12 Nis 2012

Taş yok mu taş! (EVRİM ALATAŞ)

Sık sık söylediğim ve yazdığım bir “belirleme” ile başlayacağım. Kürt çocuğu olmanın üç temel esası vardır: Kafanda taş kırığı izi taşımak, izmaritten sigaraya başlamak, kurbağa şişirmek… Dördüncüsü, taş kırığını aşmış bir durumdur. Panzer taşlamak!
Kendimden başlayayım. Bizim Malatya’nın Akçadağlıları taş atmayı iyi bilir. Derler ki iki köy arasında bir kavga varmış, karşılıklı silahlar patlamış, sonunda bir adam demiş, “Durun hele, iş ciddiye biniyor, taşa davranın!” Kafamda taş kırığı izi var, izmaritten değil ama babamın kaçak tütününden gizli gizli sararak içtim, kurbağa şişirmedim, lakin başkaca aktivitelerim oldu. Hesaba vursam, yüzde seksenbeşlik bir Kürt çocuğu çıkar benden. Demek ki neymiş, Kürt çocuğu taş atarmış… Bu durum hiç de öyle üzerinde durup düşünecek, kafa patlatacak bir hadise değildir. Gayet normaldir, olağandır, sıradandır, genetiktir… Ama illa ki bu hadise sorgulanacaksa, sorgulayalım… Çocukların taş atmasının sıradanlığını, tutuklanmalarının anormalliğini kurcalayalım bakalım.


Diyarbakır’da yaşanan 28 Mart olaylarını hatırlarsınız. Şehrin üstünde kara bulutlar yükselip de izbandot gibi özel timlerle bizim o “kurrık” oğlanlar karşılıklı savaştığında, Fatma (ahbabım) anlattı: “Eve zor gittim. Her yer ateş. Gittim küçük oğlan evde yok. Sordum, dediler sokakta. Wuişşşş! Bir gittim ki yüzünü sarmış, polislere taş atıyor. Kulağından tuttum dedim yürü hadi eve. ‘Ma artıx eglenmeme de qarışisen’ dedi”. Demek ki neymiş, polis ve polis panzeri taşlamak, aynı zamanda eğlenceli bir oyunmuş. Eğlenceli olduğunu ben de gördüm. Mesela koca caddeye barikat kuruluyor ya, bakıyorsun ufak bir oğlan yolun ortasına çıkıp Diyarbakır oyunu oynuyor ortada, polislere doğru. Polisler gaz bombası atınca da “Hepinizin ecdadını…” diye küfre başlıyorlar. Gün görmedik küfürler...

Bunlar işin şen-şakrak diyeceğimiz yanları. Gelelim meseleye… Taş atmak Ortadoğululara hastır, bir çember daraltırsak Kürtlere sıra gelir. (Akçadağlılar özeldir, ona girmeyeceğim.) Filistin’de yıllarca “intifada çocukları” diye kayıtlara düşen kara parmaklı, kara yüzlü çocuklar dünya medyasında “terör örgütü El Fetih ve Hamas’ın kullandığı çocuklar” diye geçmedi hiç. Onlar, İsrail işgaline karşı topyekûn direnişin küçük generalleriydi. Militarizmle dalga geçen, askerlerin keplerinin içine eden, sapanlarıyla koca koca İsrail askerleriyle savaşan, panzerlerin tekerine işeyen ama kurşunlanan, ama küt diye ölen çocuklardı. Savaşların can aldığı, savaşların onur kırdığı, haysiyet çiğnediği ve topyekûnlaştığı zamanlarda çıkıp da “ay ama bunlar daha çocuk” demek maalesef ki insanı sadece berbat bir konuma düşürüyor. Haklılığı ya da haksızlığını tartışamıyorsun. Hal vaziyet Kürt çocukları için de budur.

Savaş kendiliğinden kültürler, kurallar ve yaşam, algı biçimleri oluşturur. “Çoğunluk” kültürü de benzerdir. Nevşehir veya Yozgat’ta Mustafa Kemal ve bayrak sevgisini ilk anda öğrenip de eve gelip Atatürk için ağlayan ilk okul birinci sınıf çocuklarının psikolojisi, resmi söylemin yarattığı çocuk prototipine işaret olduğu kadar, “çoğunluğun” yarattığı makullük halinin de sonucudur. Tersinden, bu taraflarda yani Diyarbakır veya Batman’da da çoğunluğun etkisi vardır çocuklar üzerinde. Çoğunluk devletle ve devletin temsilleri ile kavgalıdır. Haliyle çocuklar bu bilgi dünyası içinde doğar, elleri taşı tuttuğunda da polise taş atmaya başlarlar. Bu işin bir yanı… Diğer ve en önemli yanı ise bu çocukların birebir mağduriyet yaşamış olmalarıdır. Köyler bu kuşağın başına yakıldığında, ya da göç ettikleri kenar mahallelerde “Kürt olduğumuz için evimiz yakıldı ve yoksuluz” bilgisi ile büyüdüklerinde ister istemez devletle kavgalı hale geliyorlar. Çünkü o çocukların aç olmasının, babalarının işsiz, annelerinin çaresiz olmasının ve de abilerinin ablalarının dağda bulunmasının ya da ölmesinin sebebi, açık adresi bellidir. Daha da ötesi… Bu çocuklar ve gençler, bu sorunun sosyolojik analizini yapanların birazcık da olsa kafa yormadığı, göremediği bir başka jenerasyonu da temsil ediyorlar ki, o da bir bütün olarak kapitalist sistem düşmanlığıdır. Bunu “milli sermaye karşıtlığı” diye de okuyabiliriz. 28 Mart olaylarında o çocukların gidip de büyük büyük markalara ait dükkanları, mağazaları ve de bankaları tahrip etmesi aynı zamanda sermayeye de öfkeyi içinde barındırıyordu. Bunu yaparken yerel mekanlara zarar vermemişlerdir. Enteresandır!.. Durumu toparlayalım… Kürt çocukları taş atar, çünkü Kürt coğrafyasında, çocukların top oynadığı sokaklarda hala taş atılacak kadar polis ve panzer vardır. Yani bir nevi Filistin’dir. İkincisi, bu kuşak savaş ortamında doğmuş ve mağduriyetinin adresini bilen bir kuşaktır. Ve bu gençler, Kürt sorunu çözülmezse eğer PKK’nin gelecekteki dağ savaşçılarıdır; bu çocuklar sistemi yoksulluk ve sermaye çelişkisi üzerinden de sorgulayabilecek kadar net bir bilgiye sahiptirler, bu bilgi onların “içgüdüleri” ile beslenmektedir. Bu çocukların tutuklanarak cezaevine konulması ancak ve ancak, Kürt ayaklanmasının bir “kanadının” daha devletin ayrımcı yasalarınca tanımlanarak bir yere yerleştirildiği sonucunu doğurur.

(Bu yazı Evrim tarafından, 23 Mayıs 2009'ta 'taş atan çocuklar' dosyası ile çıkan PolitikART için kaleme alınmıştı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder