17 Şub 2014

‘Yaşamaya karar veriyorum’ - Charlotte Perkins Gilman


“Bilinçlerimizin sınırı gerçekliğimizin de sınırıdır. Bir bilinci sömürgeleştirmenin en iyi yolu varlığını ortadan kaldırmaktır.” Eduardo Galeano

Tarih defterlerine sığmayan veya sığdırılmayan hikayeler, yok sayılan bir varlığın ta kendisini oluşturur. O varlığın sesi çokça kıstırılsa da, suskun kılınsa da, yazıyla ‘teyit’ ettirilmezse de, vardır. Sadece var olmakla da kalmaz, aslolandır. Hatta hakikatin ta kendisidir. Bin yıllardan beri bu hakikatin keşfine çıkan sayısız isimsiz, bizsizliklerin reddiyle varoluşunu yeniden sağlamıştır. Varlık kazanan her oluşla birlikte asli tarihin dört bir yana savrulmuş mozaik parçacıkları yakınlaşır.
Kadının parçalanmış hakikatinin anlam gücüne kavuşmayı yaşam gerekçesi haline getiren ‘isimsiz’lerdendir Charlotte Perkins Gilman. 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başında yükseltilen feminist mücadeleden söz ederken belli başlı isimlerin telaffuz edilmesindendir belki de Gilman’in pek biliniyor olmayışı. Oysa ‘Androcentrism’ (erkek merkeziyetçilik) kavramını kullanan bu kadın, birçok hemcinsi gibi çok daha fazla tanınmalı.
3 Temmuz 1860’da ABD’nin Connecticut eyaletine bağlı Hartford kentinde dünyaya gelir. Babası tarafından terk edilmiş, annesi tarafından sevgiden mahrum bırakılmış, yoksunluk ve yoksulluklarla dolu bir çocukluk geçirir. Düşünsel olarak güçlü fakat manevi ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdaki bir kadın olarak 21 yaşındayken günlüğüne şöyle yazar: “Birçok iyi sebepten ötürü – yalnız – YAŞAMAYA karar veriyorum.” Ev kadını, eş veya anne olmayı reddeder. Ancak buna rağmen – belki de yaşadığı sevgisizlikten ötürü – 24 yaşına geldiğinde ressam Charles Walter Stetson ile evlenir. İlk haftaları mutlu geçse de, çok geçmeden depresyonlar baş gösterir. Bir yıl sonra kızı Katharine’nin dünyaya gelişiyle beraber ise bunalım krizli bir hale dönüşür: “Her sabah aynı umutsuz uyanış. Aynı kendini-sürükleme. Ölmek korkaklık olurdu. Geri çekilmek imkansız, kaçış imkansız.”
1887 yılının baharında psikoloğa başvurur. Dönemin ünlü nörologu Dr. S. Weir Mitchell, kendisini şu ‘doktor tavsiyesi’ ile eve gönderir: “Mümkün olduğu kadar evcil yaşayın. Çocuğunuz her zaman yanınızda olsun. Her yemekten sonra bir saat uzanıp dinlenin. Günde iki saatten fazla beyninizi yormayın. Ve hayatta olduğunuz müddetçe bir daha asla elinize kalemi almayınız.” Tavsiyelere harfiyen uyan Gilman, daha sonra günlüğüne şu satırları düşer: “Deliliğin kıyısına çok yakınlaşmıştım.”
O kıyıyı geçmeden Ekim 1888’de eşini bırakır. Kendisine biçilen rollerden sıyrılıp düşünsel gücünü ürüne dönüştürür: 1890’da kaleme alınan öyküsü ‘Sarı Duvar Kağıdı’. Bu öyküsünde kişiliği sistematik bir şekilde yok olmakla karşı karşıya olan genç bir evli kadının hikayesini betimler. Yoğun bir şekilde yazıp, bu biçimde geçimini de sağlamayı başarır.
1894’te eşinden resmen de boşanır. Çok geçmeden eşi, Gilman’in en yakın arkadaşı olan Grace Channing ile evlenir. Artık dokuz yaşında olan kızı Katharine’i onlara bırakır ve kendini tümüyle kadın özgürlük mücadelesine adar. Durmadan yoğunlaşmalarında derinleşmek için okur, düşünsel gücünü zorlar, ulaştığı sonuçları yazılar ve yaptığı konuşmalar ile paylaşır. Hitabeti çok güçlü; anlaşılır ve sade bir üslupla düşüncelerini dile getirmeyi başaran bir kadındır. Kendisinden 21 yaş büyük olan yazar Helen Campbell’in yanına, San Francisco’ya taşınır. Çalışan kadınların hakları için verdiği mücadeleden ötürü “Campbell Ana” olarak isimlendirilen arkadaşı vasıtasıyla sosyalizm ve antikapitalizm ile tanışır. 
Artık yerelle sınırlı kalmayıp, şehir şehir, ülke ülke gezip kadın kongrelerine, eylemlerine katılır. Uluslararası feminist hareket içinde de artık tanınan bir aktivisttir. Ama o sadece aktivist değil. Bundan ziyade düşünürdür. İlk kapsamlı teorik eseri olan Women and Economics (Kadınlar ve Ekonomi) 1898’de yayımlanır. Burada kadının ekonomik bağımlılığından doğan adaletsizliğin bir bütün olarak toplum üzerinde yarattığı olumsuz etkileri irdeler. Bu kitabı yedi baskı yapıp yedi dile çevrilir.
1900’da kuzeni George Houghton Gilman ile evlenir. Kendisinden yedi yaş küçük olan eşi kendisine her konuda sınırsız destek sunar.
1909’da The Forerunner (Müjdeci) isimli bir dergi çıkarmaya başlar. Derginin hem sahibi, hem yayıncısı, hem de tek yazarıdır. 3 bin abonesi olan ve ağırlıklı olarak kadın özgürlüğü ve barış konularını işleyen dergi 1916 yılına kadar aylık olarak yayımlanır.
1911’de kaleme aldığı The Man-Made World or Our Androcentric Culture (Erkek yapımlı dünya veya erkek merkeziyetçi kültürümüz) adlı kitabında ilk defa Erkek Merkeziyetçiliği kavramını kullanır. 1915’te arkadaşı Jane Addams ile Kadınların Barış Partisi’ni kurar. Aynı sene sadece kadınların yaşadığı bir ülkenin anlatıldığı ütopik romanı Herland’ı (Onun Ülkesi) yazar.
ABD’de oldukça çalkantılı geçen 1920’li yıllarda otobiyografisini yazmaya başlar. Kadınlar için seçme ve seçilme hakkı kazanılmıştı. Ancak Amerikan kadını giderek sosyalist-feminist amaçlarından uzaklaşıyordu. 30 yıl boyu bu amaçlar için kesintisiz bir mücadele veren Gilman, bu dönemde ideoloji eleştirisine yoğunluk verir. 1923’te yayımlanan eseri His Religion and Hers’te (Erkeğin dini ve kadınınki), dinlerin erkekler tarafından yapıldığını ve androsantrik, yani erkek merkezli yapılandırıldığını anlatır. Gilman bu kitabında, dinin bu yönüyle bütün kurum veya ideolojilerden daha fazla insanlığa zarar verdiğini yazar. Kitap ve makalelerinde tespit ve eleştirilerle sınırlı kalmayan Gilman, her zaman çözüm önerilerini de sunar. Bu eserinde de dinin yeniden yapılandırılması durumunda yeni umutlar sunabileceğini belirtir. Bunun içinse öte dünyadan ziyade bu dünyaya dönmeli.
1932 yılında göğüs kanseri olur. Doktorlar, iyileşme şansı görmez. Kanser teşhisinden iki sene sonra eşi ölür. Kendisi ise 17 Ağustos 1935’te kloroform ile intihar eder. İntiharından önce kaleme aldığı veda mektubunda şöyle der: “Hiçbir acı, mutsuzluk veya ‘kırık kalp’ bir insana, topluma hizmet etme gücüne sahip olduğu halde yaşamına son verme hakkını vermez. Ancak her türlü yararlılık artık geride kaldığında, ölümün kesin bir şekilde yaklaştığından emin olunduğunda, o zaman korkunç ve yavaş bir ölüm yerine hızlı, kolay bir ölümü seçmek, insanın en basit haklarından biri olur.”
Vasiyeti üzerine cenazesi yakılır ve külleri çok sevdiği Güney Kaliforniya tepelerine savrulur.

Bu yazı, PolitikART'ın Jineolojî konulu yeni sayısının Portre sayfası için kaleme alındı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder