpırdamamasını öğütler. İktidar aracının saf şiddet dilini kullandığını gördük. Aracı, baskıyı hafifletmez, tahakkümü gizlemeye de çalışmaz. Bunları yasa uygulayıcının temiz vicdanıyla sergiler ve uygular. Aracı, şiddeti sömürge tebaanın evlerine ve zihinlerine taşır.”
Bunu yapanlar psikomanyak olmakla birlikte, kesinlikle çok bilinçli ve sistematik hareket ediyorlar. Ekin Wan’ın katledildikten sonra çıplak bedeni ile ‘teşhir’ edilmesinin bir sistematiği vardı. Özyönetim direnişleri sürecinde aynısının tekrarlanması da öyle. Esir düşen yaralı kadın gerilla Avaşin Gabar’a Türk askerlerince işkencenin kamerayla kaydedilip görüntünün internet yoluyla yayılması da son derece bilinçli yapılmıştı. Şimdi de aynı sistematik doğrultusunda daha da ileri gidilerek iki kadın gerilla, kamera karşısında katlediliyor. Bunu yapanlar savaş suçu işlediklerinin bilincinde. Ama her türlü cezadan muafiyete güveniyorlar, zira yaptıkları ‘devlet hizmeti’.
Onlar, faşist, milliyetçi, mezhepçi, cinsiyetçi ve işgalci ‘devlet baba’ adına, Dünya Kobanê Günü’ne az bir zaman kala, tarihin akışını değiştiren direnişçi Kürt kadınlarından ‘intikam’ alıyor. DAİŞ’i yenen, dünyanın dört bir yanında hayranlık uyandıran ve sahiplenen, 21’nci yüzyılın başında bütün kadınlara öz savunmanın önem ve aciliyetini gösteren, büyük irade sahibi cesur, fedakar ve kahraman Kürt kadın savaşçılarından kendilerince intikam alıyorlar. DAİŞ’in yapamadığını yapıyorlar.
Dünya kadınlarının ve halklarının öz savunma gücü olarak öne çıkan Kürt kadın savaşçılarını bu nedenle ‘savunmasız’ haldeyken görüntülemeye çalışıyorlar. Savunmayı ‘kırmayı’ amaçlıyorlar. Ki bilmiyorlar ki örgütlü Kürt kadınlarının en büyük silahı onurudur. O onuru hiçbir silah, hiçbir tank kıramaz, ezip yok edemez. Öyle büyük bir onur, öyle güçlü bir irade ki, defalarca ona yakın mesafeden isabet eden kurşunlar onu yok edemiyor. Bir kadın, elinde bir tek onuru, iradesi ve inancı ile bir sürü silahlı erkek asker karşısında. Silahı yok. Ama savunmasız değil. Onlar böyle görmemizi istiyorlar. Çünkü ‘kırmak’ istiyorlar. Savunmayı. Onuru. İradeyi. Mücadelenin kendisini.
Ama yok. Bizi kıramazlar. Onlar alçak. Onlar Alçaklığın Evrensel Tarihi’ne her gün yeni bir sayfayı ekleyenlerden. Kendini soylu sanan tarihin lanetlileri. Bir gün çıplak hakikatle yüzleşecekler, yüzleştirilecekler. Hesaplaşma günü gelecek. Ekin Wan’lar, Avaşin Gabar’lar, adını henüz bilmediğimiz iki kadın gerilla ise İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar’ın yaratıcıları…
Son bir not: İki kadın gerillanın infaz görüntüsünü inceleyen Alman Bild gazetesi, infazda Alman G-3 silahının kullanıldığını yazdı. Almanya’da silah ihracatını düzenleyen bir dizi yasa var. Anayasa ve Savaş Silahlarını Kontrol Yasası yanı sıra 19 Ocak 2000 tarihli Savaş Silahlarının İhracatı İçin Federal Hükümetin Siyasal İlkeleri adlı belgenin üçüncü maddesi şöyle:
“Savaş silahların ve farklı askeri malzemelerin ihracatı, bunların iç baskı veya farklı devam etmekte olan ve sistematik insan hakları ihlalleri için kullanılacağına dair yeterince şüphe bulunması durumunda genel olarak onaylanmaz. Bu konuda alıcı ülkedeki insan hakları durumu önemli bir rol oynar.”
Geçen yazdan bu yana Türk devletinin Kürtlere karşı soykırımcı bir savaş yürüttüğü yeterince kanıtlandığı, dünyanın önde gelen insan hakları kuruluşlarınca da belgelendiği halde Almanya bu yılın ilk yarısında Türkiye’ye 76.4 milyon Euro değerinde silah sattı. Türkiye, Kürtlere karşı topyekün savaş ilanından sonra Alman silah satıcıların listesinde 25’inci sırada 8’inci sıraya yükseldi. Almanya’dan Türkiye’ye satılan silahların 3’te 2’sini ise savaş uçakları ve keşif uçakları için parçalar oluşturdu. Türkiye, kuvvetle muhtemeldir ki Almanya’dan aldığı silahlarla uluslararası savaş hukuku ihlali teşkil eden Medya Savunma Alanları’na ve Rojava’ya hava saldırılarını da düzenliyor.
Bu durumda Almanya, Türk devletinin Kürtlere karşı işlediği savaş suçlarının ortağı oluyor. Peki bunun uluslararası savaş hukukundaki karşılığı nedir?
4 Kasım 2016'da yayımlandı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder