11 Tem 2012

Almanya'nın İdris'i

Ülkelerin (ya da devletlerin) ne kadar demokratik ya da antidemokratik olduğunu ölçme iddiasında olan çeşitli kurumlar var. Bunlardan, Zürih Üniversitesi ile Berlin Bilim Merkezi’nin birlikte hazırladığı Demokrasi Barometresi, dünyadaki en demokratik ülkeleri mercek altına alıyor. Bu iki kurumun araştırmalarındaki temel kriterler; özgürlük (bireysel özgürlükler, hukuk devleti, kamu), denetim (rekabet, kuvvetler ayrımı, yönetebilirlik) ve eşitlik (şeffaflık, katılım, temsiliyet).
 Demokrasi Barometresi’ne göre 2007 yılında Almanya, dünyada demokrasi niteliği en yüksek 8. ülke konumundaydı. The Economist’in hazırladığı Demokrasi Endeks’te ise Almanya "tam demokrasi" olarak 10 puandan 8.34 puan ile 14. sırada yer alıyor. (Türkiye, "melez rejimi" olarak 167 devletlik listenin 88. sırasında bulunuyor; Bosna, Rusya, Küba ve Venezuela gibi ülkelerin önünde...)
Bu tür listeler hem amaçları, hem kullanılan yöntemler hem de esas alınan kriterler bakımından kuşkusuz tartışmalık. Burada maksat, farklı bir hususa dikkat çekmektir. O da, Almanya’nın bütün bu listelerin ön sıralarında yer alıp, dünyada demokratik bir yapı olarak kabul ediliyor olması. Kuşkusuz dört dörtlük bir demokrasiden bahsetmiyoruz, ancak bir hukuk devleti olduğu, genel kabul gören bir nokta (ki kanunlar demokratik olmadıktan sonra hukuk devletinin kıymetinin ne olduğu ayrı bir tartışma konusu).

Bu ‘hukuk devleti’nin sıvası bir süredir dökülüyor. Gün geçmiyor ki, 2000 yılından itibaren 9’u göçmen esnaf 10 kişiyi katleden neonazi çetesi NSU skandalı ile ilgili yeni bilgiler ortaya çıkmasın. Skandalın merkezinde, Alman iç istihbarat kuruluşu olan Verfassungsschutz (Anayasayı Koruma Örgütü) yer alıyor. Kısa bir süre önce, Başsavcılığın olayla ilgili incelemelere el koyduğunu açıkladığı gün, Anayasayı Koruma Örgütü’nde, konuyla ilgili dosyaların imha edildiği ortaya çıktı. Dosyalarda, NSU içinde yer alıp ajanlaştırılan ve iki tarafa çalışan kişilerle ilgili bilgiler yer alıyordu.
Başsavcılığın incelemeleri devam ederken, Thüringen Eyalet Meclisi’nde konuyla ilgili parlamenter araştırma komisyonu kuruldu. Kurul, geçtiğimiz günlerde ifadeler almaya başladı. Önceki günün geç saatlerinde, 1994-2000 yılları arasında Thüringen Eyalet Anayasayı Koruma Örgütü’nün başında bulunan "skandal anayasa koruması" Helmut Roewer sorgulandı.
Dün, Almanya basınının temel gündemi de bu sorgu idi ve muhtemelen önümüzdeki günlerde de konuyla ilgili tartışma devam edecektir.
Bu haberlerde ilginç bilgiler de yer alıyor. Örneğin, Thüringen eyaletindeki en aktif neonazi olan Tino Brandt’ın, 1994-2001 yılları arasında, aynı zamanda ajan olarak bilgi verdiği Anayasayı Koruma Örgütü’nden toplam 200 bin Mark aldığını öğreniyoruz. Ayrıca Brandt’ın bir polis baskınına hazırlıklı ‘yakalandığı‘, hatta saat 6’dan itibaren gelecek olan polisleri, beyni çıkarılmış bilgisayarının başında beklediği belirtiliyor. Bundan dolayı NSU’daki ikili ajanların önceden uyarıldığından kuşku duyuluyor.
Thüringen Eyalet Anayasayı Koruma Örgütü eski Başkanı Roewer ile ilgili olarak ise, bürosunda bazı zamanlarda yalınayak gezdiğini, bazen ise 6. katı bisiklet ile dolaştığını, bir akşam 6 kadın çalışanla mum ışığında şarap içip peynir yediğini, herkesi küçümserken kendini abarttığını vs. öğreniyoruz basından. Öyle bir portre çiziliyor ki, dersiniz işlere bakan bu adamsa tabii ki skandal çıkar. O ise suçunu kabul etmiyor, hatta Kasım ayında skandal açığa çıktıktan sonra demiş ki "Cidden hatamı arıyorum ama bulamıyorum". Hani Türk İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin de Kürt sorunu için "Arıyorum, arıyorum sorunu bulamıyorum" demişti ya. Ki bu Şahin’in değil, AKP’nin dolayısıyla hükümetin mantığının ifadesiydi.
Aynısı Roewer için de geçerli. Devletin farklı mercilerinin karıştığı bir skandalın suçlusu oymuş gibi. Sorumluluğu var tabii, ama onunla ilgili aslında konuyla pek de alakası olmayan bilgilerin basında bu denli öne çıkarılması, ancak kurumun dolayısıyla devletin ‘korunmasına’ hizmet eder.
Yukarıda Almanya ile ilgili ‘demokratik hukuk devleti’ algısına dikkat çekmemin sebebi bu. Toplum nezdinde bu güven imajının zedelenmesi karşısında - ister bilinçli ister bilinçsiz - olayın kendisi bir kişiye indirgenmeye çalışılıyor. Oysa sorgulanması gereken, Anayasayı Koruma Örgütü’nün kendisi ve hiç de meşru olmayan pratikleri.

http://www.yeniozgurpolitika.com/index.php?rupel=nivis&id=2075

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder