Son durağı Kürdistan olan bir uluslararası dayanışma gezisi kapsamında Almanya’ya gelen Nacho ile Frankfurt’taki Otonom Yaşam ve Kültür Evi’nde görüştük. Boynunda, her zamanın aksine kırmızı fular değil de sarı-yeşil-kırmızı renkler vardı: “Özgürlük savaşında gözlerini yitirmiş bir kadın verdi bana. Benim için bu fuları takmak bir onurdur.” Bilmeyenler belki inanmaz yaşı ilerlemiş, kısa boylu bu insanın koca bir köylü direnişine öncülük ettiğini. Ancak mücadeleci halklara has o sıcaklığı hissetmemek nemümkün. FPDT (Toprağın Savunulması İçin Köyler Birliği) lideri Nacho ile havaalanı projesine karşı direnişlerini ve Atenco halkının toplumsal düzenini konuştuk.
Öncelikle 2001 yılında havaalanı projesi ile birlikte başlayan Atenco direnişine giden süreci bize özetler misiniz?
Bizim direniş hareketimizi 2001 yılı ile başlatmak eksik olur. Çok gerilere gitmeye gerek yok ama Atenco, 16. yüzyılda İspanyol işgalcilere karşı savaşmış bir yerdir. 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki Meksika Devrimi’nde savaşmış köylülerin mirası var. Yani Meksika’daki yerli halkların direniş geleneğini gözardı etmemek gerekiyor. Yoksa Atenco direnişi de anlaşılmaz.
Atenco, Meksiko Vadisi’nin doğusunda, büyük bir nehrin kıyısında bulunuyor. Başkente yakınlığı nedeniyle yoğun çelişkilerin ifadesini bulduğu bir coğrafyadır. Hem kentleşmenin, sanayileşmenin en yoğun yaşandığı yere yakındır hem de ekolojik bir hinterland konumundadır. Ülkenin merkezi açısından stratejik bir yerdir. Ecatepec’e komşudur. Güneyde Texcoco var. Doğuda Chiconcuac. Merkez açısından önem arz eden yerleşim yerlerinin tam ortasındayız. Askeri açıdan da stratejik önemi var. Bir makas gibi düşünün. Havaalanını buraya kurma sebebi bu faktörlerden ileri geliyor. Ve bu proje 2001’den 20-30 yıl önce başladı aslında.
2001 yılında topraklarınıza el konulmasını içeren kararname dönemin Devlet Başkanı Vincente Fox tarafından imzalandığında Atencolu’lar olarak nasıl tepki verdiniz? Neler hissettiniz?
Fox 22 Ekim 2001’de hükümetin genelgesini imzaladığında köylüler olarak hepimiz büyük bir şok yaşadık. Bize, topraklarımıza ne olacaktı? Hem korku duyduk hem de ciddi bir gelecek kaygısı içine düştük. Hükümet gelip bize bir öneride bulunmadı ya da bizim düşüncemizi sormadı. Talimat ile gelip ‘burayı boşaltacaksınız’ dediler. Zaten sorun da burada. Orada yaşayan biziz. Evlerimizi, toprağımızı, bütün bir yaşam düzenimizi kaybedeceğiz ama bize danışma gereği bile duyulmadı. Bu sadece Atenco ile sınırlı bir durum değil. Meksika devleti her zaman halklara rağmen kararlar alıyor, bunu yaparken onların, köylülerin düşüncesini umursamıyor bile.
Sonra direniş kararı nasıl alındı? Herkes hemfikir miydi?
Genelge imzalanmıştı ama biz bunu kabul edemezdik. Öncelikle Atenco kasaba merkezinde ve bağlı 13 köyde toplantılar yaptık, kendi içimizde bir tartışma yürüttük. Bu toplantılara bütün herkes, kadınlar, erkekler, yaşlılar, gençler katıldı. Orada önce bir durum değerlendirmesi yaptık, insanlar düşüncelerini dile getirdi. Herkes hemfikir değildi. Mesela havaalanı ile birlikte 30 bin insana çalışma imkanının doğacağı söyleniyordu. Bazıları ‘neden karşı çıkalım ki, belki bizim için de iyi olur’ diyordu.
Bize metrekare başı 7,20 Peso para ödenecekti. Sizin paranızla 50 kuruş bile değil. O parayla bir içecek bile alınmaz. Biz Atenco’da mısır ve fasulye yetiştiriyoruz. Mısırla ekmek yapıyoruz. Yani ekmeğimizi topraktan sağlıyoruz. O yüzden bizim için en değerli şey topraktır. Ve bu toprağın bu kadar ucuza satın alınabileceğini görmek bizi çok korkuttu. Havaalanı projesi bizim yaşam koşullarımızı, düzenimizi de tehdit ediyordu. Bu tehdite karşı koyabilmek için öncelikle ilkesel bir duruş şarttı. Biz bu meseleyi köylerimizin doğasına bir saldırı olarak ele aldık. Saldırıya karşı birlik olmak gerekiyordu.
Bu birliği sağlamak zor olmadı mı?
Hayır, olmadı. Çünkü nihayetinde hepimiz etkilenecektik. Köyler arasında zaten güçlü bir iletişim vardı, birbirimizi tanıyorduk. Bir de başta vurguladığım husus, yani Meksika’daki yerli halkların direniş geleneği önemli. Bizimkisi öyle birden ortaya çıkan bir mücadele değildi, dayandığı bir zemin vardı.
Nasıl bir mücadele geliştirdiniz?
İki kolda mücadele yürütüldü. İlki, hukuksal alandı. Devleti davalara boğduk. Diğeri ise toplumsal mücadele. Bunlar paralel yürütüldü. Toprağın Savunulması İçin Köyler Birliği’ni kurduk. İlk etapta yürüyüşler, oturma eylemleri gerçekleştirdik. Bu eylemlerde kırmızı fular ve çalışırken kullandığımız palalar taşıdık. Simgemiz haline geldi bunlar.
Devletin tavrı nasıl oldu?
Anında saldırıya geçtiler. Şiddetle bastırmaya çalıştılar. O zaman da hükümet demedi ki hele bu insanların derdi ne, bir konuşalım, dinleyelim. O yüzden mücadelemizi radikalleştirmeye karar verdik. 2002 yılının yazında bizden izin almadan toprağı incelemek için Atenco’ya gelen birkaç siyasetçi ve iş adamı FPDT tarafından tutuklanıp birkaç günlüğüne esir alındı. Hükümet yanıt olarak bir protesto yürüyüşümüze saldırdı ve öncülerden bazılarını gözaltına aldı. Biz de bunun üzerine Texcoco’dan bazı devlet memurları kaçırıp, başkente giden otobanı işgal ettik. Sonra bizimle müzakere etmek zorunda kaldılar, esir değişimi yapıldı. 1 Ağustos 2002’de ise Fox projeden vazgeçtiklerini açıkladı.
Bu kadar çabuk mu? Peki madem vazgeçmiştiler 2006’daki büyük saldırılar ne içindi?
Biz mücadelemizi sadece havaalanı ile sınırlı tutmadık. 2003’te yapılan seçimleri Atenco’da engelleyip özerkliğimizi ilan ettik. Çok yoğun destek topladık, örgütlü bir güç olarak bütün protestolara katılıyorduk. Sonra bir olayı intikam sebebine dönüştürdüler. Atenco yakınlarında, uzun yıllardan beri kurulan bir çiçek pazarı vardı. Pazarın resmi izni yoktu. Mayıs 2006’da, tam da Başkanlık seçimi öncesinde polis durup dururken pazara saldırıp zorla boşaltmaya çalıştı. Çiçekçilere destek olup polisi uzaklaştırdık ve polis saldırılarına karşı halkı korumak için anayolu kapattık. Sonra, şimdi devlet başkanı olan ama o zaman Meksiko valisi olan Nieto’nun talimatıyla binlerce polis Atenco’yu bastı.
Bu baskında neler oldu?
Çatışmalar çıktı. İki kişi öldü. Onlarca kişi ağır yaralandı. 200’den fazla kişi gözaltına alındı. Ağır işkenceler gördük. Kadınlara tecavüz edildi. Bu baskın sadece Atenco’yu değil, tam o dönemde Zapatistalar tarafından başlatılan diğer Kampanya’yı da hedefliyordu.
Gözaltına alınıp tutuklananlardan biri de sizdiniz.
Evet, 11 kişiyle birlikte saçma bir yargılama sonucunda 112 yıl hapse mahkum edildim. Ardından yüksek güvenlikli cezaevine götürüldük. Şansımız vardı, dışarıdaki mücadele sonucu 4 yıl ve 2 ay tutukluluktan sonra tahliye edildik.
Sonra mücadele devam etti ama, değil mi?
Elbette, çok büyük bir uluslararası dayanışma sergilendi. Ama asıl sorumlular yargılanmadı. Bazı polisler düşük cezalar aldı. Sorumluların yargılanması için mücadele ediyoruz. Ayrıca o dönem vali olan Enrique Peña Nieto Aralık ayından beri Devlet Başkanı. Dolayısıyla havaalanı konusunun tekrar gündeme gelmesini bekliyoruz. Zira Atenco’da bazı insanlar topraklarını sessizce devlete sattığını biliyoruz. Yani bu kez alttan alta Atenco’yu özelleştirmeye çalışıyorlar. Biz direnişimizi sürdürüyoruz. Topraklarımızı vermeyeceğiz. Çünkü toprak bizim için yaşam demektir. O toprağa bağlıdır yaşamımız. Son yüzyıllarda o toprak o kadar çok kanla sulandı ki asla bırakmayız. O toprak bizim kimliğimizdir. Tıpkı sizin toprağınız da sizin kimliğiniz olduğu gibi.
Sadece Atenco için mücadele etmiyoruz. Bütün Meksika için radikal bir değişim istiyoruz. O yüzden hem Meksika’da Zapatist hareket, öğrenciler, öğretmenler ve benzeri örgütlenmeler ile ortak bir cephe kurmaya çalışıyoruz, hem de farklı ülkelerdeki toplumsal mücadeleler ile ortaklaşmayı amaçlıyoruz. Biz bugün Meksika devletinin politikalarına karşı savaşıyoruz. Fakat meselenin bir hükümet problemi değil de bir sistem sorunu olduğunun farkındayız. O yüzden yerelde enternasyonalist bir perspektifle mücadele ediyoruz. Ortak paydalarda buluşabileceğimiz, bize benzer halk hareketleriyle ortaklaşma arayışımız da bundandır.
Bu amaçla Mayıs ayından beri Avrupa’yı gezip, çeşitli grup ve hareketlerle bir araya geliyorsunuz. Kürdistan’a da gideceksiniz. Kürtlerin mücadelesine baktığınızda hangi ortak yönler görüyorsunuz?
Siz Kürtler bizim kardeşlerimizsiniz. Birbirimize ellerimizi veriyoruz. Umudun bize gelmesini beklememeliyiz, biz umuda ulaşmalıyız. Siz Kürtler mücadeleniz ile çok büyük bir ilham kaynağısınız. O yüzden hareketinizle tanışmak, hem kendimizi anlatmak hem de sizi dinlemek bizim için çok önemli. Hepimiz dünyanın bir ucunda aynı sistemin yerel temsilcilerine karşı mücadele ediyoruz. Birbirimizin farkında olmalıyız çünkü birlik olursak daha güçlü oluruz.
Sistemler benzer araçlarla halk hareketlerini bastırmaya çalışırlar. Nasıl ki sizin mücadeleniz kriminalize ediliyorsa, Meksika televizyonlarında hep ‘PKK teröristleri’ deniliyorsa bizim için de öyle deniliyor. Daha kısa bir süre önce hareketimizi destekleyen öğretmenler tutuklandı. Tek sıra halinde ‘terörist’ diye kamuoyuna sunuldular.
Atenco'ya polis operasyonundan bir kare |
Aynen öyle. Mantık aynı, değişmiyor.
Peki gelelim toplumsal düzeninize. Latin Amerika’daki yerli halkların güçlü öz yönetim yapılarına sahip olduğunu görüyoruz. Sizce bu kaynağını nereden alıyor?
Geleneksel toplum yapımız ortaklaşmaya dayanıyor. Bir aileyi düşünün. O aile içinde herkes sorumluluk sahibidir. Aramızdaki ilişkiler yüzeysel değil, içten ve samimidir. Saygı ve sevgi temellidir. Bu bizim için çok önemli. Bir insana elimi veriyorsam, öylesine vermiyorum. El sıkışmanın sembolik bir anlamı var, aslında kalpler arasında bir köprüdür. Bizde iki insan evlendiğinde iki aile bir araya gelir, büyükler gelenekleri aktarır, ortak yaşam kültürümüz, aile anlayışımız anlatılır ki sürdürülsün. Yardımlaşmak, ortak çalışmak, birbirine destek olmak, bizim kültürümüzün bir parçasıdır. Hem sevinçleri hem de acıları paylaşırız. Komşum düğün yaptığında ve gücü yetmediğinde, desteğe ihtiyacı olduğunda elbette seferber olurum, elimden geleni yaparım. Bunu yapmak zorunda olduğum için değil. İçimden geldiği için. Ahlak anlayışımız, geleneklerimiz böyledir.
Yani kapitalist toplumdaki aşırı bireyselleşmenin size henüz bulaşmadığını söyleyebilir miyiz?
Yok, tam öyle de diyemeyiz. Yani elbette Batı toplumlarındaki kadar bir aşırı bireyselleşme durumu bizde yok. Daha kolektif bir toplumsal yapıya sahibiz. Ama biz de giderek etkileniyoruz. Köylerimizde görebiliyoruz, insanlar daha fazla tüketmeye, satın almaya başlıyor. Özel mülkiyet anlayışı güçleniyor.
Atenco’daki köylerde nasıl bir iç işleyiş var? Sahip olduğunuz komünal yapıyı biraz tarif eder misiniz?
Atenco’nun da bağlı olduğu belediye var. Belediye başkanı, belirli bir partiden. Bizim köylerde çok fazla siyasi parti kültürü yok. Bizi ilgilendiren konularda kendimiz karar veririz. Köy meclislerimiz var. Fakat bu meclisin üyeleri seçilmez, her köylü doğal üyedir. İhtiyaç üzerine toplanırız. Bizim bütün karar mekanizmalarımız katılımcılığa dayanır. İhtiyaçları tespit edip, karar veririz. Sonra bu kararı nasıl hayata geçirebileceğimizi tartışırız. Diyelim ki bir okula ihtiyaç var. Ortaklaşıp o okulu belediyenin de yardımıyla kurarız. Okullarda da ebeveynler kararları alır. Onun dışında görevliler de var. Örneğin din görevlileri yapılacak dini etkinliklerden sorumludur. Ama diyelim ki dini bayram nedeniyle şenlik düzenlenecek. Her sene köy halkı olarak bunun kararını birlikte alırız. Ve herkes bir şekilde bunun organizasyonunda yer alır. Bu bir kültürdür.
Sonra arazilerin bir kısmı ortak. Yani köye ait. O toprağın idaresi için seçilmiş bir komiserlik var. Onlara toprağın temsilcileri deriz. Yine konsey var. Ayrıca bütün Atenco’yu ilgilendiren hususlarda köyü temsil eden seçilmiş delegeler var. Örneğin havaalanı projesi döneminde bütün köylerde yürütülen tartışmalar sonradan bu delegelerin katıldığı bölge toplantısında ortaklaştırıldı. Yine tamamen özerk, köylülerin denetiminde olan alanlar var. mesela su idaresi. Su ile ilgili bütün kararlar bizde halk tarafından verilir.
Atenco'da bir halk meclisi toplantısı |
Bizim hareketimizde kadınlar güçlü bir şekilde yerlerini alıyor. Sadece nicelik olarak değil, nitelik olarak da belirleyici bir güce sahipler. Özellikle devlet saldırılarının arttığı dönemde kadınlar nitel bir sıçrama gerçekleştirdi. 9 ay boyu devletle çatıştık. Kadınlar buna öncülük etti. Devlet o yüzden, onların iradesini kırmak için tecavüz yöntemine başvurdu. Hem tecavüzlerin hem de kadın cinayetlerinin, yani kadın kırımının kaynağını sistemden aldığını düşünüyorum. Yani bunlar sonuç, yansıma. Emperyalizmin, tüketiciliğin, erkek egemenliğinin küreselleşmesinin sonucudur bunlar. Bunun doğrudan yetkicilik kültürü, şiddet kültürü ile bağı var. Bu, çok sapık bir kültürdür. Hem kadın kırımı hem de toplumsal protestoların kriminalize edilmesi bu kültürün bir sonucudur.
Bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Şimdiki Meksika Devlet Başkanı, Atenco’nun da bağlı bulunduğu Meksiko eyaletinin valisi olduğu dönemde eyaletimizde kadın cinayetleri rekor bir düzeye ulaştı. Yani onun sorumlu olduğu eyalette katledilen kadınların sayısı, Ciudad de Juarez’de öldürülen kadınların sayısını bile aştı.
Suya bakan Atenco
Başkent Meksiko’ya 35 kilometre uzaklıktaki (San Salvador) Atenco, bağlı bulunan 14 köy ile birlikte nüfusu 17 bin olan bir yerleşim yeri. Kasaba M.Ö. 968 yılında Chichimecalar tarafından kurulmuş olsa da, yapılan arkeolojik kazılarda Atenco’da ilk yerleşmelerin M.Ö. 7 binli yıllarda geliştiği tespit edildi. Meksiko eyaletine bağlı Atenco, bölgenin yerli dillerinden olan Nahua’da ‘su kenarındaki yer’ anlamına geliyor. Zira Meksiko Vadisi’ndeki Atenco Xalapango nehrinin kıyısına kurulmuş. İnsanları çoğunlukla çiftçi olup geçimlerini tarımla sağlarken, ürünlerini satmayıp ihtiyaçları kadar üretiyor.
Nacho ve Marcos |
Ignacio del Valle veya kısa adıyla Nacho’nun bir anda Zapata’dan sonra Meksika’nın en ‘ünlü’ çiftçisine dönüşmesi, Atenco’daki direnişe öncülük etmesiyle alakalı. Olağanüstü koşullar, onun gibi kendi halinde bir insanı sıradışı bir direnişin öncülüğünü yaptırdı. Havaalanı projesine karşı halkın temsilcisi seçildi. 2006’daki baskından sonra 11 arkadaşı ile tutuklanıp, ağır işkencelerden geçirildi. 112 yıl hapse mahkum edildi. Direnişi cezaevinde sürdürdü, diğer mahkumlarla birlikte açlık grevi başlattı, içeriden çeşitli hareketlere mesajlar göndererek dayanışma ağını geliştirmeye çalıştı. Aralarında 11 Nobel Barış Ödül’lünün de bulunduğu çok sayıda kişi Nacho ve yoldaşları için özgürlük kampanyası başlattı. Ve başarılı oldular: Temmuz 2010’da Yargıtay, delil yetersizliği gerekçesiyle Atencoluların serbest bırakılmasına karar verdi.
http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=21206
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder