Almanya'da yaşayan her 5 kişiden 1'i yoksul. Rakamlarla yaklaşık 82 milyonluk nüfusun 16 milyonu, yoksulluk ve sosyal dışlanma ile karşı karşıya. İstatistiğe vurursak, toplumun yüzde 19.9'u ya işsiz olduğundan ya da çalıştığı halde düşük gelirli olduğundan ciddi maddi sıkıntılar yaşıyor. Ayın sonunu zor getirip, borçlarını ödemede zorlanan ve bu nedenle her an gelecek kaygısını yaşayanlar, psikolojileri bozulanlar her geçen günle birlikte çoğalıyor. Ki bir yıl önce bu oran, yüzde 19.7 idi.
Yoksulluk giderek genelleşiyor. Bu makaleyi okuyacak olanların da önemli bir kısmı, dün Federal İstatistik Dairesi tarafından açıklanan "Avrupa'da Yaşam 2011" başlıklı rapordaki yoksulluk kategorisine giriyor. Bir zamanlar, 'orta kesim' olarak nitelendirilenler hızla 'yoksul' konumuna itiliyor. Bu, doğrudan küresel kapitalizmin neoliberal politikalarının bir sonucudur. Yoksulluk, yoksulların 'suçu' değil. Dolayısıyla utanılacak bir şey de değil.
AB'nin direktifi doğrultusunda hazırlanan raporda, Almanya'da kadınların daha çok yoksulluk ve toplumsal marjinallik ile karşı karşıya olduğu belirtiliyor. Yoksulluk çeken kadınların oranı yüzde 21.3 iken, erkeklerde bu oran yüzde 18.5. Bu da, yoksulluğun kadınlaştığı tespitini Almanya açısından da doğruluyor.
Araştırmalar ve bunların sonucunda raporlar, normal koşullarda durum tespiti ve ardından çözüm perspektiflerinin geliştirilmesi için yapılır. Ancak hükümetin hazırlattığı bu raporun verileri ışığında, ortaya konulan ciddi sorunların çözümü için herhangi bir çalışmanın başlatılacağını beklemek, pek gerçekçi olmaz. Zira gittikçe yaygınlaşan yoksulluğun sorumlusu zaten hükümet ve bugün muhalefet yapıyormuş gibi görünüyor olsa da Almanya'da neoliberal sömürü düzeninin zeminini sağlamlaştıran SPD & Yeşiller ikilisidir. (Örneğin hala bir asgari ücret yasasına sahip olmayan Almanya'da taşeronculuğun önünü açan, kırmızı-yeşil hükümetiydi.)
İşte toplumun bir kesimi böyle 'kenara' itilip gerçek anlamda yaşayamayıp, sadece hayatta kalmanın mücadelesini verirken, bir endüstri var ki, giderek daha fazla kar elde ediyor. Alman otomotif endüstrisinden söz etmiyoruz tabii. Söz konusu olan, Alman silah endüstrisi. Yıllık silah ihracat raporu, bir sonraki yılın aralık ayında yayımlanır hep. O yüzden 2011 yılına ait satış rakamlarını henüz bilmiyoruz, ama gelirin rekor düzeyinde olması bekleniyor. (2010'da yüzde 72'lik gelir artışı sağlanmıştı.) Zira Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki savaşlar ve totaliter rejimlerin 'tedbiren' halka karşı silahlanma 'ihtiyaçları' Alman silah endüstrisinin epey işine geldi. Anlaşılıyor ki iki dünya savaşını başlattıktan sonra "Savaş, bir daha asla!" derken Almanya, bununla kendi sınırları dışındaki savaşları kastetmemişti.
Bu konuyu yeniden bu köşeye taşımamın sebebi, Alman Başbakanı Merkel'in iki gün önce Alman ordusu Bundeswehr'in toplantısında yaptığı konuşma. Hatırlanır, Alman hükümeti son dönemde Suudi Arabistan, Katar ve Endonezya gibi ülkelerle yapılan silah ihracat anlaşmaları nedeniyle ciddi tepkiler gördü. Siyasi iktidar, bu gibi konularda cevap verme rahatsızlığına katlanmamak için genelde 'gizlilik' meselesine işaret edip, 'susma hakkı'nı kullanır.
Ancak Pazartesi günü Berlin yakınlarında yapılan ordu konferansında Merkel, bu konuya ilişkin öyle bir açıklama yaptı ki, ne diyeceğini bilemiyor insan. Meğer – Kürdistan'da köyü yakılıp-yıkılan herkesin yakından tanıdığı – Leopard modelli tankların amacı, barışın güvence altına alınması imiş! Ve bir şey daha söyledi: Mali rejiminin İslamcılarla mücadelesine katılmaya hazır olduklarını belirten Merkel, "Özgürlükçü demokratik devletler, uluslararası terörizmin ülkenin kuzeyinde güvenlikli bir geri çekilme yerine sahip olmasını kabul edemez." Ama aynı 'özgürlükçü demokratik devletler', örneğin Türk devletinin Kürt halkına karşı topyekün imha terörünü kabul edebiliyor nedense. Ki Türk devletinin yaptığı da dış destekli bir uluslararası terörizmdir.
Bertolt Brecht ne güzel demişti; "Tankınız ne güçlü generalim,/ Siler süpürür bir ormanı,/ Yüz insanı ezer geçer./ Ama bir kusurcuğu var;/ İster bir sürücü. (...) İnsan dediğin nice işler görür, generalim,/ Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin./ Ama bir kusurcuğu var;/ Bilir düşünmesini de."
Yoksulluk giderek genelleşiyor. Bu makaleyi okuyacak olanların da önemli bir kısmı, dün Federal İstatistik Dairesi tarafından açıklanan "Avrupa'da Yaşam 2011" başlıklı rapordaki yoksulluk kategorisine giriyor. Bir zamanlar, 'orta kesim' olarak nitelendirilenler hızla 'yoksul' konumuna itiliyor. Bu, doğrudan küresel kapitalizmin neoliberal politikalarının bir sonucudur. Yoksulluk, yoksulların 'suçu' değil. Dolayısıyla utanılacak bir şey de değil.
AB'nin direktifi doğrultusunda hazırlanan raporda, Almanya'da kadınların daha çok yoksulluk ve toplumsal marjinallik ile karşı karşıya olduğu belirtiliyor. Yoksulluk çeken kadınların oranı yüzde 21.3 iken, erkeklerde bu oran yüzde 18.5. Bu da, yoksulluğun kadınlaştığı tespitini Almanya açısından da doğruluyor.
Araştırmalar ve bunların sonucunda raporlar, normal koşullarda durum tespiti ve ardından çözüm perspektiflerinin geliştirilmesi için yapılır. Ancak hükümetin hazırlattığı bu raporun verileri ışığında, ortaya konulan ciddi sorunların çözümü için herhangi bir çalışmanın başlatılacağını beklemek, pek gerçekçi olmaz. Zira gittikçe yaygınlaşan yoksulluğun sorumlusu zaten hükümet ve bugün muhalefet yapıyormuş gibi görünüyor olsa da Almanya'da neoliberal sömürü düzeninin zeminini sağlamlaştıran SPD & Yeşiller ikilisidir. (Örneğin hala bir asgari ücret yasasına sahip olmayan Almanya'da taşeronculuğun önünü açan, kırmızı-yeşil hükümetiydi.)
İşte toplumun bir kesimi böyle 'kenara' itilip gerçek anlamda yaşayamayıp, sadece hayatta kalmanın mücadelesini verirken, bir endüstri var ki, giderek daha fazla kar elde ediyor. Alman otomotif endüstrisinden söz etmiyoruz tabii. Söz konusu olan, Alman silah endüstrisi. Yıllık silah ihracat raporu, bir sonraki yılın aralık ayında yayımlanır hep. O yüzden 2011 yılına ait satış rakamlarını henüz bilmiyoruz, ama gelirin rekor düzeyinde olması bekleniyor. (2010'da yüzde 72'lik gelir artışı sağlanmıştı.) Zira Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki savaşlar ve totaliter rejimlerin 'tedbiren' halka karşı silahlanma 'ihtiyaçları' Alman silah endüstrisinin epey işine geldi. Anlaşılıyor ki iki dünya savaşını başlattıktan sonra "Savaş, bir daha asla!" derken Almanya, bununla kendi sınırları dışındaki savaşları kastetmemişti.
Bu konuyu yeniden bu köşeye taşımamın sebebi, Alman Başbakanı Merkel'in iki gün önce Alman ordusu Bundeswehr'in toplantısında yaptığı konuşma. Hatırlanır, Alman hükümeti son dönemde Suudi Arabistan, Katar ve Endonezya gibi ülkelerle yapılan silah ihracat anlaşmaları nedeniyle ciddi tepkiler gördü. Siyasi iktidar, bu gibi konularda cevap verme rahatsızlığına katlanmamak için genelde 'gizlilik' meselesine işaret edip, 'susma hakkı'nı kullanır.
Ancak Pazartesi günü Berlin yakınlarında yapılan ordu konferansında Merkel, bu konuya ilişkin öyle bir açıklama yaptı ki, ne diyeceğini bilemiyor insan. Meğer – Kürdistan'da köyü yakılıp-yıkılan herkesin yakından tanıdığı – Leopard modelli tankların amacı, barışın güvence altına alınması imiş! Ve bir şey daha söyledi: Mali rejiminin İslamcılarla mücadelesine katılmaya hazır olduklarını belirten Merkel, "Özgürlükçü demokratik devletler, uluslararası terörizmin ülkenin kuzeyinde güvenlikli bir geri çekilme yerine sahip olmasını kabul edemez." Ama aynı 'özgürlükçü demokratik devletler', örneğin Türk devletinin Kürt halkına karşı topyekün imha terörünü kabul edebiliyor nedense. Ki Türk devletinin yaptığı da dış destekli bir uluslararası terörizmdir.
Bertolt Brecht ne güzel demişti; "Tankınız ne güçlü generalim,/ Siler süpürür bir ormanı,/ Yüz insanı ezer geçer./ Ama bir kusurcuğu var;/ İster bir sürücü. (...) İnsan dediğin nice işler görür, generalim,/ Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin./ Ama bir kusurcuğu var;/ Bilir düşünmesini de."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder