Geçtiğimiz Şubat ayında Hamburg’ta, Kapitalist Moderniteye Alternatifler başlıklı bir konferans düzenlendi, hatırlarsınız. O konferansta Zapatist hareketi tanıtan bir konuşmacı, tarihin farklı anlarında, dünyanın farklı coğrafyalarında insanların birbirinden tamamen habersiz olarak komünal özerk yapılar geliştirmeye çalıştığını vurguladı. Bugün komünalizm olarak isimlendirdiğimiz yaşam ve örgütlenme biçimi, tarih boyu farklı mekan ve zamanlarda bir şekilde yaşam bulmuştur. Bir zamanlar bir yerde başlayıp akan, bir süreliğine kuruyan, sonra başka bir yerde canlanıp yeniden akmaya devam eden bir nehir gibi.
Belki de hepsi tek bir nehirden doğup çoğalmışlardır. Belki bütün nehirlerin başlangıcında, suyun aradığı bir çatlak vardı. O çatlağın içi su ile doldukça, nehirler çoğaldı. Farklı mekanlarda akıyorlardı, ayrı ayrı, ama birlikte, eşzamanlı. Mekanda ayrışırlar, zamanda buluşurlar.
1980’li yılların başında Türkiye’de 12 Eylül darbesiyle birlikte sokaklarda terör estirilirken, başka bir
yaşama dair düşlerini gerçekleştirmenin kavgasını verenler zindanlara tıkılırdı. Hatta, o dönem Apocular olarak bilinenler, yaşamı uğruna ölecek kadar sevenler için zindan ve işkence gerçeği, ta darbeye giden süreçte başlamıştı. Aynı dönemde Kuzey İrlanda’da, mücadele mirasını Paskalya Ayaklanması’nın efsanevi lideri James Connolly’den on yıllar sonra devralan IRA’lı tutsakların sayısı hızla artıyordu. Zindan, egemenin ‘ıslah’ alanı idi, direnişi orada kıracaktı. Bunun için, başvurmadık vahşet bırakılmadı; ne T.C. zindanlarında ne de Belfast yakınlarındaki Maze cezaevinde. Ve sadece oralarda da değil; Celan’ın “Ölüm, Almanya’dan gelen bir ustadır” sözünü doğrularcasına işkence bembeyaza boyandı BRD’de. Tutsaklar artık tek kişilik hücrelerde değil, üçer gruplar halinde tutuluyordu. Çünkü o “usta”, bir örgütü parçalamak ve insanların iradesini kırmak için birbiriyle uğraştırmanın daha akıllıca bir yol olduğunu düşünüyordu. Varlıkları hala da inkar edilen siyasi tutsaklar, işte buna karşı en az 10 kişilik toplu koğuşlara alınma talebiyle 1981 yılında Almanya cezaevlerinde büyük bir açlık grevine başladı. Aynı dönemde, Kuzey İrlanda’daki IRA’lı tutsaklar, 5 talepli açlık grevlerine start verdiler. Ölüm orucuna dönüşen bu açlık grevinde, eylemi esnasında cezaevinden milletvekili seçilmesine rağmen tahliye edilmeyen Bobby Sands de hayatını kaybetti. Ve birkaç ay sonra Amed 5 No’lu zindanında Kemal Pirler 14 Temmuz ölüm orucu eylemine başladı.
T.C., İngiliz ve Alman zindanlarında hemen hemen aynı dönemde açlık grevine başlayan siyasi tutsakların birbirlerinden haberleri var mıydı acaba? Belki vardı, belki yoktu. Ama ortak olan, onlara saldıran güç ve o güce karşı mücadeleye yönelik farkındalıklarıydı.
Bütün bunların Almanya gündemi ile pek de alakalı olmadığını biliyorum. Ancak bir kereliğine, istisnaden bu köşenin formatının dışına çıkacağım. Bu köşe bugün Kürtlerin, özellikle de Avrupa’da yaşayan Kürdistanlıların temel gündemi ile ilgili. Çünkü bu satırları, bugün 47. gününe ve dolayısıyla çok kritik bir aşamaya ulaşan Strasbourg’taki süresiz dönüşümsüz açlık grevi yerinden yazıyorum.
Biz Kürtler oldukça duygusal bir milletiz. Sevincimiz hüznümüzden doğar, acılarımız anlamlı kılar sevinçlerimizi. Yarım ay gibiyiz; gülümseyebilmek için bir yanımız karanlıklara gömülür. Ama karanlık da aydın günler içindir, hatta aydınlığın koşuludur.
Strasbourg’ta 15 Kürdün sağlık durumu çok kritik bir aşamaya ulaştı. O geçen 47 gün içinde bedenleri nasıl da eridi. Hiç kimse, sağlıklarına zarar gelmesini istemiyor, istemez. Fakat bunun yanında, sanırım her zaman gözönünde tutulması gereken bir şey var: süresiz dönüşümsüz açlık grevindeki 15 kişi, birer özne; politik bir eylemin özneleri. Sağlıkları, eylemin başarıya ulaşmasına bağlıdır. Dolayısıyla onları düşünen, onlar için kaygı duyan herkesin, eylemlerinin başarıya ulaşmasına katkı sunması gerekiyor. Katkı, dayanışmanın ötesindedir. Dayanışma, başkasının davasına gösterilebilir. Kendi davanın ise sahibi olursun. Ki Strasbourg’ta devam eden süresiz dönüşümsüz açlık grevi, sanırım sadece Kürtlerin değil, insanım diyen herkesin davasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder