Ülkelerin
(ya da devletlerin) ne kadar demokratik ya da antidemokratik olduğunu
ölçme iddiasında olan çeşitli kurumlar var. Bunlardan, Zürih
Üniversitesi ile Berlin Bilim Merkezi’nin birlikte hazırladığı Demokrasi
Barometresi, dünyadaki en demokratik ülkeleri mercek altına alıyor.
Bu iki kurumun araştırmalarındaki temel kriterler; özgürlük (bireysel
özgürlükler, hukuk devleti, kamu), denetim (rekabet, kuvvetler ayrımı,
yönetebilirlik) ve eşitlik (şeffaflık, katılım, temsiliyet).
Demokrasi
Barometresi’ne göre 2007 yılında Almanya, dünyada demokrasi niteliği en
yüksek 8. ülke konumundaydı. The Economist’in hazırladığı Demokrasi
Endeks’te ise Almanya "tam demokrasi" olarak 10 puandan 8.34 puan ile
14. sırada yer alıyor. (Türkiye, "melez rejimi" olarak 167 devletlik
listenin 88. sırasında bulunuyor; Bosna, Rusya, Küba ve Venezuela gibi
ülkelerin önünde...)
Bu tür listeler hem amaçları, hem kullanılan
yöntemler hem de esas alınan kriterler bakımından kuşkusuz tartışmalık.
Burada maksat, farklı bir hususa dikkat çekmektir. O da, Almanya’nın
bütün bu listelerin ön sıralarında yer alıp, dünyada demokratik bir yapı
olarak kabul ediliyor olması. Kuşkusuz dört dörtlük bir demokrasiden
bahsetmiyoruz, ancak bir hukuk devleti olduğu, genel kabul gören bir
nokta (ki kanunlar demokratik olmadıktan sonra hukuk devletinin
kıymetinin ne olduğu ayrı bir tartışma konusu).
Bu ‘hukuk
devleti’nin sıvası bir süredir dökülüyor. Gün geçmiyor ki, 2000 yılından
itibaren 9’u göçmen esnaf 10 kişiyi katleden neonazi çetesi NSU
skandalı ile ilgili yeni bilgiler ortaya çıkmasın. Skandalın merkezinde,
Alman iç istihbarat kuruluşu olan Verfassungsschutz (Anayasayı Koruma
Örgütü) yer alıyor. Kısa bir süre önce, Başsavcılığın olayla ilgili
incelemelere el koyduğunu açıkladığı gün, Anayasayı Koruma Örgütü’nde,
konuyla ilgili dosyaların imha edildiği ortaya çıktı. Dosyalarda, NSU
içinde yer alıp ajanlaştırılan ve iki tarafa çalışan kişilerle ilgili
bilgiler yer alıyordu.
Başsavcılığın incelemeleri devam ederken,
Thüringen Eyalet Meclisi’nde konuyla ilgili parlamenter araştırma
komisyonu kuruldu. Kurul, geçtiğimiz günlerde ifadeler almaya başladı.
Önceki günün geç saatlerinde, 1994-2000 yılları arasında Thüringen
Eyalet Anayasayı Koruma Örgütü’nün başında bulunan "skandal anayasa
koruması" Helmut Roewer sorgulandı.
Dün, Almanya basınının
temel gündemi de bu sorgu idi ve muhtemelen önümüzdeki günlerde de
konuyla ilgili tartışma devam edecektir.
Bu haberlerde ilginç
bilgiler de yer alıyor. Örneğin, Thüringen eyaletindeki en aktif neonazi
olan Tino Brandt’ın, 1994-2001 yılları arasında, aynı zamanda ajan
olarak bilgi verdiği Anayasayı Koruma Örgütü’nden toplam 200 bin Mark
aldığını öğreniyoruz. Ayrıca Brandt’ın bir polis baskınına hazırlıklı
‘yakalandığı‘, hatta saat 6’dan itibaren gelecek olan polisleri, beyni
çıkarılmış bilgisayarının başında beklediği belirtiliyor. Bundan dolayı
NSU’daki ikili ajanların önceden uyarıldığından kuşku duyuluyor.
Thüringen
Eyalet Anayasayı Koruma Örgütü eski Başkanı Roewer ile ilgili olarak ise,
bürosunda bazı zamanlarda yalınayak gezdiğini, bazen ise 6. katı
bisiklet ile dolaştığını, bir akşam 6 kadın çalışanla mum ışığında şarap
içip peynir yediğini, herkesi küçümserken kendini abarttığını vs.
öğreniyoruz basından. Öyle bir portre çiziliyor ki, dersiniz işlere
bakan bu adamsa tabii ki skandal çıkar. O ise suçunu kabul etmiyor,
hatta Kasım ayında skandal açığa çıktıktan sonra demiş ki "Cidden hatamı
arıyorum ama bulamıyorum". Hani Türk İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin
de Kürt sorunu için "Arıyorum, arıyorum sorunu bulamıyorum" demişti ya.
Ki bu Şahin’in değil, AKP’nin dolayısıyla hükümetin mantığının
ifadesiydi.
Aynısı Roewer için de geçerli. Devletin farklı
mercilerinin karıştığı bir skandalın suçlusu oymuş gibi. Sorumluluğu var
tabii, ama onunla ilgili aslında konuyla pek de alakası olmayan
bilgilerin basında bu denli öne çıkarılması, ancak kurumun dolayısıyla
devletin ‘korunmasına’ hizmet eder.
Yukarıda Almanya ile ilgili
‘demokratik hukuk devleti’ algısına dikkat çekmemin sebebi bu. Toplum
nezdinde bu güven imajının zedelenmesi karşısında - ister bilinçli ister
bilinçsiz - olayın kendisi bir kişiye indirgenmeye çalışılıyor. Oysa
sorgulanması gereken, Anayasayı Koruma Örgütü’nün kendisi ve hiç de
meşru olmayan pratikleri.
http://www.yeniozgurpolitika.com/index.php?rupel=nivis&id=2075
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder